Ankara-Tandoğan ile başlayan, İstanbul-Çağlayan’la “tavan” yapan, İzmir-Gündoğdu ile önemli bir “sosyal fenomen” haline gelen “Cumhuriyet mitingleri”ne ?aradaki Manisa ve Çanakkale’nin yanısıra- en son Samsun de eklendi. Samsun mitingi, en kalabalığı değilse bile, “en hareketlisi” diye nitelendi.
Bir aya yakın süredir “meydanlara dökülen orta sınıflar”ın “enerjisi” dinmişe benzemiyor. Mitingler zinciri, Washington’dan Berlin’e uzanan alanda, Atatürkçü Düşünce Derneği’nin girişimiyle yurtdışına da taşınmaya başlıyor. Milliyet, benim ortaokul-lise arkadaşım, ODTÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürü Prof. Sencer Ayata ile söyleşiyi “Yeni orta sınıf meydana çıktı” başlığıyla manşetine taşıdı.
CHP geleneğinden, koyu “laik” pozisyonu ile tanınan sosyolog Ayata, mitinglere katılan kitleye “çoğu, genellikle iki çocuk sahibi, çekirdek aile; çoğunluğu apartmanlarda uydu kentlerde yaşıyor; kadınlar genellikle eğitimli, en azından emekli olana kadar çalışıyor; yaşamları tüketim merkezli, alışveriş merkezlerinin mantar gibi çoğalmasıyla yeni orta sınıfın büyümesi arasında çok yakın bir ilişki var” tanımlamasıyla “kimlik kartı” veriyor.
Bu köşede, mitingler başlayalı ve yayılalı beri, “şehirli orta sınıflar” tanımını defalarca kullanmış birisi olarak, Prof. Ayata’nın bu “karakteristik özellikler”in altını çizerek yaptığı tanım, benim bakımımdan “yeni” ve “şaşırtıcı” olmadı. Hatta, “şehirli orta sınıflar” tanımımla örtüştü.
Ancak, “yeni orta sınıf” tanımından pek emin değilim. “Şehirli” orta sınıfa evet ama “yeni orta sınıf” değil. Tersine, Cumhuriyet’in kuruluşundan başlayarak oluşmuş “geleneksel orta sınıf”ın devamıyla karşı karşıyayız. Bu, orta sınıfın “yaşamları hep tüketim merkezli” olagelmiştir ve “çağdaşlık”ları, “modernizm”leri ve “Batılı” yanları da, esas olarak, “Batılı tüketim modeli” ile şekillenmiştir.
Açmaz da buradadır. “Batı tüketim kalıpları”na yatkın, fakat “Batı düşünce sistematiği” ve “Batılı üretici, girişimci” özelliklerinden uzak, “bürokrasi eksenli” bir Cumhuriyetçi orta sınıftır bu.
Benim için son derece bilinen, tanıdık bir yapıdır; zira ben, aile kökenim itibarıyla bu sınıfa mensubum, “doğal çevrem” bu sınıf mensuplarıyla dolu. Kaygılarını, korkularını ve öfkelerini de gayet iyi bilirim. Bu “doğal çevreme” ayna tuttuğumuz andan itibaren, öfkeleri de misliyle artarak bize dönüveriyor.
*** *** ***
Bu, “yeni” değil “eski orta sınıf”tır ve içlerinde hatırı sayılır ölçüde “yarı-aydın” barındırır. Örneğin, Cumhuriyet mitinglerinin “sembolü”nün “bayrak” olması pek ilginçtir. Ayyıldızlı bayrağımız ile “Cumhuriyet’in temel değerleri” ?kastedilen “laiklik” arasında birebir ilişki kuran bir zihniyet söz konusudur.
Oysa, kırmızı zemin üzerine ayyıldızlı bayrak, Osmanlı İmparatorluğu’nun bayrağıdır ve üzerindeki “hilal” ise “Müslüman kimliği” yansıtır. Dünyanın her yerinde olduğu gibi, Türkiye’de de. Cumhuriyet mitinglerini bayrakla süsleyenlerin, tahammül edemeyeceği kesimler için de kırmızı zemin üzerindeki bayrağımız, çok güçlü bir “referans noktası”dır; bunu pek akıllarına getirmezler.
Bayrak, birbiriyle kutuplaştığı gözlenen toplumsal kesimlerimizin “ortak paydası”dır örneğin. Ve, gayet ilginç bir paradoks, “şehirli orta sınıflar”ın, meydanlarda heyecan ve coşkuyla seferber olmasına neden olan, onların “şeriat yanlıları” diye gördükleri de “orta sınıflar”dır ve üstelik onlar “yeni orta sınıflar”dır.
Bu noktada, sözü bir çok saha araştırmasını yürütmüş olan Tesev’in Başkanı Can Paker’in Haberx adlı internet sitesindeki söyleşisine bırakalım; Can Paker, “Türkiye çok genelde çok derin bir fayla olmamakla birlikte, yüzeysel bir fayla ikiyi ayrılıyor” diyor ve şöyle devam ediyor:
“... Laik diye adlandırdığımız taraf, Türkiye’nin yüzde 30’unu teşkil ediyor. Bu yüzde 30, kendi içinde de bölünmüş vaziyette. Bunun yüzde 10’u fevkalade ulusalcı,.. Avrupa, Amerika ve küreselleşe aleyhtarı, Türkiye’nin izolasyonist bir politika içinde gitmesini isteyen bir söylemin sahipleri. Geri kalan yüzde 20; temel düşünce olarak demokrat, başka yabancı kültürleri anlamaya ve onlarla beraber yaşamaya açık, ama ciddi bir laikliği kaybetme korkusu ve hassasiyeti içinde.... O mitingleri düzenleyenler yüzde 10’lara ait. Katılanlar yüzde 20’ye ait.”
Can Paker, “geri kalan yüzde 70’lik”, genel olarak “muhafazakar değerler”i benimseyen kitleyi ise, saha araştırmalarının verilerine göre şöyle anlatıyor:
“Yüzde 70’de şeriatçı olan yüzde 10’dur. Devletin yönetim sisteminin şeriata göre olmasını ister. Geri kalan 50 ile 60 civarında bir şey. Onlar; evet dindar, muhafazakar. Ama daha modern yaşamak isteyen, çocuğuna daha iyi eğitim vermek isteyen, daha iyi sağlık hizmeti almak isteyen, kırsaldan şehre doğru göçmüş, yani çeperden merkeze doğru hareket eden kitlelerin oluşturduğu bir yüzde 50-60’tır o. Şimdi o yüzde 50-60’ı ve buradaki (laik cephe) yüzde 20’yi beraberce ele alırsanız, bu, Türkiye’nin yeni yükselmekte olan orta sınıfıdır... Dolayısıyla yüzde 81’lik bir orta sınıf kesimi var. Bunların İslami tarafının da, laik tarafının da birbirleriyle yaşamakta bir sorunları yok... Beraber bir yerlere gidiyorlar. Ama bir tarafın laik kaygıları var. Öbür tarafın da İslami referansları var. Yeni bir sentezle, Türkiye toplumu, yeni bir orta sınıf yaratmaya doğru gitmekte. Ama, tabii ki bazı siyasi odaklar, hem bunların henüz birleşmemiş yaşam tarzını, hem de o iki uç radikal kısmı kullanarak siyaset yapmak istemektedir. Olay budur...” Aslında, Türkiye’nin “girişimci”, “yeni” orta sınıfları, kırsaldan şehre doğru göçmüş, çeperden merkeze doğru hareket halindeki “öbür taraftaki” orta sınıflar. Eski ile yeni, ne ölçüde “amalgam” hale gelirse, Türkiye toplumu, o ölçüde sağlam bir “orta sınıflar omurgası”na kavuşabilecek.
*** *** ***
Orta sınıflar, tarihi örneklerin gösterdiği gibi demokrasinin, demokratik siyasi kültürün ve demokratik kurumsallaşmanın sınıfsal zeminini oluştururlar. Yine, yakın tarihi tecrübenin ortaya koyduğu gibi faşizmin kitlesel cephanesini sağlarlar. Türkiye’de “orta sınıflar dinamizmi”nin hangi yöne savrulacağını, seçime giden yolda ve daha ziyade seçim sonuçlarının alınmasından sonra daha net görebileceğiz...