Paylaş
Bir önceki yazının son satırları şöyleydi: “İçinde bulunduğumuz “Süreç”i ve Abdullah Öcalan’a oynatılan ya da onun oynamak istediği “rol”ü “daha büyük resim” içinde görmeye devam edelim.
Tabii, bir önceki paragrafı da hatırlamalıyız: “Türkiye ile KRG arasında gelişen ve son dönemde olağan dışı bir yakınlaşma gösteren ilişkilerde, malum, ‘PKK pürüzü’ bulunuyor. PKK, bu ‘yeni çerçeve’de uluslararası-bölgesel boyutların içine yerleşiyor. Suriye’nin geleceği ile birebir irtibatlanıyor…”
Sizleri biraz daha geriye taşıyıp, şu satırları bir kez daha hatırlamaya davet edeyim:
“Türkiye, gerek jeopolitik açıdan, aynı zamanda zihni olarak kendisine en yakın unsuru Irak Kürdistan Yönetimi olarak görüyor ve bu öyle kalmaya devam edecek. Bugüne kadar olduğu gibi, Irak Sünnileri üzerine de ‘koruyucu şalı’nı atmak zorunda hissedecek kendisini... Bir anlamda, adı konmamış bir “Türkiye-Kürtler-Sünniler ekseni”nin oluşması ihtimali var.
Ortadoğu’nun yeni dinamiklerinin, Türkiye’yi ‘Büyük Kürdistan’ın hamisi gibi paradoksal bir sonuç vereceğine de işaret etti Joost. Irak Kürdistanı Yönetimi’nin gücü arttıkça, bunun Suriye’ye de etkisi olacak.
Suriye’de Irak’taki Saddam-Baas sonrası rejim gibi, Başşar-Baas sonrası bir rejim kurulduğunda, ülkenin kuzeydoğusunda Kürt çoğunluklu bir bölge, Irak Kürdistanı gibi bir ‘statü’ sahibi olacak muhtemelen… Türkiye, Irak Kürdistanı ve Başşar sonrası Suriye ile ekonomik entegrasyonu amaç edinir, iki ülkeyle sınırlarını harita üzerinde bırakmayı tasarlarken, Irak ve Suriye’deki Kürtlerin sahip olduğu ‘statü’den çok daha aşağısını kendi Kürt vatandaşları için nasıl öngörecek?
Bu soruya ilerde defalarca geri döneceğiz. PKK’ya karşı yürütülen mücadelenin de, PKK’nın –bileşenleriyle birlikte- stratejik ve taktik yanılgılarının da, bu sorunun çerçevesinde tartışılması gerekiyor. (Türkiye-Kürtler-Sünniler ekseni olur mu?, Radikal, 21 Aralık 2011)
Sözü edilen soruya, cevapları araştırılarak, geri döndüğümüz bir dönemdeyiz. İçinde bulunduğumuz “Süreç”, bu soruya cevap arayışının sonuçlarından biridir zaten.
“Arap Baharı”, Tunus ve Mısır’ın ardından sona erip, Libya ve en önemlisi Suriye ile birlikte “Arap Devrimleri”ne dönüşünce, yerini “Kürt Baharı”nın tomurcukları aldı. Suriye, diğer Arap ülkelerinde olduğu gibi “Sünni” karakterde bir Arap devrimi idi ama Kürtler açısından bakıldığında “Kürt baharının çiçek açması”; yani Irak’a ek olarak, Suriye’de de Kürtlerin kendi kimlikleriyle, özyönetime sahip olma ihtimalinin birden bire ortaya çıkması, Türkiye Kürtlerini de içine alacak şekilde, bir anlamıyla, Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Kürtlerin bölgesel çapta tarih sahnesine girişlerine işaret ediyordu.
Bunun altyapısını Irak Kürdistan petrol sağlıyorsa, siyasi üst yapısını da Suriye Kürtlerinin yeni bir kimlikle özyönetim elde etmesi oluşturacaktı. Kürdistan petrolüne KRG ya da Barzani hükmediyorsa da, Suriye Kürtlerine hükmedebilme gücü sınırlıydı. Orada, en önemli “Kürt aktör” olarak, Öcalan’ı izleyen PYD öne çıktı.
Bölgenin 2011’le birlikte içine girdiği durumu ve gelecek ufuklarını, bulunduğu konum itibarıyla görmesi diğerlerinden çok daha zor olan kişi, muhtemelen, gördü; Abdullah Öcalan.
2011’de Türkiye, “Oslo Süreci”ni yaşarken, Suriye’de patlak veren gelişmeler, PKK’nin Kandil’deki karar mekanizmasını açmaza sürüklemeye başlamıştı. Silvan gerekçesi ile 2011 Temmuz’unda masa devrildikten sonra, Ankara, 2011 Ağustos’undan sonra Şam ile de ipleri kopardı. PKK’nin Türkiye’nin merkezine ya da tepesine oturacağı ismi konmamış “Sünni ekseni”ne karşı, “Tahran-Şam ekseni” üzerinde hareket etmesinin önü açıldı.
PKK’nin Kandil’deki unsurlarının, baştan aşağı yanlış hükümler üzerine inşa edilmiş olan –bunu 2011’de yazdık da, yalancıların iddialarının tam tersine Avrupa’da her Kürt konferansında dile getirdik- “devrimci halk savaşı”nı ilan etmiş olmaları da, PKK’nin “Tahran-Şam (hatta Maliki’nin Bağdat’ı) denklemi”ne yerleşmesini kolaylaştırdı.
PKK’yi, “Tahran-Şam-Bağdat denklemi” ya da anti-Türkiye “Tahran-Şam ekseni” dışına çekip alabilecek tek kişi Abdullah Öcalan idi. Gelgelelim, “masa devrildikten sonra”, Öcalan’a uygulanan katı tecrit politikası bu imkanı ortadan kaldırdı.
Abdullah Öcalan’ın, tecritten çıkarak tekrar devreye girmesi; 1) PKK ve genel olarak Türkiye Kürtleri üzerinde otoritesinin yeniden, yeniden ve görülür biçimde tesisini; 2) Silahların susmasını ve 3) Netice itibarıyla Türkiye’nin bölgesel manevra alanının genişlemesini ifade etti. 5 Nisan tarihli “Erdoğan ve Öcalan’la Türkosfer’e” başlıklı yazıda, gerek Türkiye ve gerekse Öcalan açısından duruma “kazan-kazan” olarak bakıldığını anlatmaya çalışmıştık.
Abdullah Öcalan, Kürtlerin ulaştığı tarihi moment açısından geri dönülmez kazançlar elde ettiğini düşünüyor ve Türkiye’nin güçlenmesinin Kürtler için son tahlilde kazanç olacağı kanısında.
“Mezopotamya Ekspresi”nin leitmotifi olan“Kürtler için iyi olan Türkiye için iyidir” algılamasının tersten okunuşu. Türkiye’nin iyiliği ve güçlenmesi, Kürtler için iyidir.
Öcalan’ın bu bakış açısı, Kürt siyasetinin beklentileri açısından bir yandan “çıtayı gereğinden düşük tuttuğu” algılamasına yol açarken, “İran-Suriye ekseni” üzerindeki hareket alanıyla büyük avantajlar elde ettiğine inanan Kandil’deki PKK yönetimini de zorladı. Son haftalarda “sınır dışına çekilme”ye ilişkin Kandil kaynaklı farklı sinyallerin sebebi budur.
Ne olursa olsun, böyle bir dönemde PKK’nin hiçbir unsurunun Abdullah Öcalan’ı boşa çıkartma gücü de, şansı da yoktur. Dolayısıyla, Öcalan’ı izleyeceklerdir. Bunun en çarpıcı belirtisi, bugüne dek “şahin” diye adı çıkmış olan Duran Kalkan’ın Ruşen Çakır’la çok ilginç söyleşisindeki sözleridir. Aynı şekilde, Selahattin Demirtaş’ın Neşe Düzel söyleşisi de, BDP’nin de PKK gibi Abdullah Öcalan’ı izleyeceğini ortaya koyuyor.
Yakın gelecekte, “Süreç”in önündeki asıl tehlike PKK-BDP yönünden değil, iktidar çevrelerinin tavrından kaynaklanıyor. Bir Ak Parti yöneticisi, birkaç gün önce, “Çözüm sürecinin en büyük sonucu PKK’nın tasfiyesidir” diye konuştu.
Hükümet yandaşı ya da yanaşması bazı yazarlara bakılırsa, (Alper Görmüş’ün tanımlamasıyla) “PKK hayırlısıyla yurtdışına çıktıktan sonra ‘buharlaşacak’, böylece ‘terörü bitirmek’ için ‘terör örgütü’yle kurulan diyalog da kesilecektir. PKK’lılar artık Irak’a mı yerleşirler, Avrupa’nın değişik ülkelerine mi dağılırlar, kendilerinin bileceği iştir.”
Böyle olmayacak. Gerçi artık PKK’nin “silahlı mücadele”sinden söz etme dönemi sona ermiş sayılmalıdır ama yine de böyle olmayacak.
“Ortadoğu’nun yeni jeopolitiği”ni kavramadan, ne bu “Süreç” selametle yol alabilir; ne Kürt sorunu çözülebilir. Silahların susması kimisine göre “terörün sona ermesi”dir ama Kürt sorununun çözümü de değildir; PKK’nin sonu da değildir.
Bu konular üzerinde durmayı sürdüreceğiz…
Paylaş