Paylaş
Sivas “Madımak Katliamı” Davası’nın 19 yıl sonra “zaman aşımından ötürü” dün düşmesinden sonra okuduğum en çarpıcı twit buydu.
Sivas Madımak otelinde bundan 19 yıl önce diri diri 37 kişi yakılmıştı Onca zamandır sanıkların bir bölümü öldü. Kalanlar da davanın “zaman aşımı”na uğramasından ötürü “mahkum olmadan” sıyırmış oldular.
Başbakan Tayyip Erdoğan, kararı öğrendiğinde “Milletimiz, ülkemiz için hayırlı olsun” gibi bir tepki verdi. Anlaşılan, üzerinde fazla düşünmeden bir söz sarfetmiş. Çünkü, “zaman aşımından ötürü davanın düşmesi”nin milletimize “hayırlı” hiç bir tarafı yok.
Kararı açıklayan Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı Dündar Örsdemir bile kararın garabetini şu sözlerle dile getirdi: “İnsanlık suçunda zaman aşımı olmaz. Ancak, bu işleyenler kamu görevlisi değil. Sivil oldukları için davanın düşmesine karar verildi.”
AİHM’in “İnsanlığa karşı işlenmiş suçlara karışmış kişiler, sıfatları ne olursa olsunlar, haklarındaki dava zaman aşımına girmez” şeklinde bir kararı var. “İnsanlığa karşı işlenmiş suçlarda zaman aşımının uygulanmayacağı”na dair bir yasa tasarısı TBMM’den geçememişti.
Siyasi iktidar, bu tuhaf yargı durumunun sorumlusu durumundadır. “İnsanlığa karşı suçlarda zaman aşımı olmaz” hükmünden ve kararları “iç hukuk” niteliğinde olan AİHM’in tavrını göz önüne alarak, Sivas Katliamı dosyasını yeniden açmak ve yargılanmanın yenilenmesini sağlamak zorundadır.
Mahkeme kararının utanç verici olmasının yanısıra, Madımak’ta yakılan insanların yakınlarının da bulunduğu bir topluluğun, mahkeme sonrası gösterdiği tepkiye, Ankara polisi biber gazı kullanarak, havaya ateş ederek, “orantısız” ve daha da önemlisi anlamsız ve kabul edilemez bir şekilde güç kullanarak karşılık verdi.
Alevi derneklerinin sözcüleri, dün, kendilerinin bir kez daha “yakıldığını” söylediler.
Haksızlar mı?
Bu ülkenin Alevi yurttaşları, kendilerini bu ülkeye nasıl ait hissedecekler?
Adaletsizlik dalgaları
Hrant Dink davası kararının utancının bıraktığı kapkara leke orta yerde dururken, Sivas Madımak katliamına ilişkin bu “zaman aşımı” ile adeta sanıkları aklayan, hatta “ödüllendiren” karar ile “vicdanlara” ve “adalet duygusu”na bir kez daha tecavüz edilmiş oluyor.
Bir ülkede vicdanlar sürekli kanatılıyorsa, adalete inanç ortadan kalkıyorsa; sandıktan yüzde kaç oy çıkartırsanız çıkartın, o ülkeyi yönetemez hale gelirsiniz.
Daha bir gün önce, Nedim Şener ve Ahmet Şık’ın tahliyesinden umutlanmıştık. Nedim Şener ve Ahmet Şık’ın 375 gün önce tutuklanmaları, “basın özgürlüğü”ne tehdit bakımından bir “kırılma” değildi. “Polis-yargı ekseni” üzerinden yürütülen iktidar mücadelesinde bir “sıçrama”nın ifadesiydi. O anlamda bir “kırılma” idi.
En büyük zararı, haklı, gerekli ve hukuki bir kovuşturma olan Ergenekon’a verdi. Hükümet kaynaklarından, Şener ve Şık tutuklamasının, Ergenekon’da “süreci sürdürülemez” hale getirdiğini ta bir yıl önce duymuştuk.
Nedim Şener-Ahmet Şık, Batı çevrelerinde Türkiye’deki “özgürlük eksiği”nin en çarpıcı kanıtlarının başında yer alarak simgeleştiler. Cezaevinde kaldıkları her bir gün, Türkiye’nin “anti-demokratik imajı”na atılmış bir çentik gibiydi.
Buna KCK tutuklama dalgalarını ekleyin. Koca Güneydoğu bölgesi, hatta ülke boydanboya Kürtler için bir kocaman hapishane görüntüsü vermeye başladı. 3500 ile 7000 arasında değişen rakamlarla tutuklulardan söz ediliyor. Bu kadar, “silahlı PKK’lı” olabilir mi bu ülkenin kentlerinde? Bu yüzden mi tutuklandılar? Bu saçmalığa aklı başında kimi inandırabilirsiniz?
KCK tutuklama dalgalarının simgesi ise ikisi de “Kürt olmayan”, biri akademisyen, diğeri yayıncı, iki İstanbullu oldu. Prof. Büşra Ersanlı ve Ragıp Zarakolu.
Buna her bir iddiası pul pul dökülen sözde “şike operasyonu”, yüzbinlerce kişinin nezdindeki “Fenerbahçe” ya da belki daha doğru bir deyimle, “Aziz Yıldırım operasyonu”nu ekleyin. Milyonlarca tutkulu taraftarı olan bir spor kulübünün başkanı, çuvala sığdırılamayan mızrak ile 8 aydır tutuklu.
“Negatif sinerji”
Bu ülkede önüne gelen “terör örgütü kurmak ve yönetmek” iddiasıyla içeri atılırsa, bunun ülke çapında oluşturacağı psikolojiyi hesaba katıyor musunuz? Bu tutuklama dalgalarının, KCK’den Fenerbahçe’ye, Şener ve Şık’tan Zarakolu ve Ersanlı’ya, hatta İlker Başbuğ’a yaygınlaştırılarak, yol açtığı “negatif sinerji”, vicdanları ve adalet inancını mahvetti.
Ali Bayramoğlu dün “Bugün sorun, sık vurguluyoruz, Balyoz davasındaki kimi şüphelerin, Şık ve Şener’in durumunun, KCK’nın kapsamının, MİT krizinin işaret ettiği gibi, bu arınma sürecinin kendi tıkanıklıklarını, haksızlıkları, çatışmalarını üretmeye başlamasıdır. Onun içindir ki, bugünün birinci meselesi temizliği temiz ve meşru bir zemine oturtmaktır” diye yazmıştı.
Onun içindir ki, Nedim Şener ve Ahmet Şık’ın önceki gece gerçekleşen tahliyelerini “gecikmiş adalet”e dönüş yolunda değerli bir “kırılma noktası” olarak görüp heyecanlanmıştık.
Ergenekon ve her türlü “askeri darbe kovuşturmaları”nın üzerine düşen, düşürülen şaibenin kalkması ve Türkiye’nin “vicdan” ve “adalet duygusu”nun tatmin edileceği bir ülkeye doğru yol alması için.
Ama, insanlığa karşı işlenmiş olduğuna mahkeme başkanının da hükmettiği Madımak davasının “zaman aşımı”ndan düşürülmesi, bu konuda daha gidecek çok uzun ve çetin bir yol olduğunun göstergesi oldu.
Bu gösterge, böyle bir görüntü, Türkiye’de sadece “iç barış”a ulaşılmasını engellemekle kalmaz, çok riskli ve tehlikeli bir tarih diliminde etkili bir dış politika uygulanmasına da izin vermez.
Dün görüştüğümüz çok ünlü ve etkili bir yabancı gazeteci, “Türkiye’de Alevilere, Kürtlere ve Hristiyanlara haksızlıklar yapılırken, hükümetin bölgede etkili bir dış politika izlemesi mümkün mü?” sorusunu yöneltti bana.
O sırada, henüz, Ankara’dan gelen “Sivas davasında zaman aşımı” kararından haberim yoktu.
Dolayısıyla, “Alevi yakarsanız zaman aşımından; Ermeni öldürürseniz delil yetersizliğinden; Kürt öldürürseniz, kahramanlıktan cezasın kurtulursunuz bu ülkede” yazılı twiti henüz okumamıştım.
Paylaş