ADNAN Büyükdeniz’i tanımam. Merkez Bankası için hükümet tarafından Cumhurbaşkanı Sezer’e sunulan kararnameden sonra, hakkında yazılanları ve verdiği cevapları okudum.
Biliyorsunuz; Cumhurbaşkanı Sezer, Adnan Büyükdeniz’in Merkez Bankası’na başkan olmasına ilişkin kararnameyi veto etti.
Dünyanın en iyi okullarında, başarılı bir eğitim yapmış olmasına rağmen, sanırım faizsiz bankacılıkta çalışıyor olması, veto edilmesine sebep oldu.
Adnan Büyükdeniz, kararname veto edilinceye kadar hiç konuşmadı.
Sonrasında verdiği cevaplardan anlıyorum ki, farklı bir isim.
Kimlerden farklı derseniz, onları tanıyorsunuz.
Sayıları özellikle devlet kademesinde oldukça fazladır.
Yegáne özellikleri, "el pençe divan" durup etkileyici bir ses tonuyla "İsabet buyurdunuz efendim" diyebilmeleridir.
Hatırlayın, Başbakan Erdoğan bile yakınmıştı; dalkavukluk diz boyu diye.
* * *
Bu işin tarihçesi oldukça eski.
Ama biz o kadar eskiye gitmeyelim.
Osmanlı’nın son dönemleri; Padişah Sultan Abdülaziz, Sadrazam Yusuf Kamil Paşa.
Üsküdar’daki Zeynep Kamil Çocuk Hastanesi onun eşinin adını taşıyor.
O günün sadrazamı, bugünün başbakanı.
Paşanın Arnavutköy’deki konağında bütün vezirler toplanmışlar.
Bu tür toplantıların akışı, hemen her dönemde aynıdır.
Bir iki açık sözlü, cesaret sahibi isim söz alır.
Diğerleri sadece hoşa gidecekleri seslendirirler.
Yusuf Kamil Paşa uzun uzun anlatır; ayrıntılı değerlendirmeler yapar.
Diğerlerinin işi kolaydır; düşüncelerini üç kelimeyle özetlerler: "İsabet buyurdunuz efendim!"
Toplantının sonunda paşa, "Çileği her zaman şekerle yiyoruz. Bu sefer tuza bandırıp yiyelim" der.
Meclistekiler tuzlu çilekleri tadar tatmaz, bu fikri için paşaya iltifat üzerine iltifat yağdırırlar.
Konağın hizmetlilerinden biri de içeridedir. Ona da tattırırlar. Hizmetli suratını ekşitir.
Yusuf Kamil Paşa sorar:
"Bu koskoca adamlar neler söylüyorlar, senin yüzündeki ifade nedir?"
Hizmetlinin başı eğiktir; ama sözleri değil:
"Sadece çilek meclisinde olsa iyi, bunlar bu haltı her mecliste yiyorlar!"
* * *
Bu hengáme içinde Adnan Büyükdeniz’in vakur duruşu, bana bu olayı hatırlattı.
Eğitimi, liyakati ve daha da önemlisi karakteriyle ilgili bilgi sahibi olunca, keşke olabilseydi dedim.
Sonuçta yaşananlardan hepimiz kaybettik; ülke kaybetti.
Bu olay bir kez daha gösterdi ki, Cumhurbaşkanlığı ile hükümet arasındaki gerginlik, bundan sonra da devam edecek.
Ortada 1982 Anayasası’ndan kaynaklanan temel bir sorun var.
Anayasada Cumhurbaşkanlığı sorumluluk taşıyan bir yürütme organı değil; ama yürütmenin elini kolunu bağlıyor.
Bu sorunun çözümü olarak, sorumlulukları oranında yetkili, halkın oyuyla seçilmiş bir başkanla yarı başkanlık sistemine geçiş veya temsili bir Cumhurbaşkanlığı görünüyor.
Cumhurbaşkanlığı seçimine bir yıl var ve henüz adaylar belli değil.
İktidarın kritik kararları son dakikaya bırakması, haklı olarak sürekli eleştiriliyor.
Cumhurbaşkanı seçiminin hemen öncesinde veya sonrasında bu sorunun gündeme taşınması, yeni bir tartışma başlatacaktır.
O halde Cumhurbaşkanlığı sorununu masaya yatırmanın tam zamanıdır.