Paylaş
İlk olarak siyaseten başladılar sağa sola saldırmaya...
Beğenmedikleri görüşe, hoşlarına gitmeyen isimlere örgütlü olarak saldırdılar.
Her kesimin kendine göre trol’leri oluşmaya başladı zaman içinde.
Daha sonra bu işler magazine sıçradı.
Bugün gelinen nokta ise korkunç boyutta.
Parasını verip trol ordusu kiralayabiliyorsunuz!
Tartıştığınız, beğenmediğiniz biri mi var, bir hasmınız mı bulunuyor; anlaşıyorsunuz trol işi yapan ‘ajanslarla’, veriyorsunuz parasını, başlıyorlar saldırmaya.
Bel altından vuruyorlar...
Caps’ler yapıyorlar...
Hakaretler ediyorlar...
Küfrediyorlar...
Olmadık iftiralar atıyorlar...
Üstelik bunun belli bir tarifesi var.
1 haftalık ya da 10 günlük trol ordusu kiralamanın bedeli 3 ila 5 bin lira arasında değişiyor.
3 bin lira ver, istediğine 1 hafta boyunca küfrettir.
İstersen onu trend topic yap, rezil et!
Üstelik bunun hiçbir yasal yükümlülüğü de yok.
Sonuçta “Ben yapmadım” deyip çıkarsınız işin içinden.
Sosyal medyada trol işinin nerelere geldiğini görüyor musunuz...
Parasını ver, istediğini
yere ser...
Seren mi, Hande mi?
Radyoda en çok çalınan olmak, en iyi olduğun anlamına gelir mi?
Gelmez...
Çünkü dinleyicinin inisiyatifinde olan bir şey değildir bu.
Radyoda çalınan şarkıları dinleyici belirlemez, radyoların yayın yönetmenleri, programcıları belirler.
Eğer radyoda çalınan şarkıları dinleyiciler belirleseydi, o zaman en çok çalınan şarkıya en iyi diyebilirdik.
Bir şarkıcının yılın en iyisi olduğuna bakmak için radyoda ne kadar çalındığına değil, fiziki ve dijitalde ne kadar sattığına bakmak lazım.
Çünkü markete gidip CD almak, dijitalde birinin şarkısını, albümünü indirmek tamamen dinleyicinin inisiyatifinde olan bir şeydir.
Dijitalde ve albümde en çok satan yılın en iyisidir.
Üstelik radyo çalınmaları özellikle yerel radyolar üzerinden çok kolay manipule edilebilecek bir şeydir.
O yüzden bu tartışmada Seren Serengil haklıdır.
Üstelik Hande Yener, tartışmanın birinci dakikasına bel altından vurarak etik dışı davranmıştır.
Not: Bunu Seren televizyonda partnerim olduğu için söylemiyorum. Programı izleyenler bilir, Seren’le en çok benim tartıştığımı, onu en çok benim eleştirdiğimi... Ve neredeyse hiçbir konuda anlaşamadığımızı...
Veda değil, yeni hayat
Kelebek yazarlarından sevgili arkadaşımız Melike Karakartal, yeni yıl itibariyle bize veda ediyor.
Yollarımız ayırılıyor, ancak bir veda sayılmaz aslında bu. Yabancı dizi oyuncularıyla, yapımcı ve senaristleriyle röportajlar yaparak Kelebek’e katkıda bulunmaya devam edecek.
Hürriyet Daily News’te konuk yazar olarak sosyal konuları ele aldığı İngilizce köşe yazıları da sürecek...
Melike zaten uzun zamandır magazin yazmak istemediğini söylüyordu, son yıllarda yazılarında ele aldığı sosyal konularla gitmek istediği yönü de belli etmişti...
Özellikle evinde yaşadığı saldırıdan sonraki dönemlerde ne kadar zor zamanlar yaşadığına ve hayata, yaşadığı yere, mesleğine bakışının ne kadar değiştiğine ben şahidim.
Yaşadığı büyük travmaya rağmen pozitif yaklaşımını bırakmadı, işine sarıldı, okurların hislerine tercüman olmayı, farkındalık yaratmayı sürdürdü Melike.
Uzun zamandır medya-toplum ilişkisi üzerine çalışmaları, eğitim planları olduğunu ve sadece bu alanda kalem oynatmak istediğini biliyorduk, şimdi bir gazeteci olarak arzu ettiği yolu çizecek kendine.
Yolu açık olsun, biz arkadaşları olarak hep arkasındayız...
Artık üç kişi kaldığımız Magazin Konseyi’nde de kendisini çok özleyeceğiz.
Yazı yazarken ben, ben değilim
Yazı yazarken dünyaya kendimi kapatıyorum.
En kalabalık ortamda olsam bile kendi dünyamda yaşıyorum.
Dışarıdan söylenen bir şeyi duymuyorum, burnumun dibine geleni görmüyorum.
Dün İstinye Park’ta yazı yazıyordum, tam o sırada Derya Tuna geldi, programla ilgili bir şeyler anlattı ve ben kendisine bön bön baktım iyi mi.
Ayağa bile kalkma nezaketini göstermedim üstelik...
Bilmediğimden, tanımadığımdan değil, yazı yazarken ben ben olmadığımdan.
Paylaş