’Yalancı Şahitler Kıraathanesi’

ESKİDEN her meslek erbabı için ayrı kıraathaneler varmış.Örneğin şahide ihtiyaç duyan, soluğu Sultanahmet Adliyesi yakınlarındaki "Yalancı Şahitler Kıraathanesi"nde alırmış.

Anlatacağım öykü, işte orada başlıyor.

Her müşteri daha kapıda, cevval bir káhya tarafından karşılanırmış.

Cevval káhyanın görevi belli.

Kahvehane sakinlerinin belli bir sırayla iş yapabilmelerini sağlamak.

Káhya, bizimkini de içeriye adımını atar atmaz, hemen sıradaki şahitle tanıştırır.

Bu faslın hemen ardından, ikisi birlikte adliyenin yolunu tutarlar.

Henüz birkaç adım atmışlardır ki, şahit dönüp sorar:

"Bey; adliyeye varmadan hazırlık yapalım.

Nedir bizim davamız?"

Davalı, "Çok önemli değil" der.

Sıradan bir "alacak-verecek" meselesi.

İşgüzar şahit oldukça yamandır; hemen soruyu patlatır:

"Hálá borcunu ödemedi mi o şerefsiz?"

Ancak iyi bir azar sonrasında işin içyüzünü anlar:

"Borçlu olan benim; alacaklı olan değil ki!"

* * *

Bazıları böyledir işte.

Kelimenin tam anlamıyla "işgüzar"...

İlnur Çevik’in, Kuzey Irak’ta toplam 109 milyon dolarlık ihale aldığını okumuşsunuzdur.

İhalelerin miktarı, Talabani ve Barzani’ye ilişkin yazıların sayısı arttıkça, aynı oranda artıyormuş.

Elbette yazıların içeriği de, bunda oldukça etkiliymiş.

Aynı gazetecinin son yazdığı yazıda, "Neden Barzani’yi anlamaya çalışmadığımızı" sorduğunu okumamışsanız, benden duymuş olun.

Yani...

Herkes sizin, bizim gibi anlayışsız değil.

Elin oğlu hemencecik anlıyor.

İlnur Çevik, Barzani’yi hem de ne kadar iyi "anlamış"!

Bir, Kuzey Irak’ta, bitmek tükenmek bilmez kine şehit verdiğimiz kamyon şoförlerine nasıl yandığımızı düşünün; bir de aynı bölgeyi imar etme işinin aslan payını alan gazeteciyi...

Oysa daha geçen hafta ne olmuştu?

Türk Özel Kuvvetleri’ne bağlı birliklerin sıcak takip yaptıkları iddiasıyla Türkiye’ye çifte nota verilmişti.

Gazeteciye ihale; iddiaya nota!

İhaleleri alan arkadaş, bunun altında kalır mı?

Kalmamış tabii ki.

Bizim ne kadar anlayışsız olduğumuza varıncaya dek, "gereken"(!) her şeyi yazmış.

Aslına bakarsanız; alan da razı, veren de...

* * *

Girişte anlattığım sadece bir fıkraydı.

Benzeyen ve hiç benzemeyen taraflarıyla gerçeğe gelince...

Bugün ellerini ovuşturanların sayısı, hiç de az değil.

Kimisinin niyeti zaten baştan beri buydu.

Kimisi ise farkında bile olmadan "alet" oldu.

Tedbir adına atılan iyi düşünülmemiş adımlar da, "yara"ya tuz biber ekti.

Artık o "yara", "kangren"e dönüşmek üzere.

Yüzyıllarca "kardeş" olarak yaşayanları bir diğerine iyice düşman etmeye çalışanlar, ellerinde "körük" koştursunlar bakalım!

Yalnız şu unutulmasın ki, -fıkradakinin aksine- bu davanın alacaklısı biziz, borçlusu değil!
Yazarın Tüm Yazıları