Paylaş
Türkiye’yi pek bilmeyen, dışarıdan, ajans haberleriyle izleyen herhangi bir kişi, !0 Ağustos’ta cumhurbaşkanı seçimi, 27 Ağustos’ta olağanüstü parti kongresi ve cumhurbaşkanlığına seçilmiş olduğu “veda eden genel başkan” (bir yandan da o sırada başbakan), yeni seçilecek olan genel başkan (o sırada yeni başbakan sayıldığı için, o sıfatına uygun bir konuşma yaptı) ve bir gün sonra 28 Ağustos’ta Çankaya’da devir-teslim, 29 Ağustos’ta yeni hükümet ilanı. Ve, bugün 30 Ağustos’ta “Zafer Bayramı” kutlaması.
Aslında, bugün, Ağustos 2014’te “Yeni Türkiye”nin “zafer bayramı” kutlanıyor. Bugünkü kutlamaya vesile olan 30 Ağustos 1922, yolları 29 Ekim 1923’e açmıştı. “Başkumandanlık Meydan Muharebesi” kazanılmıştı. Başkumandan Gazi Mustafa Kemal, bir yıl sonra Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk cumhurbaşkanı olarak tarihteki yerini pekiştirecekti.
Bugün de, dünya kamuoyunun üzerinde ittifak ettiği haliyle, son yüzyıl içinde, Türkiye’nin Mustafa Kemal’den sonra gördüğü en güçlü iktidar şahsiyeti olan Tayyip Erdoğan, “Türkiye tarihinin seçilmiş ilk cumhurbaşkanı” olarak ilk “Zafer Bayramı kutlaması”nı huzurlarında yaptırıyor olacak.
30 Ağustos 1922, nasıl “Türkiye Cumhuriyeti”ne yolu açmışsa, giderek “otoriterleşme”ye mecbur kalacakları kendi iktidarlarını “Yeni Türkiye” olarak sunmak isteyen Türkiye’nin “yeni yönetici eliti”, Ağustos 2014’ü de, bir “yeni kuruluş”un “miladı” olarak görme ve gösterme niyetindeler.
Murat Yetkin, dün, Tayyip Erdoğan’ın “12. Cumhurbaşkanı” sıfatıyla Anıt Kabir özel defterine “Aziz Atatürk” hitabıyla başlayarak yazdığı notları analiz eden yazısında, Erdoğan’ın ara dönemleri atlayarak, “Atatürk’ün halefi” olarak davranma isteğine dikkat çekti.
Tarihi devamlılık konusunu, istediği gibi eğip bükme konusunda, Erdoğan ya da AKP “pragmatizmi”nin eline kolay su dökülmez gerçekten. Erdoğan, onca yıl, Refah Partisi’nin en alt kademelerinden başlayarak, gençlik kolları başkanlığı, İstanbul il başkanlığı ve İstanbul Belediye Başkanlığı gibi duraklarından geçtiği, siyaset ömrünün yarısından fazlasında kendisine liderlik yapmış Necmettin Erbakan’ı atlayıp, kendisini Adnan Menderes ve Turgut Özal’ın tarihi devamı olarak sunmaya özen gösterdi.
“Atatürk’ün halefi” olmak ne ki, “hedefi” 2023’ün ötesine 2071’e kadar uzatıp çekerek ve ismini her vesilede anarak, bir yandan da “Alparslan’ın halefi” gibi anılmaya niyetli sanki.
“Türklerin 2000 yıllık tarihlerinde ilk kez liderlerini seçmiş olduğunu” vurguladığı noktada, hepsini, herkesi bir yana bırakarak, bir bakıma, “tarihi kendisiyle başlatmış” da oluyor.
“Pragmatizm” aslında dün açıklanan ve “12. Cumhurbaşkanı”nın anında onayladığı “62. Hükümet”in oluşumu için de geçerli.
Ahmet Davutoğlu hükümetinin oluşumunun “pragmatizmi” mi bu?
Değil. Çünkü, buna, “Ahmet Davutoğlu hükümeti” demek gerçeği tümüyle yansıtmaz.
Bu, bir-iki rötuşuyla“Ahmet Davutoğlu başbakanlığındaki Tayyip Erdoğan hükümeti.”
Yine de, bu hükümetin oluşumunda, “pragmatizm”den kastettiğimiz dikkat çekici iki “tercih” var:
1. En önemlisi Ali Babacan’ın ve ayrıca Mehmet Şimşek’in hükümette tutuluyor olmaları. Yani, uluslararası piyasalara, “ekonomi yönetiminde bir değişiklik yok; size rahatsız edecek bir durum yok” mesajının verilmiş olması.
2. Dışişleri’ne yeni başbakanın boşalttığı koltuğa, kartvizitinde “Avrupa Konseyi Parlamenterler Asamblesi Başkanı” sıfatı yazılmış olan Mevlût Çavuşoğlu’nun, onun boşalttığı AB ile ilişkilerden sorumlu bakanlık koltuğuna, AB nezdinden büyükelçilik ve ayrıca AB Genel Sekreterliği sıfatını üstlenmiş, AKP’nin “İslamcı köken ile hiçbir ilişkisi bulunmayan az sayıdaki milletvekili”nden biri olan Volkan Bozkır’ın getirilmesi. Böylece, Türkiye’nin Batı doğrultusundaki tarihi yönünün değişmediğinin, Batı’ya “mesaj” olarak iletilmesi.
Bu “tercihler” belli ki, 2015 yılındaki genel seçimlere kadar, uluslararası piyasaların ve Batı dünyasının AKP karşısında “silahsızlandırılması”nı ve seçimlerde arzulanan sonucu tehlikeye sokmamak hesabına dayalı tercihler. Akıllı tercihler ama AKP Kongresi’nde daha üç gün önce gerek “Cumhurbaşkanı Erdoğan” ve gerekse “onun başbakanı” Davutoğlu’nun konuşmalarının ruhunda yansıyan “vizyon” ile, görünürde, birebir örtüşmüyorlar.
Ahmet İnsel’in dünkü yazısında, Erdoğan’a ilişkin şu değerlendirmesi, yeni hükümet oluşumundaki “pragmatizm”in arka planını da açıklıyor olabilir:
“Erdoğan’ın genel başkanlığa veda konuşması, cumhurbaşkanı olarak seçilmiş bir kişinin konuşması değildi. Artık tüm frenleri boşalmış, kendi kararlarının yeni düzenin kurallarını ve teamüllerini oluşturmasının gereğine ve doğruluğuna inanmış bir Reis’in konuşmasıydı. Aynı zamanda çok büyük bir korkunun da izlerini taşıyordu, bu özgüven patlaması görünümlü konuşma. İhanete yapılan bu denli güçlü vurgu, ‘bir yerlerden benim yuvamı yapacaklar’ endişesinin dışa vurmuş hali olarak da yorumlanabilir.”
Ahmet İnsel’in yazısında altını çizdiği, Türkiye nüfusunun yarısı ve AKP’nin bir bölümünün, Aralık 2013’de ortaya dökülmüş olan Erdoğan’a yönelik iddiaları unutmayacağı ve hatırlayacağı hususu.
Çankaya’ya tırmanırken “ayak izleri”nde, yani AKP Kongresi’nde yaptığı “veda konuşması”nda “korkunun izleri” görülebiliyorsa, o takdirde “bir yerlerden benim yuvamı yapacaklar” endişesi karşılığını ya da anlamını bulabilir.
O “bir yerler”in “siyaset sözlüğü”ndeki karşılığı “uluslararası sistem”dir. Tepesinde ABD’nin, yanıbaşında AB’siyle Avrupa’nın bulunduğu sistem.
Tayyip Erdoğan’ın Ahmet Davutoğlu başkanlığındaki hükümet için yaptığı “tercihler”, o “bir yerler”i, 2015 öncesinde “silahsızlandırma”ya matuf olarak anlaşılmalıdır.
Tutar mı?
Ahmet Davutoğlu başkanlığındaki Tayyip Erdoğan hükümetinin, iç ve dış performansına bağlı…
Paylaş