Paylaş
Süphan, her vakit kendisini olanca ihtişamıyla göstermez. Kimi zaman sis ya da pusun arkasına gizlenir, kimi zaman da bulutlar onu örter, kimselere göstermez.
Van’a, daha doğrusu Van’a son gidişlerimde kalmayı alışkanlık haline getirdiğim Edremit’e vardığımda, ilk sorum, “Sabah uyanınca Süphan görünüyor mu bugünlerde?” olur.
O büyüleyici manzarayı, ondan eksik kalmamak, kendimi sadece Van’a, Edremit’e gidişle sınırlamamak için dizüstü bilgisayarımın duvar kağıdı haline getirdim. Hiç değilse, dizüstü bilgisayarımı çalıştırdığım anda onu görebileyim diye.
Bir İsveç gecesine de, “Van Gölü üzerinden Süphan” görüntüsüyle girdim. Ve, aniden merkez üssünün Edremit olduğu, 5.6 şiddetinde ikinci Van depremi haberiyle karşılaştım. Saray Otel çökmüştü. Van depremine yardım için gelen kurtarma ekiplerinin ve deprem haberlerini iletmek için Van’da bulunan basın mensuplarının üzerine çökmüştü eski otel.
Enkazın kaldırılmaya başlanmasıyla birlikte çirkin gerçekler ortaya saçılmaya başlandı. Ortaya saçıldıkça, yeni bir deprem felaketiyle değil, bir “idari-siyasi cinayet”le karşı karşıya kalınmış olduğu da anlaşılmaya başlandı.
Van, “felaketten cinayete” doğru geçiş yapan bir fay kırığı üzerinde sallanmaya devam ediyor.
Göz göre göre
Hadi 23 Ekim günü yani 17 gün önceki öğleden sonra yüzlerce insanın canını alan 7.2 kuvvetindeki Van-Erciş depremi, bir doğa felaketiydi. Peki, 23 Ekim’den sonra, tüm bölge onca artçı şoktan sonra sallanırken gece vakti Edremit merkez üssünden gelen 5.6 kuvvetindeki deprem de mi doğa felaketiydi?
Çevre ve Şehircilik Bakanı’nın bundan 10 gün önceki basın toplantısı olmasa, buna bir nebze inanan çıkabilirdi. Ancak, o basın toplantısınde söylenen sözler göz önüne alınırsa, bu, bir doğa felaketinden ziyade, pek hafifletici sebebi olmayan “idari cinayet”i andırıyor.
Bakan Erdoğan Bayraktar, 10 gün önce Van’da bir basın toplantısı düzenleyerek, Van ve Erciş’te yeni deprem söylentilerine itibar edilmemesini isteyerek, “Bugün itibariyle diyebilirim ki; deprem açısından en güvenilir Van ve Erciş’tir. Çünkü buradaki fay kırılmış ve enerjisini boşaltmıştır. Büyük depremin olduğu yerde bir daha deprem olmaz. Dünyada bunun bir örneği görülmemiştir. Bugün diyebilirim ki, Van merkez ve Erciş en güvenilir bölgedir. Onun için burada özellikle ağır hasarlı binalara girilmesin. Yıkık binalara yaklaşılmasın. Bunun dışındaki binalara girilebilir.”
Van depreminin hemen ardından ben İngiltere’deydim. Dönüşte, Van’a gidip gelmiş olan M. Ali Birand’a izlenimlerini sormuştum. “En dikkate değer sorunun, Van şehir merkezinde insanların yeni deprem korkusu yaşamaları ve bu yüzden keskin soğuğa rağmen, gecelerini evlerine girmeden sokakta geçirmek istemeleri” olduğunu anlatmıştı. Anlattığına göre, bu, “ciddi bir psikolojik sorundu. Van-Erciş depremi, insanların psikolojisini daha da bozmuştu.”
Böyle durumlarda kime güvenebilirsiniz? Size, her zaman kendine güvenilmesini aşılamaya çalışmış olan “devlet”ten, “devlet baba”dan başka kime güveneceksiniz?
Van’da 10 gün önce “devlet baba”, Çevre ve Şehircilik Bakanı sıfatını taşıyan (aslında birer mimari ve estetik ucubesi olan TOKİ binalarını dikmekteki başarısıyla yükselen) Erdoğan Bayraktar idi. “Girin evlerinize, Merak etmeyin. Bir daha olmayacak” demişti.
Çukurca’da 24 şehit, Van’da 12...
Şu sırada, ölü sayısı 12. Ülkesinde nice 9’luk depremlerden geçmiş ve Van halkının yardımına büyük bir feragat ile ta Japonya’dan koşup gelmiş olan doktor Miyazaki de, 5.6 ile üzerine çöken Saray Otel’in altında kalarak hayatını kaybetti.
Bir tür “insanlık şehidi” sayılması gereken Miyazaki de mi “doğal felaket” kurbanı sayılmalı? Yoksa, “idari cinayet”in aldığı bir can mı o?
Çukurca saldırısında 24 askerin şehit edilmiş olması, bir “askeri eylem”den ziyade bir “siyasi cinayet” niteliğindeydi. Çukurca saldırısının, bir “askeri üstünlük”ten ziyade “intikam” nitelikli olduğunu PKK’nın kendisi açıklamıştı. Bu açıklama, “intikam” amaçlı saldırının sonucunu kendiliğinden “siyasi cinayet” çerçevesinin içine yerleştiriyor.
Peki, Çukurca’da 24 askerin şehit düştüğü olay, “cinayet” gibi algılanmaya uygunsa, Çukurca’dan iki-üç saat daha kuzeyde Van’da 12 kişinin hiç yere, göz göze ölmesini nasıl nitelemek gerekecek?
O da “idari cinayet” işte.
Çukurca’da 19-20 Ekim gecesi “cinayet”in faturası ağır biçimde ödetildi. Çukurca Kazan Vadisi’nde hala PKK’lı bedenlerin parçaları toplanıyor. Kaç kişinin devletin giriştiği misillemede öldürülmüş olduğu bile netlik kazanmadı.
Hesap sorulacak mı?
Peki, Van’daki “idari cinayet”in faturasını kim, nasıl ödeyecek?
Örneğin, bayram günlerini İstanbul’dan Rize’ye ateşli nutuklar atarak geçiren ve çok kez savcı rolünü üstlenen Başbakan, bayramın son günü gerçekleşen bu “idari cinayet”in hesabını soracak mı?
Van’da durumun, Türkiye’nin batısında algılananın çok ötesinde olduğunu, dünkü Radikal’de Pınar Öğünç’ün şu satırlarında anlamak mümkün:
“Deprem enkazının dibinde halka, kurtarma ekiplerine gaz bombası atmayı, insan coplamayı kime anlatabilirsiniz? Kurtarma ekibinden önce, özel eğitimli çevik kuvvet gönderilen bir bölgede, artık kendinizi halka nasıl dinletebileceksiniz?”
Artık insanlara, Van’ı ikinci kez vuran, Saray Oteli yerle bir eden depremin bir “Takdir-i İlahi” bir “doğa felaketi” olduğunu, bir “idari cinayet” olmadığını, dolayısıyla sorumlu aranmaması ve kimsenin cezalandırılmaması gerektiğini, nasıl anlatacaksınız?
Sadece Van halkına değil, tüm Türkiye’ye; nasıl anlatacaksınız?
Paylaş