Paylaş
14 Aralık’tan bu yana Cizre ve Silopi’de ölen 47 kişiden 6’sının yasaktan dolayı hastaneye gidemedikleri için, kalanların ise atılan kurşun ya da şarapnel parçalarıyla hayatlarını kaybettikleri bildirildi.”
Bu arada, “BBC Türkçe’den Hatice Kamer’in haberine göre Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun ‘Gömüldü’ dediği üç aylık bebek Miray İnce’nin de aralarında bulunduğu 10’u çocuk, toplam 40 kişinin cenazesi Şırnak, Cizre ve Silopi devlet hastanelerinin morgunda bekletiliyor. Ancak hastanelerin morg kapasitesi dolduğu için, çatışmaların yoğun yaşandığı Silopi’nin Başak, Barbaros ve Nuh mahallelerinde bazı cenazeler evlerde ve camilerde bekletiliyor.”
Ayrıca, bir başka “haber” ise Diken’de okuduğum haliyle şöyle aktarılmış:
“Ablukanın devam ettiği Şırnak’ın Silopi ilçesinde önceki akşam öldürülen üç kadının, DBP Silopi Eş Başkanı Gülşen Özden’i arayıp, ambulans istediği belirtildi…
Diken’in ulaştığı Özden, Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) Meclis üyesi Seve Demir, Özgür Kadın Kongresi (KJA) üyesi Fatma Uyar ve Silopi Halk Meclisi Eş Başkanı Pakize Nayır’ın, Karşıyaka Mahallesi’ndeki evlerini polis anonsu üzerine terk ettiklerini söyledi… Demir, Nayır ve Uyar’ın da bir dere yatağını takip ederek, daha güvenli olduklarını düşündükleri Yeşiltepe Mahallesi’ne gittikleri sırada zırhlı araçtan açılan ateş sonucu yaralandıklarını söyleyen Özden şöyle devam etti: ‘Parti meclisi üyemiz Demir beni aradı. Tarandıklarını ve kan kaybettiklerini söyleyip ambulans yollamamızı istedi. Hemen vekilleri aradım. Onlar da ısrarla ambulans bulmaya çalışmış, hatta içişleri bakanlığını dahi aramışlar. Ancak bir türlü ambulans bulunamadı. Gece geç saatlerde cenazelerine ulaşılmış. Yanlarında kimliğini belirlenemeyen, yüzü tanınmayacak halde bir de erkek cenazesi varmış.’”
2016 Türkiye’sindeyiz.
Bu haberler, “arşiv”lerde yerini almış haberler değil; 2016’nın ilk haftasında Türkiye’de “yaşananlar” ile ilgili.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, 2016’nın ilk, toplamda 18. Muhtarlar Toplantısı’nda konuştu. Yukarıda aktardığımız “haberler”e ilişkin “yorum”u farklı. Şöyle dedi:
“Güvenlik kuvvetlerimiz yerleşim yerlerinde süren terör eylemlerinde, bölgede yaşayan sivil halka zarar vermemek için müdahale ediyor. Çok kısa sürede sonuçlanacak operasyonların uzun döneme yayılmasına sebep oluyor. Tek bir vatandaşın hayatını tehlikeye atmaktansa uzamasını tercih ediyoruz.
Yurtiçi ve yurtdışında gerçekleştirilen operasyonlarda 3100’ü aşkın terörist öldürüldü. 300 yakında sivil kaybımız var.’’
Konuşmasında şu “tespiti”ni de ekledi:
“Terör örgütü de, sırtını ona dayayan parti de bölgede çıkarı olan güçlerin oyuna dönüşmüş bir kukladan ibarettir. Türkiye’de Kürt sorunu değil, terör sorunu vardır. Kimse bize bunu yutturmaya kalkmasın.
Türkiye’de tüm etnik unsurların kendine has sorunları vardır; başımız gözümüz üstüne, bu sorunları gidermeye çalıştık. Ama Türkiye’de yatıp kalkıp da Kürt sorunu diyerek bunu yutturamazsınız. Türkiye’de terör sorunu vardır.”
Cumhurbaşkanı, HDP’den gayrı, ana muhalefet partisine de eleştiri oklarını yönelttikten sonra, tüm partilerin “Türkiye'nin verdiği mücadeleyi kayıtsız şartsız desteklemek zorunda” olduğunu vurguluyor.
Kim “Kürt sorunu” diyorsa ya da demeye devam ediyorsa, Cumhurbaşkanı’nın “bize yutturamazsınız” diye ifade ettiği bir tür “suç”u işlemiş olacaktır. Yani, Türkiye’nin bunca yıllık “entelektüel birikimi” ve gayretleri, Cumhurbaşkanı nezdinde “sıfır” ile çarpılmış durumdadır ve 1920’lerden bu yana sonuç alamadığını defalarca kanıtlanmış güvenlik politikaya rehin bırakılmış durumdadır.
Peki, New York Times’ın dünkü sayısında yer alan ve Erdoğan’ın şu sıra yaslanmaya öncelik verdiği ABD’de kendisine ilişkin “konsansüs”ü yansıttığına pek kuşku bulunmayan “Erdoğan bir çizgiyi daha aştı” başlıklı “başyazı”daki şu ifadelere karşı nasıl bir önlem alınacaktır:
“Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan geçen hafta bir çizgiyi daha aştı. Güçlendirilmiş yürütme yetkileri için bastırmasına ilişkin bir soruya, bunun ‘Hitler Almanya’sı’nda örneği olduğunu söyledi.
Bu şok edici sözler bir dünya liderinden geldi, hem de demokrasi diye geçinen ve NATO üyesi bir ülkenin başından. Dünyadan kınama yağınca ise Erdoğan’ın ofisi lafı çevirip, sözlerin ‘medya tarafından çarpıtıldığını‘ ileri sürdü. Ancak Erdoğan, zaten insan hakları, hukukun üstünlüğü, siyasi özgürlükler ve basın özgürlüğünü çiğnemeye hevesli bir otoriter lider olarak rahatsız edici bir sicil oluşturdu.”
Yani, “Hitler Almanya’sı” metaforuna ilişkin “tevil”, uluslararası kamuoyuna “yutturulamamış”. Bu belli oluyor.
Başyazı şöyle devam ediyor:
“Muhafazakar ve milliyetçi AKP’nin Kasım’daki kritik seçimi kazanmasının ardından nasıl davranacağına dair en kötü korkular, artan ölçüde doğrulanmış bulunuyor. Erdoğan, daha seçimden bile önce, PKK’nın iki yıllık ateşkesi pervasızca bozma kararını kullanarak, militan Kürt ayrılıkçılarına, PKK’ya karşı savaşı canlandırmıştı.
Yeterli oyu elde ederek barajı aşarak Parlamento’ya giren HDP’nin de peşine düştü. Kürtlerin hakimiyetindeki HDP, Kürt siyasi haklarının elde edilmesini savunmakla birlikte, çatışmaya dahil değil.
Ordu, güneydoğudaki düzinelerce Kürt kentini acımasızca topa tutarken, Türkiye’nin müttefikleri ABD ve Avrupa utanç verici bir şekilde duruma sessiz kaldı… 2015’in başından bu yana 3100 Kürt militan ve sayısı bilinmeyen sivil öldürüldü.
Eğer Erdoğan sürdürülebilir bir barış isteseydi, HDP’yle birlikte çalışabilirdi. Ancak Erdoğan, bunun yerine, Demirtaş’ın Kürtler için özyönetim talebini ihanetle suçlayarak, hem siyasi arenada ve hem de savaş alanında hem de Kürtleri ezmek istiyor.”
Erdoğan’ın izlediği söz konusu çizginin uluslararası sistem için ifade ettiği “tehlike” ise şu cümlelerle yansıtılmış:
“Savaşı sona erdirmek ve Kürtleri Türkiye’nin siyasetine tümüyle entegre etmek yerine, Erdoğan, tam ters yönde hareket ediyor, sanki daha büyük çapta bir özerkliğin ancak şiddete başvurularak elde edilebilebileceği sonucuna varacağı şekilde daha fazla sayıda insanı radikalleştiriyor. Bu arada, İslam Devleti’ne (IŞİD) verilen daha büyük çaptaki mücadeleyi göz ardı ediyor ve bölgesel gerilimleri daha da arttırıyor.”
NYT başyazısı, “stratejik ipucu” niteliğinde sayılabilecek olan şu çarpıcı cümleyle noktalanıyor:
“Erdoğan, Müslüman-çoğunluklu bir demokrasinin saygı duyulan bir lideri ve bölgede güvenilen bir ortak olarak sayılabileceği günlerin çok uzağına düşmüş bulunuyor.”
Unutmadan: Cumhurbaşkanı Erdoğan, dünkü konuşmasında, Hitler konusuna atıf yaparken çok doğru bir şey söyledi, “Almanya parlamenter sistemle yönetiliyordu ama buna rağmen Hitler gibi bir diktatör ülkenin başına musallat oldu” dedi.
Naziler, Weimar Cumhuriyeti’nin demokratik parlamenter sisteminden istifade ederek, yüzde 37 ile iktidar oldular. O parlamentonun yerini, giderek, “Führer” aldı.
Sonrasını biliyoruz…
Paylaş