Paylaş
Türkiye-Ermenistan ilişkilerini kastediyorum. Türkiye ile Ermenistan’ın içine girdiği “süreç”in “geri dönülmez” olduğunun gerekçelerine geçen hafta bir yazıda işaret etmeye çalışmış, yazıyı “Bu işler böyle” diye noktalamıştım.
Bugün yani Cumartesi İsviçre’nin Zürih şehrinde 31 Ağustos’ta açıklanan “protokollar”ın iki hükümet arasında imza töreni var. Bir tarafta Ahmet Davutoğlu, diğer tarafta Edvard Nalbantyan. İki Dışişleri Bakanı. İmza töreni, sadece ikisi ya da iki ülke arasında kalsa, ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, Rusya Dışişleri Bakanı Sergei Lavrov, Karabağ’a çözüm bulmaktan sorumlu AGİTMinsk Grubu’nun üçüncü “eş başkanı” Fransa’nın Dışişleri Bakanı Bernard Kouchner ve AB’nin Dış Politika ve Güvenlik Başsorumlusu Javier Solana da “sağdıç” olarak hazır bulunacaklar Zürich’teki imza töreninde.
Bu şu demek: Türkiye-Ermenistan normalleşmesi –ki “protokollar”ın imzalanması o yönde atılmış ilk “formel” adım- uluslararası sistemin “garanti belgesi”ne sahiptir.
“Geri dönülmez” bir süreç olmasını da buradan anlamak durumundayız.
“Protokollar”ın imzalanmasıyla iş bitmiyor; her iki ülke parlamentosunun onayı da “protokollar”ın yürürlüğe girmesi için şart.
Peki, “protokollar’”ın yürürlüğe girmesi ne demek?
Esas olarak şu iki şey demek:
1. Türkiye ile Ermenistan arasında diplomatik ilişkilerin kurulması;
2. İki ülke arasında 1993’ten beri kapalı bulunan kara sınırının açılması.
Ankara’da TBMM’den, Erivan’da Ermenistan Parlamentosu’ndan “normalleşme”nin geçmesi ve böylece bir “uluslararası anlaşma” hükmü kazanması için, parlamentolara sevkedilecek bir şey olması gerekiyordu. Zürih’te bugünkü imza töreni işte bu.
Üstelik, “uluslararası sistem”in sağdıçlığında, Türkiye-Ermenistan normalleşmesi hatta yakınlaşmasına “garanti belgesi” vermeleri anlamıyla...
*** *** ***
Bu noktada Ermenistan Cumhurbaşkanı Serj Sarkisyan’ın 14 Ekim’de Bursa’da oynanacak Türkiye-Ermenistan futbol maçına gelip gelmeyeceğinin “resmen” ve “alenen” bilinmiyor olmasının şu anda fazla kıymet-i harbiyesi yok. Çünkü gelecek.
Geçen yıl Abdullah Gül’ün Erivan seyahati de son dakikaya kadar “bilinmezlik” perdesinin ardında değil miydi?
Taraflar, tarihin binbir acı yükü ile bagaj fazlasına sahip Türkiye ile Ermenistan olunca, siyaset sahnesinde bu kadar “drama” haliyle oluyor.
Ama Sarkisyan gelecek. Düşünsenize yarın Zürich’te Amerika, Rusya, Fransa ve AB’nin huzurlarında tarihte ilk kez Türkiye ve Ermenistan dışişleri bakanları bir “ortak yükümlülük belgesi”ne imza atacaklar ve bu “uluslararası tören”den dört gün sonra Sarkisyan Türkiye’ye gelmeyecek; böyle bir şey olabilir mi?
Kaldı ki, 2009 Nobel Barış Ödülü sahibi Barack Obama’nın “git” ricasına direnecek ve “barışçıl çözüm”den yana olduğunu iddia etmeye devam edecek; böyle bir şey olmaz.
Evet, bütün bu nedenlerle Sarkisyan gelecek. Gelmesi de gerekiyor zaten.
Bütün bunlar bir yana, Sarkisyan’ın Türkiye ile “normalleşme” uğrunda, aynı konuda Türkiye’nin yöneticilerine oranla ve onlarla karşılaştırıldığında çok daha büyük risk aldığı gerçeğini görmemiz de gerekiyor.
Sarkisyan, bir haftadır “Diaspora”yı Türkiye ile “normalleşme” politikasına destek bulmak için dolaşıyor ve ağır protestolarla karşılaştı. “Diaspora”nın bir önemi var mı?
Bu soruya Lübnan Taşnak sözcülerinden biri, Lübnan parlamentosundaki 6 Ermeni milletvekilinden biri olan Agop Pakradunyan şöyle cevap veriyor:
“Bu konu sadece Ermenistan’dakileri değil dünyanın her yanındaki Ermenileri ilgilendiriyor. İki ülke arasındaki basit bir ekonomik anlaşmadan söz etmiyoruz, uyruğu ne olursa olsun her Ermeni ailesini ilgilendiren tarihi bir anlaşmadan söz ediyoruz.”
Ermenistan’ın yani “Ermeni ulus-devleti”nin nüfusu 2 milyon kadar. Diaspora’daki Ermeni sayısı ise 5,7 milyon yani Ermenistan’ın neredeyse üç misli. Diaspora’yı göz önüne almayan bir Ermenistan politikası “gerçekçi” bir beklenti olmaz.
O nedenle, Sarkisyan, hernekadar, Erivan’da parlamento çoğunluğuna hükmediyorsa da, “Türkiye Açılımı”ndan ötürü “risk aldığını” görmeliyiz.
Türkiye’nin incitmemeye özen göstermek olduğu Azerbaycan konusunda aldığı “risk” kadar, daha bile önemli.
Ermenistan yönetiminin başağrısı “soykırım”a ilişkin, konunun “Tarih Komisyonu’na havale ediliyor” izleniminin özellikle Diaspora’da oluşması; Türkiye’nin başağrısı ise Yukarı Karabağ’a ilişkin statükoda Azerbaycan lehinde somut, elle tutulur bir gelişme olmaması.
En azından, bugün imzalanacak “protokollar”ın TBMM’ye sevki de, TBMM’den geçebilmesi de; yani Ermenistan ile normalleşmenin somutlaşabilmesi, bir “ön şart olmasa da” Karabağ’a ilişkin gelişmelere bağlı.
*** *** ***
“Protokollar”a ilişkin “dil ustalığı” ne Türkiye’nin “soykırımı kabulü”nü, ne de Ermenistan’ın Karabağ’da Azerbaycan’ı memnun edecek adımlar atmayı “ön şart” olarak kaydetmemesi. Aksi halde, “protokollar” olamaz, dolayısıyla “normalleşme süreci”nden de söz edilemezdi.
Ama, “ön şart” olmasa da, örneğin Karabağ’da çözüm yönünde ilerleme bal gibi adı konmamış bir “normalleşme ön şartı.”
Peki, Türkiye bu konuda neye bel bağlamıştı ki?
Serj Sarkisyan ile İlham Aliyev arasındaki temaslarda bir “uzlaşma”ya varılmasına. İki lider önceki gün Moldova başkenti Chisnau’da bir kez daha bir araya geldiler. Mayıs ayından bu yana, yani son beş ay içinde yüzyüze dördüncü görüşme bu. Oysa, İlham Aliyev ile Sarkisyan’ın halefi Robert Koçaryan beş yıl içinde toplam dört kez görüşmüşlerdi.
Moldova görüşmesi “ciddi ve yapıcı” olarak nitelendi ve tarafların “çok yakında” tekrar biraraya gelecekleri açıklandı. Amerikan Büyükelçisi, Rus ve Fransız temsilcilerin yanıbaşındaki açıklamasında Aliyev ile Sarkisyan’ın “görüşmelerdeki pozitif dinamiği devam ettirdiklerini” bildirdi.
Minsk Grubu Rus Eş Başkanı Yuri Merzlyakov da, iki başkanın “oldukça yakın” bir tarihte tekrar biraraya geleceklerini duyurdu.
Türkiye-Ermenistan normalleşme girişiminin direksiyonunda bulunan Türk yetkililerin bir süre önce Moldova beklentisiyle ilgili bana söyledikleri neredeyse kelime kelime toplantı ardından yapılan açıklamalarla uyuşuyor.
Yakın bir gelecekte İlham Aliyev ile Serj Sarkisyan’ın 2005 tarihli Minsk Grubu önerisi üzerinde uzlaştıklarını açıklamaları hedef alınıyor. Bu öneri “Karabağ Sorununun Çözümü için bir Çerçeve Anlaşmanın Temel İlkeleri” başlığını taşıyor.
“Temel İlkeler”den kasıt, sorunun çözümü için kuvvete başvurmamanın yanısıra, Ermenilerin Karabağ çevresinde işgal ettikleri Azerbaycan topraklarını boşaltacaklarına ilişkin yükümlülük altına girmeleri, Azeri kaçkınların yani mültecilerin evlerine geri dönüşünün önünün açılması, bu arada Karabağ ile Ermenistan arasında Laçin Koridoru ile Kelbecer bölgelerinde Ermenilerin güvenlik altında karşılıklı hareketinin sağlanması. Ve tabii Karabağ’ın kendisini nihai statüsüne ilişkin formül üzerine uzlaşma.
Varılan nokta, bu “Temel İlkeler”in nasıl hayata geçirileceği ve bunun ayrıntılarının konuşulmakta olduğu nokta.
Taraflar, “Tamam, Temel İlkeler’de anlaştık, uzlaştık” dedikleri anda, bugün imzalanacak “Protokollar’ TBMM’ye sevkedilecek ve geçirilecek.
Böyle olacak. “Geri dönüşü olmayan” bir sürece girildi.
Bu işler böyle...
Paylaş