Paylaş
İkide bir gündeme Filistinlilerin bölünmüşlüğü, buradan hareketle bir olası “barış süreci”nde Filistin temsiliyetinin belirsizliği gündeme getiriliyor. Doğru. Ancak, İsrail’i kimin, ne kadar temsil ettiği de sorunlu olacak gibi. Dolayısıyla, Obama yönetiminin ve Ortadoğu’ya atadığı George Mitchell’ın işi kolay olmayacak.
İsrail seçimlerinin sonucunun alınacağı sıralarda (bugün) Mısır Devlet Başkanı Hüsnü Mübarek de Ankara’da olacak. Hüsnü Mübarek’in Ankara’ya geldiği her vakit, Türkiye’nin “bölge profili”nin yükseldiği ve genellikle “krizli dönemler”dir. 1991’de Körfez Savaşı zamanı, Türkiye’nin Turgut Özal diplomasisiyle bölgede ön aldığı bir dönemde Ankara’ya gelmişti. 1998’de Süleyman Demirel, Abdullah Öcalan’ın Suriye’den çıkartılması doğrultusunda “askeri seçenek”i öne çıkarttığında da, Hüsnü Mübarek, İranlıların yanı sıra, koşa koşa Ankara’ya gelmişti.
Hüsnü Mübarek’in bu seferki gelişi de Gazze krizi ertesine denk geliyor. Filistin Yönetimi Başkanı Mahmud Abbas’ın Ankara ziyaretinin hemen ertesine. “Diplomatik trafiğe” ve adreslere bakıldığında, Ortadoğu’da “şekillenen yeni oyun plânında Ankara’ya merkezi bir rol çıkmayacağı anlaşılıyor” değerlendirmesi pek isabetli görünmüyor.
*** *** ***
Türkiye’nin Ortadoğu’da faal ve etkili bir aktör olmasını istemeyenler gayet geniş bir yelpazeye yayılıyorlar. Hatta neredeyse isteyen hiç kimse yok bile denebilir. Batı –başta ABD- Mısır’a özel bir rol atfediyor ve Mısır’ın rolünün Türkiye tarafından çalınmasını pek arzulamaz görüntüde. Nitekim, Münih’te hafta sonu ABD’nin “yeni uluslararası politika” yaklaşımını ilk kez dillendiren Joe Biden, Gazze’ye ilgili yakın gelecekteki düzenlemelere ilişkin Mısır’ın adını altını çize çize telaffuz etti.
Ne var ki, niyetler ile gerçekler arasında çok kez tam bir uyum olmuyor. Jeopolitik konum itibarıyla Mısır ile Gazze ilişkisinin, Türkiye ile Kuzey Irak (Irak Kürdistanı) ilişkisinden farkı yok. Mısır’ın hem kendi içindeki ana muhalefet akımını Müslüman Kardeşler’in oluşturuyor olmasından, hem de Müslüman Kardeşler’in Filistin kolu olan Hamas’ın Gazze’deki konumundan ötürü, “jeopolitik gerekleri”nin yanı sıra Gazze ile özel olarak ilgilenmesi anlaşılır bir şey. Ayrıca, Gazze’nin 1948 ile 1967 arasında Mısır denetiminde (ve yönetiminde) bulunduğu da unutulmamalıdır.
Bununla birlikte, Mısır’ın Gazze ile ilgili önemli bir açmazı mevcut. Mısır, bir yandan ABD’nin desteğiyle Gazze sorununda “arabulucu” rolü üstleniyor, diğer yandan Gazze ile ilgili gelişmelere taraf. Kendi iç politika dengeleri nedeniyle de taraf. Bu bakımdan, “arabuluculuk” rolü ile “taraf olma konumu” birbiriyle çelişiyor. Bu nedenlerle, Mısır, kendisinden beklenen rolü yerine getiremiyor.
İsrail ile Hamas arasında ne derece “güvenilir” ve tarafların birbirlerine yönelik “mesajları”nı doğru taşıdığı konusunda her iki tarafta kuşku uyandıran bir “geçmişi” söz konusu. Bütün bu nedenler, Davos’un İsrail nezdinde uyandırdığı tüm olumsuz duygulara rağmen, Türkiye’ye kendiliğinden alan açıyor.
Yani, İsrail’de kim işbaşına gelirse gelsin, “pratik nedenler”den ötürü ve Mısır’ın kendisinden beklenen rolünü yerine getiremiyor olmasından dolayı, Türkiye’nin kapısını çalmaya mecbur kalacak. Meğer ki, İsrail’in yeni yöneticileri Obama yönetiminin yaklaşımına sırtına döner ve her türlü “barış süreci”ni reddederek bir “saldırı politikası” yürütürse, başka. Ama öyle bir ihtimal hiç gerçekçi görünmüyor.
Kaldı ki, bölgenin en önemli ve “negatif anlam yüklenen” güç merkezi İran olduğu sürece, İran karşısında Sünni güç merkezi olarak Mısır ve S.Arabistan’ın aczi ayan beyan ortada kaldıkça, Türkiye’ye –yine ister istemez ve hatta kendisine rağmen- bir “geniş manevra alanı” açılacaktır.
Uluslararası dengeler, bölgenin geldiği yeni nokta ve yeni dinamikler Türkiye’yi Ortadoğu’da “olumlu rol sahibi” bir “ağırlık merkezi” olarak öne çıkartıyor.
Batı’nın Ortadoğu’daki stratejik yaklaşımının “ana sütunu” Mısır’ın Hüsnü Mübarek’inin İsrail seçimlerinin 24 saat ardından ve İsrail’in Gazze’deki 22 günlük katliam saldırısındaki “zımnî işbirliği”nden sonra Ankara’ya gelmesine doğru teşhis koymalıyız.
*** *** ***
Türkiye’nin Cumhurbaşkanı yarın önemli siyasi ve ekonomik sonuçlar üretme kapasitesini sahip bir ziyaret nedeniyle Moskova’da. Mısır Cumhurbaşkanı bugün Ankara’da. İsrail’de dün seçimler yapıldı. Irak, yerel seçimlerinin sonuçlarının hazım aşamasında. İran’da Haziran ayında Başkanlık seçimleri yapılacak. Yeni Amerikan yönetimi İran ve Rusya konusunda yeni bir yaklaşım benimsemiş, bunun “modaliteleri”ni belirlemeye uğraşıyor.
Münih’ten biz Dışişleri Bakanı Ali Babacan ile Kafkasya yoluna düşerken, Richard Holbrooke, 10 günlük bir gezi için Afganistan, Pakistan, Hindistan yollarındaydı. Amerika’nın yeni “Merkezi Komutanı” General David Petraus’un Münih’te yaptığı konuşma, Türkiye’nin Afganistan konusundaki telkinleriyle önemli ölçüde uyum gösteriyordu.
George Mitchell, ikinci Ortadoğu turuna yakında çıkıyor. Türkiye ile yolları kesişecek.
Bütün bu işaretler, ABD’nin ve Obama yönetiminin bundan sonraki dört yılına damgasını vuracak politikaların 2009’un ikinci yarısında netleşeceğini ortaya koyuyor.
2009’un ilk yarısı ile ikinci yarısı, Türkiye ile ABD arasında Ortadoğu’yu da aşacak çok geniş bir coğrafyada bugüne dek olandan çok daha sıkı bir “eşgüdüm” ve “işbirliği”ni zorunlu ve anlamlı kılacak.
Mesele, bu olgunun idrakinde olarak davranmak, geleceğe bu ipuçlarıyla bakabilmekte…
Paylaş