Paylaş
Suriye, dünya politikasında rol sahibi hemen her ülke açısından çok önemli bir “sınav” haline geliyor ve bu gerçek, Türkiye için haydi haydi geçerli.
Türkiye’nin Suriye’deki krizin başından beri Şam’daki diktatörlüğe karşı takındığı tavrın yanlış olduğu söylenemez. Ama, Türkiye’nin yutacağından fazlasını çiğnemeye çalıştığına dair bir “algı”ya yol açtığı da kolay kolay inkar edilemez.
Suriye konusunda, Türkiye’ye dönük beklentilerin giderek arttığı şu dönemde ise, Türkiye’nin o beklentileri karşılayabilmesinin mümkün olamayacağı ise, Suriye politikasındaki tavrının yanlışlarından ziyade, iç politikasının fazla “bagajlı” hale gelmesinden kaynaklanıyor.
Dış dünyadan gelen beklentilerin nasıl yükseldiğinin en çarpıcı örneği, bir önceki yazımızla eş zamanlı olarak İngiliz gazetesi The Independent’ın Cumartesi günü yayımlanan başmakalesi. “Türkiye’nin Suriye’de öncülük yapmasının tam zamanı” başlıklı The Independent başmakalesinde şu satırlar dikkat çekici:
“(Suriye’deki) çıkmazın en şaşırtıcı yönü, Türkiye’nin kriz boyunca etkili biçimde davranmakta başarısız olmasıdır... Burası (Suriye) Ankara’nın bir bölge gücü olarak ilk ciddi sınavıydı ve bu sınavda, bugüne dek, sınıfta kaldı. Ama gelecekteki çözüm, Suriye’nin komşuları arasında bir etki yapabilecek tek ülke olduğu için Türkiye’yi de içermelidir.”
Yazı, Tayyip Erdoğan’ın Suriye’deki kriz süresince bazı taktik hatalarına işaret ederek şöyle devam ediyor:
“Türkiye’nin Suriye rejimiyle ilişkilerin toptan koparmamış olması tercih edilebilirdi. Erdoğan’ın kartlarını kötü oynaması sonucunda, Şam üzerinde belirleyici etki sahibi olarak Türkler yerine Ruslar ortaya çıktı Ama inisyatifi geri almak için hala zaman var.Eğer bölgesel bir girişim olacaksa, Suriye halkının demokratik ve medeni haklarına duydukları kaygıdan ötürü Esad’ı devirmek istedikleri numarasını yapan, dünyada kalan son mutlak monarşilerin, saçma ikiyüzlülüğünü önlemek için, Suudi Arabistan ve Katar yerine, bunun Türkiye’nin öncülüğünde olması çok daha iyidir.”
Ve şöyle noktalanıyor:
“Bu aşamada Suriye’deki rejimi iktidardan devirmek zor görünüyor. Dünyanın yüzyüze bulunduğu ihtimal, ürkütücü bölgesel yansımalarıyla, uzun süreli bir gerilla savaşı. Bu dahi, kesin galibi ortaya çıkarmayabilir. Uluslararası askeri girişim ya da isyancıları silahlandırmak da, gerçekleşmeyecek bir şeyi, Rusya’nın kazanılmasını varsaysak bile, tavsiye edilmez. Bununla birlikte, uluslararası toplumun yapabileceği bundan öteye bir şey var. Suriye’nin sivil halkının müthiş çilesini hafifletmek için, insani yardım koridorlarının kurulması. Bunun başını çekip çekmemekk, Ankara’ya bağlı.”
Ne var ki, Türkiye’nin üzerine yığılmakta olan bu tür “insani yardım koridorları”nın oluşturulması beklentileri, “tampon bölge” olmadan mümkün değil. Askeri olarak korunamayan, Suriye rejiminin vahşetini caydıracak bir güç olmadan, “insani yardım koridorları” nasıl kurulabilir?
“Tampon bölgeler” olmadan, “insani yardım koridorları” da olmaz.
Türkiye’nin “tampon bölgeler”in oluşturulması için başı çekmesi de, pek altından kalkabileceği bir iş değil. The Independent gazetesinde, dünyanın önde gelen gazeteci-uzmanlarından Patrick Cockburn’ün Şam’da bir hafta kaldıktan sonraki haber-yorum yazısındaki şu satırlara göz atalım:
“Suriye krizinin özünde, 40 yıl boyunca Esad ailesi tarafından yönetilen bir polis devletine karşı bir devrim yatıyor. Fakat, bu halk ayaklanmasını lekeleyen ve daha karmaşık hale getiren, iki paralel mücadele yürüyor. Biri, Suudi Arabistan ve Katar’ın yönettiği Sünni Arap güçlerin Şiiliğe karşı mücadelesi. Diğeri ise, ABD ile Suudi önderliğindeki, Arap dünyasında en önemli müttefiki Suriye olan İran’la hesaplaşma. Suudi Arabistan’dan gelen silahların şimdi isyancılara ulaşmakta olduğu haber veriliyor. Iraklı yetkililer, Şii köylüleri öldürmekle ünlü El-Kaide savaşçılarının yollarını, Bağdat’ın kuzeydoğusundaki Diyala vilayetinden Suriye’ye çevirdiğini söylüyorlar...
Türk sınırının Suriye tarafında insani amaçlı “güvenli bölge” kurulması önerileri, bir savaş reçetesidir (ve Türk yönetimine ilişkin kötü anıları olan Halep’teki Ermeniler ile Kamışlı’daki Kürtleri dehşetedüşürecektir.) Buna seçenek olarak, amacı esas olarak mezhepçi ve anti-İran olan Suudi mutlak monarşisi tarafından parası ödenmiş silahları Suriye’ye pompalamak, sadece şiddeti tırmandıracaktır.”
Şiddetin zaten tırmanmakta olduğunu ve bunun, başkent Şam’a yayılmasının kaçınılmaz göründüğünü ise Patrick Cockburn şöyle ifade ediyor:
“İsyancılar, Şam’da oldukça kolaylıkla bir bombalama kampanyası başlatabilir ve seçilmiş hedefleri suikastlar düzenleyebilirler. Bu, onların askeri olarak güçlü olduklarının bir işareti değil ama yeterli silahları ve deneyimli savaşçıları olmayan bir hareket için bu yollar istikrarsızlık sağlamak için basittir. İsyancılar, bunu, Duma gibi şehrin çevresindeki ve büyük ölçüde denetimleri altında tuttukları yerleri bir üs olarak kullanarak yapabilirler.
Bunların hiçbir Şam halkı için iyi haberler değil, zira hükümetin misillemesi ve toplu cezalandırmanın sürekli ve çok vahşice olacağı bekleniyor. Dünyanın güzel şehirlerinden biri olan Şam’ın, son 50 yıl içcinde Beyrut’u, Bağdat’ı ve Belfast’ı içine alan nefret, korku ve yıkımın eşiğinde bulunması çok üzüntü verici...”
Burnunun dibindeki bu karanlık tabloyu değiştirebilecek ve adeta tüm uluslararası toplumun değiştirmesini beklediği, Türkiye’den başka bir ülke yok. Ama, bunu yapabilecek, sadece demokratik bir Türkiye olabilir.
Şu anda, Türkiye’de demokrasi, ciddi şekilde patinaj yapıyor. Öyle bir Türkiye, Suriye’nin altından hiç kalkamaz.
Türkiye’de, Suriye konusunda daha ziyade tribünlere dönük bütün şişinmelere rağmen, Türkiye’nin “Suriye sınavı”nın altından kalkamadığı dış dünyada tespit edilmeye ve dillendirilmeye başlandı.
Dışarısı öyle görüyor.
Peki, Suriye konusunda, “Devrim”in başladığı günden beri, Suriye halkının yanında durması ve bunu etkili biçimde yapması için, Türkiye’nin Suriye politikasına arka çıkmış olan biz, “içerden” nasıl görüyoruz?
Türkiye’nin içi, iktidarın davranışlarıyla bu kadar “karartılırken”, bugüne kadar “Suriye sınavı”nı başaramamış olmasından vazgeçtik, “başaramayacağı”ndan korkuyoruz.
Paylaş