Paylaş
Gonca Vuslateri’nin Amerikalı olan İngilizce hocası, Chicago’da tesadüfen karşılaşmasa Celal İnce’yi yine hatırlamayacaktık.
1950’li yıllarda İzmir Fuarı’nda çıkan, İstanbul Radyosu’nda çalışan İnce daha sonra hayali olan Amerika’ya taşınıyor.
Önce New York, sonra 6 yıl Chicago’da konservatuvar eğitimi, Amerika’nın Sesi radyosunda programlar derken, Amerikalı eşi Melinda’yla tanışıp evleniyor...
Daha sonra Knickerbocker Hotel’in yöneticiliğini üstleniyor, 60’larda degüstatörlük yapıyor...
İşte bugün de 97 yaşındaymış ve Chicago’da yaşıyormuş. Gonca’nın Amerikalı hocası, karşılaşmalarıyla ilgili “Yarım yamalak Türkçe konuşunca gözleri doldu, ağlamaya başladı” diye yazmış sayfasında.
Önünde ince belli bardağıyla Türk kahvaltısı yapıyormuş Celal İnce...
“İnsanların beni unutmasını istemiyorum” demiş...
Celal İnce’nin yukarıda bir kısmını aktardığım hikayesini öğrendim...
“Aman Avcı Vurma Beni”nin mükemmel bir salsa olabileceğine, Dede Efendi’nin şarkılarından, nihavent ve acem aşiran makamındaki bestelerden çok iyi slow şarkılar yapılabileceğine inanan bir müzik anlayışı varmış.
Yaptığı tango şarkıları da dinledim...
Onun sayesinde de 1954’te bu topraklarda bir Türk-Amerikan dostluk şarkısı yapıldığını bile öğrendim.
“Amerika, Amerika/ Türkler dünya durdukça/ Beraberdir seninle/ Hürriyet savaşında” diyor şarkıda Celal İnce...
Sonra da;
“O muhteşem beldelerin/ Pınarların nehirlerin/ Ünlü şelalen Niagara/ Haykırır gücünü dünyaya” diye Amerika’ya güzellemelerle devam ediyor şarkı.
“Bu bir dostluk şarkısıdır/ Kardeşliğin yankısıdır/ Kore’de olduk kan kardeşi/ Sönmez bu dostluğun ateşi” diye sözleri de var.
1950’lere kadar gitmene gerek yok, 1995’te Rafet El Roman da “Burası New York, Amerika” diye şarkı yaptı derseniz ona bir şey diyemem...
Ama Amerikancılık konusunda Celal İnce’nin bu şarkısının eline kimse su dökemez...
Organize’nin 5 yıldızı...
“Organize İşler Sazan Sarmalı”nın Netflix’te yayınlanmasının iyi bir yanı var; açıp açıp güldüğüm sahnelere bakıyorum...
Birini kızımla olmak üzere şimdiden 3 kere izledim filmi...
10 üzerinden 9’luk bir film bu...
Karakterler, tempo, çekimler, kurgu gerçekten çok başarılı.
Ve tabii elbette oyunculuklar...
Yılmaz Erdoğan’ın belki de en büyük başarısı bir terzi gibi rolleri, oyuncuların üzerine dikmiş olması...
İşte bana göre Organize İşler’in 5 yıldızı...
1- Kıvanç Tatlıtuğ: Hayatının rolünü, hayatının performansıyla oynamış. Lütfen bu ters köşe rolleri televizyon işlerinde de yap Kıvanç... Tartışmasız filmin uzak ara yıldızı...
2- Güven Kıraç: Rolün küçüğü büyüğü olmaz sözü ancak bu kadar güzel kanıtlanabilirdi. O saftorik bakışlarına bakıp bakıp gülüyorum hâlâ...
3- Yılmaz Erdoğan: Doktor mu daha iyi, Asım mı karar veremedim... Ama en çok yine o derinlemesine ara paslar atıp oyuncuları golle buluşturan esprilerini sevdim. Yılmaz Erdoğan mizahımızın Sergen Yalçın’ıdır...
4- Safa Sarı: BKM Mutfak’ın bir oyuncu fabrikası olduğunu kanıtlayan son isim oldu. Güven Kıraç’la müthiş bir baba-oğul oynuyorlar.
5- Okan Çabalar: Çok çok iyi bir performansı vardı. Yılmaz diyor ya “Zorla kendine rol yazdırdı”... Vallahi iyi ki yazmışsın Yılmaz, Okan da hakkını fazlasıyla vermiş...
Meğer ilk Organize ne kadar yavanmış...
İlk Organize İşler üzerine kaç yazı yazdım geçmişte hatırlamıyorum...
En son 3-4 yıl önce THY’nin bir uzun uçuşunda izlemiştim filmi ve yazmıştım da, Yılmaz Erdoğan arayıp “Yıllar sonra bile bu filmin üzerine böyle yazılar yazılması bana yeter” demişti...
Meğer kandırılmışız!
Sinemada seri filmlerinin devamını çekmek zordur, başarı yakalamak daha da zordur...
Ama şunu çok net söyleyebilirim ki; şu an vizyonda olan Sazan Sarmalı ilk Organize’den çok daha başarılı...
Üstelik ilk Organize’nin âşığı biri olarak söylüyorum bunu.
Netflix’te Sazan Sarmalı’nı izledikten sonra yine aynı platformda serinin ilk filmini izledim...
Nasıl yavan, nasıl durağan, renkleri nasıl solgun, hikayesi nasıl yavaş gidiyor anlatamam...
En büyük sorun da filmin kurgusu iyi değilmiş...
Sonunu getiremedim filmin...
Yeni Organize İşler’de ise Yılmaz değişen dünyayı yakalamış; hız, renk ve tempo olarak takır takır gidiyor film...
Ama ilk filme de haksızlık yapmayalım; 15 yıl önce çekilmiş bir film bu..
O zaman drone diye bir şey yoktu hayatımızda, “fly cam”lerle çekmişti Yılmaz o görüntüleri ve biz de âşık olmuştuk...
Belki bundan 15 yıl sonra bu film de yavan gelecek bize, zaten maharet de her dönemin seyircisini yakalamak değil mi...
Bu yüzden tebrikler Yılmaz...
Not: Sazan Sarmalı ne kadar modernse, finali o kadar eski Yeşilçam tarzındaydı... Filmin tek demode bulduğum yanıydı finali... Ama bakın buna da yabancı seyirci âşık olabilir... Sonuçta 90 ülkede gösteriliyor şu an film...
Paylaş