Paylaş
Başbakan Tayyip Erdoğan, Londra’ya giderken uçakta Iraklı Kürt liderlerin her birinin farklı sesler çıkarttığını, bunun bir “rol bölüşümü” olabileceğinden söz ederken, aklına birden Hoşyar Zebari geldi ve Hoşyar’ın Türkiye ile Irak hükümetleri arasında bir süre önce imzalanan Terörle Mücadele Anlaşması’nda “sıcak takip” konusunda en hararetle karşı koyan kişi olduğunu hayret-hayal kırıklığı ile anlattı.
Hoşyar Zebari ise Newsweek röportajında, Ali Babacan’ın Bağdat’ta beklendiğini belirtiyor ve “Geldiğinde öncelikle onu dinleme kararı aldık. İkincisi, kuzeydeki PKK varlığı ve faaliyetine ilişkin alınabilecek pratik önlemleri konuşmak ve tartışmak için Ankara’ya bir heyet göndermeye hazırlandık” diyor ve devam ediyor: “Buradaki pürüz şudur –ki, bu,Türk pozisyonunun paradokslarından biridir- Kürt bölgesinde Kürdistan Bölge Hükümeti’nin (KBH) tüm desteği, katılımı ve altına gireceği yükümlülük olmadan pratikte hiçbir şey yapılamaz. Bu noktada Türkler isteksiz. Geçen yıl Türkiye, ABD ve Irak arasında Türkiye’nin meşru güvenlik kaygılarına hitap etmek için, askeri ve güvenlik konularında üçlü bir komisyon kurulmasını kararlaştırarak, buna KBH’yi bir Irak heyetine dahil etmek istedik. Türkler bunu reddettiler...
Kısa bir süre önce Erdoğan’ın bu tür bir düzenlemeyi kabul edebileceğini gösterdiği gözüküyor. Bu olursa, sanıyorum ki, ileriye doğru çok büyük bir adım atılmış olacaktır.”
Böyle bir Irak delegasyonu, aralarında Barzani’nin KDP’si ve Talabani’nin KYB’sinden birer yetkiliyi de içine alarak Ankara’ya geldi. Haftaya da Irak Kürt partileri temsilcilerinden oluşan bir heyetin Ankara’ya geleceği bildirildi.
Ortada tuhaf bir durum var. Ankara, Irak’ın kuzeyindeki Kürt oluşumunu ve onun yetkililerini “meşrulaştıracağı” düşüncesiyle bir yandan onları yok var sayan bir tavırda, diğer yandan onlarla temaslar bir şekilde filizleniyor gibi.
Ayrıca, Irak’ın kuzeyindeki Kürtleri, elde ettikleri ile tanımadan, onlarla herhangi bir “diyalog” mekanizması geliştirmeden, PKK’nın yalnızlaştırılması ve ağır darbe indirilmesinin, sadece Amerikan, Türk veya Türk-Amerikan ortak operasyonuyla gerçekleştirilemeyeceği bir “olgu” olarak bazı zihinlere yerleşiyor olmalı.
Türkiye’de bazı çevreler, “Kuzey Irak bataklığı”nın PKK ile değil, oradaki Barzani yönetimi, bir başka deyimle KBH’nın ezilmesiyle “kurutulabileceği” kanısında. Bu görüşü, yani “Kuzey Irak’ta bağımsız Kürdistan kurulması ihtimali”nin yok edilmesiyle mümkün olabileceğini hararetle savunuyorlar.
Amerikan neo-con’larının en azgın ama Washington’da en itibarlı sözcülerinden, bu arada Ak Parti hükümetinin amansız Amerikalı düşmanı Michael Rubin, dün CNN Türk’te bu konuda en ileri noktaya giderek, “Barzani’nin İmralı’da Abdullah Öcalan’ın yanına konulmadan, bu işin çözülemeyeceğini”söyledi.
*** *** ***
Bu gibi ateşli söylemlerin, konuyu “PKK’ya ağır darbe vurmak ve hareketsiz hale getirmek”ten çıkarıp, gelişmeleri bir “Türkiye-Kürtler savaşı”na çevirmeye götüreceği açık. Böyle bir “savaş”ı “askeri gücü” ile Türkiye’nin kazanacağı çok güçlü bir ihtimal; ama böyle bir “savaş”ın “siyasi” olarak kaybedileceği de açık.
Şu anda nereye, ne süratle seyredeceği ve nerede, nasıl sonuçlanacağı pek belli olmayan gelişmelerin hiç kimsenin bu noktada ummayacağı bir “adres”e varması da ihtimaller dahilinde. RFE/RTL yani Hür Avrupa radyosunda bu konuda yayınlanan bir yorum çok ilginç hususlara dikkat çekiyor. “Ankara’nın PKK’ya karşı harekete geçmesi için baskısı Irak Kürdistanı’nın bölgesel hükümeti (KBH) üzerinde odaklaşıyor. Ama müzakereler kolay değil. PKK’ya karşı Irak Kürt savaşçılarını, peşmergeleri –muhtemelen Amerikan hava desteği altında- göndermek için Irak Kürtleri Ankara’dan yüksek bir fiyat talep edecekler. Fiyatın ne kadar yüksek olacağı milyon dolar değerinde bir soru” diyor.
Şöyle devam ediyor: “Ankara ve Washington, Amerika’nın Irak’da en güçlü destekçileri arasında bulunan Iraklı Kürt liderlerden çözüm ararken, bu liderler krizi kendileri için değerli bir pazarlık gücü sunmuş olarak görüyorlar. Herhangi bir pazarlığın hedefi ise Türkiye. Ankara’nın ödeyeceği fiyat, PKK’ya karşı harekete geçmeleri halinde kendilerine ne vereceği olacak... KBH’ne yakın gözlemciler, özel konuşmalarında, Irak Kürtlerinin istediği fiyatın yüksek olduğunu ve bunun Ankara’nın, Irak federal devletinin bir parçası olarak, Irak’ın kuzeyindeki Kürt yönetimini resmen tanıması olduğunu söylüyorlar.”
Dünyada Irak konusunda en önde gelen uzmanlardan biri sayılan İrlanda kökenli gazeteci Patrick Cockburn, Kandil’e gittikten sonra The Independent gazetesinde, “3000 kadar PKK’lıyı Kandil’den çıkartabilecek tek gücün Kürt bölge yönetimi olduğunu ancak bunun yapılabileceğine dair bir işaretin bulunmadığını” yazdı ve ekledi, “Bunun bir denedin de paradoksal olarak Türk hükümetinin, kendisine yardım edebilecek tek kurum olan Kürt bölgesel yönetimi ile konuşmamasıdır. Ankara, sınırlarında adeta bağımsız bir devlet olarak Kürt bölgesel yönetiminin büyüyen gücünden korkuyor.”
Aynı konulara değinen Alman Der Spiegel’de ise Türkiye’nin önünde şu anda iki seçenek bulunduğunu öne sürüyor; “NATO’nun ikinci büyüğü olan ordusunu, Washington’un muhalefetine rağmen Irak’a göndermek. Ya da Irak Kürt desteğinin fiyatını müzakere etmek. Pazarlığın nereye gideceğini ve bir Türk askeri harekatı ile sonuçlanıp sonuçlanmayacağını tahmin etmek zor. Ama önümüzdeki günler, muhtemelen haftalarda, Türk askerinin sınır ötesi operasyonundan daha güçlü bir ihtimal olarak yoğun perde arkası müzakereler gözüküyor.”
Der Spiegel’in yorumunun en can alıcı noktası, son cümlesi: “PKK, mücadelesinin son dönemine girmekte olduğunu biliyor. Ve, işte o yüzden hızlı bir diplomatik çözümü önleyebilmek için elinden gelen herşeyi yapmak istiyor.”
*** *** ***
Türkiye-PKK, Türkiye-Amerika, Türkiye-Iraklı Kürtler, Türkiye-Irak gibi birbirinden farklı ama hepsi iç içe geçen unsurlar taşıyan içinde bulunduğumuz “kriz”, ilk günlerde ve başta göründüğünden çok daha karmaşık ve çıkışı ve çözümü de bir o kadar zor. Bu krizle uğraşmak gerçekten “dünyanın en zor işi” olmalı.
O nedenle, akıl, sağduyu, stratejik vizyonu hiç ama hiç yitirmemek gerekiyor. Zira, bu sözcükler, akıl, sağduyu, stratejik vizyon, “ulusal çıkar” kavramıyla eş anlamlı hale geldi.
Paylaş