Türkiye’ye karşı; Suriye’den yana...

Cumartesi gecesi İstanbul’da bir dost evinde ABD Başkan Yardımcısı Joseph Biden ile beraberdik. Yaklaşık özellikle dış politika alanında 40 yıldır Amerikan Senatosu’nun en hareketli üyelerinden biri olarak isim yapmış ve 20 yıl Amerikan Senatosu Dış İlişkiler Komitesi’nde çalışmış olan Biden, üç yılı aşkın süredir Başkan Obama’dan sonra ABD’nin “iki numarası”.

Haberin Devamı

Biden’ın nitelikleri arasında ABD’nin “Irak dosyası”nın onun elinde olması geliyor. Amerikan Dışişleri, Pentagon, CIA ve Ulusal Güvenlik Konseyi’nin Irak ile tüm bilgileri önce ona sunuluyor.

Başbakan Tayyip Erdoğan ile uzun görüşmesinden çıkıp gelen Biden, bende, dünya politikasında işgal ettiği yere bakıldığında şaşırtıcı ölçüde konuşkan ve üstelik açık konuşan bir devlet adamı izlenimini bıraktı. Konu Irak’a geldiğinde sular seller gibi konuşuyor. Maliki’den Allavi’ye, Nuceyfi’den Haşimi’ye, Talabani’den Barzani’ye, Irak siyasal hayatının baş aktörleriyle konuşmalarını ayrıntıya girerek anlattı. Her biriyle, üç yıldan bu yana, haftada birkaç kez, en aşağı 45 dakika konuştuğunu belirtti.

Bu isimler arasında, Barzani ve Talabani’yle dostluğu yıllar ötesine gidiyor. Onları benim de gayet yakından ve uzun süredir tanıdığım kendisine söylendiğinde eğilerek “Onların en güvendiği kişi benim” dedi.

Haberin Devamı

Biden ile bol bol Irak üzerinde konuştuk. Türkiye’ye gelmeden önce kendisinden brifing aldığı Morton Abramowitz de İstanbul’daydı. Abramowitz ile de, önceki gece, Biden ile konuşmamızın sağlamasını yaptık ve Amerika’nın Türkiye ve Ortadoğu politikasının üzerinde uzun uzun konuştuk.

İki cümlelik özet gerekirse:

1.     Başkan Obama, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın arkasında;

2.     ABD, Türkiye’nin Ortadoğu politikasını destekliyor.

Türkiye ve Arap Devrimi

Türkiye’nin Ortadoğu politikası, “Arap Devrimi” ya da medyatik dille “Arap baharı”nın çerçevesi içinde Abant Platformu’nun konusuydu. Abant Platformu, Cuma gecesi İstanbul Çırağan’da açıldı, Batı’dan ve Arap dünyasından gelen 100’ün üzerindeki katılımcı ile hafta sonu Gaziantep’te devam etti.

Abant Platformu’nun açılış toplantısının yöneticisi bendim. Bir de konuşma yaptım. Söz konusu olanın “Arap Baharı” diye mevsimsel-konjonktürel bir gelişme olmadığı, “Arap Devrimi” nitelemesinin daha uygun düşeceği süresi, nasıl, ne şekilde gelişmelerle cereyan edeceği belli olmayan büyük bir “tarihsel evre”ye işaret ettiği konuşmamın temel teziydi.

O temel tezden hareketle, içine girilen “tarihi evre”de, Birinci Dünya Savaşı sonrasında Ortadoğu’da devrin iki sömürgeci gücü İngiltere ile Fransa tarafından Osmanlı toprakları üzerinde yapılan düzenlemelerin tedricen iptal edileceğini, yepyeni ve nasıl olacağı şimdiden kestirilemeyecek bir yeni düzen ortaya çıkacağını söyledim.

Haberin Devamı

Ortadoğu’nun taksimini öngören belli değişiklikler olmasına rağmen esasları korunan 1916 Sykes-Picot Anlaşması’nın biçimlediği Birinci Dünya Savaşı sonrası Ortadoğu’nun görüntüsünün –hem içerik , hem mevcut devletlerin sınır yapısı olarak- değişeceğini belirttim.

Türkiye, “Arap Devrimi”nin Tunus’ta fitilinin ateşlendiği andan başlayarak ama en önemlisi yanı başında Suriye’ye “alevlerin” ulaştığı asıl “sınav noktası”nda, “değişim”den yana, “bölge statükosu”nun korunmasına karşı tavır aldı.

Aldığı bu tavır ile tarih tekerleğinin döndüğü yöne yüzünü çevirdi. “Değişim”den yana tutum takınmak, kaçınılmaz olarak, kendisini de değişim ve dönüşüme zorlayan bir tarih evresine girmek demektir.

Haberin Devamı

“Bölgede değişim yanlısı” pozisyon almış olan Türkiye, bölgeye ne sunacaktır. Daha demokratik ve daha özgür bir ülkeye mecburdur. “Bölge gücü” konumunun sürmesi ve işlevselleşmesi için başka çaresi yoktur.

Bunları da söyledim.

“Türkiye bir bölge gücü müdür?” sorusunun cevabı içinde anlattım. “Türkiye bölge gücü müdür; bölge gücü mü olacaktır ya da olmalıdır?” sorusunun anlamsız olduğundan hareketle.

Çünkü, Türkiye, şu anda zaten “bölge gücü”dür. Sorulması gereken iki soru şudur:

1. “Bölge gücü” konumunu sürdürebilecek midir?

2.  “Bölge gücü” konumunu sürdürebilmesi için bölgeye somut olarak ne sunabilir?”

Türkiye’nin bölgedeki muazzam devrimci-değişim rüzgarıyla aynı yönde ve bir “model” olarak yer alabilmesi için en önemli kozu, bir Müslüman-demokratik ve özgür bir ülke olarak sahnede yerini almasıdır.

Haberin Devamı

Yeni Sykes-Picot

Bu “tez”in Türkiye içindeki karşıtları kadar, onlardan da önemlisi ve onlara güç veren bölgedeki karşıtları mevcut. Onların “tez”i basit ve iki nokta üzerinde toplanıyor:

1.     Bölgede olup-biten dış güçlerin bölge dizaynı ile ilgilidir ve aslında söz konusu olan “Yeni Sykes-Picot”dur.

2.     Türkiye, “yeni Sykes-Picot”da Batılı güçlerin yanında yer almaktadır; Araplar, Osmanlı hakimiyetinin yeni Türkiye üzerinden bölgeye yayılmasına karşıdırlar. Türkiye lider falan değildir, öyle olması Araplar tarafından istenmemektedir.

Bu da bir “tez” ve olan-bitenin bir “Arap Devrimi” olmayıp, “yeni Sykes-Picot”, başka bir deyimle bir “yeni emperyalist oyun” olduğunun en iddialı teorisyeni, bu “tez”i dillendirmiş olan ünlü Muhammed Hasaneyn Heykel.

Haberin Devamı

Heykel, “üç buçuk plan”dan söz ediyor ve “yeni Sykes-Picot”nun gerçekleşmesi için gündeme getirilen “üç buçuk plan”ı şöyle öne sürüyor:

“İlki, yerine getirilmesi kararlı gözüken ve etkili araçları olan ve izleyicilerini motive eden Batılı bir plandır. İkincisi ihtiraslı gözüken Türk planıdır. Üçüncüsü, uzaktan ürkekçe davranan İran planıdır. Buçuk ise kabalıkla karakterize olan İsrail planıdır.”

Heykel, “Plan”ı “aşağı yukarı görebildiğini” iddia ederek, “Duvara asılan haritalar toplanıp sarılıyor. Çünkü sahne değişmiştir... Yitirilmiş olan bölgeler geri alınıyor veya geri alınmakta. (Libya’yı kastederek cç) Bütün bunlar tekrar planlanan, tekrar düzenlenen ve tekrar, bir daha elden çıkmaması için güvenli hale getirilmek istenen bir Ortadoğu için hazırlanıyor” diye ekliyor.

Diktatörlük yandaşlığı

Muhammed Hasaneyn Heykel’in bu görüşlerini yayımlayan “Arabist” adlı blogta yorum yapan Mecdi Abdülhadi isimli bir Mısırlı ise şöyle diyor:

“Tümüyle saçma. Arabist’in ‘eğitilmiş Arap kitleleri’nin baş komplo teorisyenine yer vermiş olmasından şoke oldum. Bazan içimden, El-Cezire’ye hayatı boyunca diktatörlüğü savunmuş olan bu fosili/mumyayı tekrar canlandırıp ekrana çıkarttığı için, küfretmek geliyor. Onun sözleri Baas ve diğer Arap despotların kulaklarına söylenen müzikten başka bir şey değil.”

Türkiye’de Suriye’yi kollayanların yazdıkları, söyledikleri de öyle.

Yazarın Tüm Yazıları