Paylaş
Gelenekleri ve buna bağlı ritüellerini hiç aksatmamalarıyla tanınan İngilizlerin bu özelliğinin simgesi olan Parlamento binasında bunu bozduk. İki saat dolduğu anda terkedilmesi gereken salonu, konuşma uzadığı için iki buçuk saatte terk ettik.
Önceki gecenin unutulmaz gecelerinden biri olması, konuşmanın kendisi değildi. O konuşmanın o binada yapılabilmiş olmasıydı. İngiliz Parlamento binasının kökü 1097 yılına gidiyor. Parlamento’nun girişindeki, yüzyıllar boyu tüm Avrupa’nın en geniş salonu olmuş olan Westminster Hall’dan geçerken, bir yandan Gotik mimari harikasını hayranlıkla izliyor, bir yandan da 900 yılı aşkın tarihini düşünüyor, buradan kimler geldi, kimler geçti diye düşünüyorum, ister istemez.
Binanın büyük bölümü, büyük yangının ardından 1864’te yeniden inşa edilmiş. Merdivenlerinden çıkarken, merdivenlerinden inerken heykeller, heykeller, heykeller... Lord Palmerston, Benjamin Disraeli, William Gladstone, Lloyd-George, Winston Churchill. Tarihimizde yeri olan, dünya tarihinin de çizilmesinde rol almış heykellerden sadece birkaçı.
Parlamentoların Anası’nda
İngiliz Parlamentosu, “Parlamentoların Anası” kabul ediliyor; dünyadaki nice demokrasinin standartları bu binadan çıktı. Her bakımdan heyecan verici bir bina.
Salonlarından birinde, 100 kişiye aşkın bir topluluk önünde, bundan dört ay önce yayımlanmış olan “Dağdan İniş-PKK Nasıl Silah Bırakabilir? Kürt Sorunu’nun Şiddetten Arındırılması” ismiyle kaleme aldığım Tesev raporu, son dönemde Kürt sorununun içinde bulunduğu aşama ve tabii ki, dünyanın birçok yerinde olduğu gibi İngiltere’de de ilgiyle ve hüzünle izlenmekte olan Van Depremi üzerinde konuştum.
İzleyiciler arasında dört de parlamenter vardı. Emma Reynolds, Eric Joyce, Andy Slaughter ve Jeremy Corbyn. Aralarından üçü, şu andaki seçim anketlerinin sonucu iki yıl sonra da geçerli olursa, İşçi Partisi’nin kuracağı İngiliz hükümetinin üç bakanı. İngiliz geleneklerine göre, muhalefetin iktidar olması halindeki bakanlarının kimler olacağı, muhalefetteyken belli oluyor. Şimdiki sıfatları, bu nedenle “gölge bakan”.
Her biri kısa konuşmalar yaparak, toplantıya katkıda bulundular.
Ben de konuşmamın başında, Türkiye’nin bir numaralı sorununun tartışılmasına gösterdikleri ilgi ve o akşam saatinde, İngiliz Parlamentosu’nun bu harikulade güzel salonunda yer aldıkları için teşekkür ettim ve “Bu rapor, adres olarak, ülkemin bir numaralı sorununa dair, kendi ülkemin karar vericileri ve parlamenterleri için kalem alınmıştı ama kendi ülkemin hiçbir parlamenteri, sizin gösterdiğiniz ilgiyi göstermedi” dedim.
Bu konuşmanın girişindeydi.
Konuşmanın sonunda ise önceki gün itibarıyla, Kürt sorununun çözüm umutları açısından bir iyi, bir de iyi olmayan iki haberin ortaya çıktığını söyledim. “İyi olmayanıyla başlayayım” dedim, “Başbakan Tayyip Erdoğan, bu sabah yaptığı konuşmada, Van Depremi’nde ilk 24 saat önemli eksiklikler olduğunu itiraf etti ve ardından BDP’ye ve CHP’ye yüklenmeyi ihmal etmedi. Ulusal acı döneminde, ülkenin batıdan doğuya depremzedeler için seferber olduğu bir anda, herkesi kucaklayan bir ulusal lider gibi davranması gerekirken, bu tür polemiklere girilmesi hoş değil ve insanların gelecek umutlarını kırıyor.”
Başbakan’ın “Taş atmaya gelince varlar, yardıma gelince yoklar” sözleriyle BDP’ye gereksiz biçimde yüklendiği ayrıntısından söz etmedim.
“Taş atmaya gelince varlar yardıma gelince yoklar dediğiniz kim acaba başbakanım, Vanlı çocuklar mı mesela? Enkaz altındalar ya, belki ondan yoktular” diye Başbakan’ın bu sözlerine gönderme yapan ince eleştiri mesajını sosyal medya ortamında internetten okumuş olduğumdan da söz etmedim.
Bu akıllı twit, Ergun Babahan’ın geçenlerde yazdığı benzer incelikteki saptamasını aklıma getirdi; “On-onbeş yıl sonra dağda öldürmek için mi, çocukları enkaz altından kurtarmaya çalışıyoruz” mealinde yazmıştı.
Bundan da söz etmedim.
“İyi haber” olarak Murat Karayılan’ın son açıklamasından söz ettim. Karayılan, tümü üzerinde önemli durulması gereken ilginç bir açıklama yapmıştı ama benim “iyi haber” olarak sözünü ettiğim, “hükümetin güven verici adımlar atması halinde sorunun siyaset yoluyla çözülmesinden yana olduklarını” söyleyerek “Biz sorunun demokratik yollardan, diyalogla çözülmesini istiyoruz. Bunun için İmralı’da Önderliğimizle müzakerenin sürmesi gerekiyor” şeklindeki sözleriydi.
Demek ki, PKK’nın “devrimci halk savaşı” çözüm, bundan sonra tutulacak yol değilmiş. Hükümet “güven verici adımlar” atarsa, PKK’nın silahları susturacağı ihtimali varmış.
Bu sözleri, “kış yaklaşıyor; zaten silahlı mücadeleyi sürdüremezlerdi. Hem sıkıştılar, çıkış yolu arıyorlar” diye geçiştirmeli miyiz yoksa daha ileri adım atılması ve silahların susması, “kardeşlik kokusunun yayıldığı” bir sırada, depremin aldığı canlara tek bir yenisinin eklenmemesi için mi değerlendirmeliyiz?
Ben ikincisinden yanayım.
Susturun silahları
Ama Murat Karayılan da, bu açıklamanın bir ötesine geçip, şu deprem felaketi döneminde, hükümetin ne yapacağını beklemeden, Van’daki halka ve onunla dayanışma halinde olan Türkiye’nin geri kalanındaki halka saygı gereği silahları susturduğunu ve eyleme kalkışmayacaklarını ilan etmelidir. “Karşı taraf” diye gördüğü ne yaparsa yapsın, “tek taraflı” ve karşılıksız olarak bu adımı atmalıdır.
Bu konuda Tarhan Erdem, depremi duyduğu anda kaleme almış olduğu bir yazı yazdı. Van’daki felaket üzerine PKK’ye ve hükümete düşeni mükemmel biçimde ifade etti:
“İlki silahlı mücadele yapanlara düşendir. Hemen ama hemen kendine bağlı silahların susmasını emretmeli ve bu emrini yüksek sesle açıklamalıdır. Elini tetikten çekenler, askerler karşılaşmadan operasyon alanından uzaklaşmalı, kaybolmalıdır.
İkincisi, bu açıklamayı duyan hükümet, operasyonu, aramayı, ‘şimdiye kadar yapılamayanlar’ diye söylenenleri durdurmalı, asker kışlasına, polis karakoluna dönmelidir.
Silahlı mücadele tarafının liderleri görüşmeye hazır olduklarını açıklamalıdır... Hükümet silahlı mücadele içinde olanların ne yapacağını beklemeden operasyonları durdurmalıdır.
Deprem silah bırakmanın doğruluğunu göstermiş olmalıdır. Deprem alanlarında ne operasyon ne de silahlı mücadele yapılabilir. En katı yürekli insan bile, doğanın gücüyle karşılaştığında aczini anlar, günlük duygularını unutur, bir yana bırakır.”
Şunu bari depremde yapın. Madem ki, her ikiniz de Van’ın ıstırap içindeki insanlarından, kayıplarından “halkımız” diye söz ediyorsunuz; bunu “pazarlık aracı” haline getirmeden, “halkınız” için yapın.
Paylaş