Türkiye’de Kürtler’den, ne vakit hak talep etseler ve talep ettikleri “temel hak”ın yerine getirilmesi karşısında bir engel çıkarılsa, başvurulan açıklamalardan biri, Kürtlerin “birinci sınıf vatandaş” olduklarıdır.
Zaten bu “birinci sınıf vatandaşlık” sorunlu bir açıklama tarzı. Bunu böyle telaffuz ettiğiniz anda, “ikinci sınıf vatandaşlar”ın bulunduğunu da söylemiş oluyorsunuz. Peki, Kürtler ne vakit “birinci sınıf vatandaşlar” oluyorlar? Azınlıkların sahip oldukları hakları, örneğin “anadilde eğitim”i istedikleri vakit. “Hayır” deniyor, Kürtler azınlık değildir; onlar “birinci sınıf vatandaş”lar. “Azınlık” kavramı Lozan’da “gayrımüslim”ler için ifade edilmiştir, dolayısıyla Kürtler, gayrımüslim olmadıklarına göre, “azınlık” değildir. Güzel. Öyleyse, onlar “birinci sınıf vatandaş”tırlar ve dolayısıyla “anadillerinde eğitim” ve “anadillerini geliştirme hakkı”na sahip değildirler. Böyle “birinci sınıf vatandaşlık” olur mu! “Azınlık” olmaları da yasak. “Azınlık” olsalar, anadillerinde eğitim hakkına sahip olacaklar oysa. “Birinci sınıf vatandaş” olmaları, böylece kendilerine dönen bir “ceza” haline dönüşmüş oluyor. Tabii, bir de bir başka saçmalık söz konusu. Soru: “Gayrımüslim vatandaşlar, ikinci sınıf vatandaş mıdır?” “Ne münasebet, asla” diye cevap geleceğini biliyoruz. Onlar da mı “birinci sınıf vatandaş” peki? “Birinci sınıf vatandaş” varsa, “ikinci sınıf” vatandaş olması da gerekmiyor mu mantıken? Türkiye’nin anayasal hukuku, teorisi ve pratiği ile dökülüyor. Yeni anayasa işte bunun için, bu ülkenin vatandaşları için su ve hava gibi elzem. *** *** *** Son günlerde, sağlıklı biçimde, canlanan ve Kürtçe üzerinde odaklaşan “anadilde eğitim” tartışmasının sonuca ermesinin önünde devasa bir anayasal engel var. Anayasa’nın 42. Maddesi. Son bendinde aynen şöyle diyor: “Türkçeden başka hiçbir dil, eğitim ve öğretim kurumlarında Türk vatandaşlarına ana dilleri olarak okutulamaz ve öğretilemez. Eğitim ve öğretim kurumlarında okutulacak yabancı diller ile yabancı dilde eğitim ve öğretim yapan okulların tabi olacağı esaslar kanunla düzenlenir...” Eh, Kürtçe eğitim ve öğretimi, bu durumda kanunla düzenlenebilir. Yine bir soru: Kürtçe, yabancı dil midir? Bu ülkenin vatandaşlarının milyonlarcasının, kocaman bir bölümünün anadili yabancı dil midir? Buradan geliyoruz, Anayasa’daki vatandaşlık tanımına. Bu tanıma göre zaten Türkiye’de Kürtlerden söz etmek imkansız. Anayasa’nın 66. Maddesi “Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türktür” diyor. Bu durumda, zaten Kürt olmadığı gibi, Rum, Ermeni falan da yoktur, onlar da Türktür. Böylesine bir “anayasal totoloji” ile “anadil eğitimi” herkes için imkansız olmak zorundadır. Rumlar ve Ermeniler ve diğer gayrımüslim vatandaşlar için de. Bu mantıkla, azınlıklara ilişkin Lozan hükümleri de uygulanamaz. Çünkü “Türk devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk” olduğuna göre (Madde 66), 42. Madde’nin “Türkçeden başka hiçbir dil, eğitim ve öğretim kurumlarında Türk vatandaşlarına ana dilleri olarak okutulamaz ve öğretilemez” hükmü gayet tutarlıdır. Anadilde eğitimi unutun yani! Peki, Anayasa’nın 17. Maddesi’ni ne yapacağız? O da “Herkes yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir” diyor. Anadilini kullanamayan “hiç kimse”, -buradaki sözcükle “herkes”- manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına nasıl sahip olabilir? Nasıl? *** *** *** Nereden bakılsa, son günlerin sağlıklı “anadilde eğitim” tartışması, 1982 Anayasası’nın kadük hale geldiğinin ilanıdır. Yeni anayasa, en başta Kürt sorununun çözümü için mutlak bir zorunluluk haline gelmiştir. Yeni anayasada, “anadilde eğitim” bir “temel hak” olarak anayasaya girmek zorundadır. Etnik hiçbir vurgu taşımayan bir vatandaşlık tanımı da şarttır. Kürtçe eğitim hakkının yerine gelebilmesi, elbette ki, bir süreç işidir. Bunun alt yapısı yok. Kürtçe’nin seçme ders olarak yer alması, bazı pilot okullarda “seçmeli ders” olarak müfredata eklenmesi, üniversitelerde “Kürt dili Edebiyatı anabilim dalı”nda Kürtçe öğretecek insanların yetişmesini sağlayacak lisans bölümlerinin açılması gibi “geçiş dönemi” formüllerine ihtiyaç var. Ama öncelikle, bunun yani “anadilde eğitim”in bir “temel hak” olarak kabul edilmesi gerekiyor. Sakın hala “ama niye Kürtçe?” diye akıl dışı bir soru sormayın. Türkiye halkının dörtte bire yakını Kürt. Dünyadaki toplam Kürtlerin yarısı Türkiye’nin vatandaşları. Türkiye’nin yanıbaşındaki Irak’ta Kürtçe, Arapça’nın yanısıra “resmi dil”. Sadece, Irak Kürdistanı yani Irak’ın kuzeyinin bir bölümünde değil, Irak anayasasına göre, her yerde, en güneydeki Basra’da bile “resmi dil.” Türkiye’de bunu talep eden yok. Ama, hal bu iken, “anadilde eğitim”in bir “temel hak” olmasına bile itiraz ederek, Kürt sorununu nasıl çözebilirsiniz? Özü bir kimlik sorunu, kimliğin özünün ise “anadil” olduğu bir sorunu şiddetten ayırmanın, silahların toprağa gömülmesini hangi “ahlaki” ve “siyasi” gerekçe ile savunabilirsiniz? Türkiye’de bölünme tehlikesi ve korkusu, Kürtlerin önünün açılması yüzünden mi, yoksa Kürtlerin, kimliklerinden ötürü baskı altına alınmasından, bu yüzden Kürtlere zulmedilmesinden dolayı mı ortaya çıkmıştır? Herkes bu soruyu dürüstçe kendisine sormalıdır. Başbakan’a da bir uyarı: Bugüne dek kendisinin yeminli karşıtları, “anadilde eğitim” tartışmasında nerede duruyorlar, “demokrasi ve özgürlükler” yönünde attığı adımlarda kendisini desteklemiş olanlar, nerede; bir bakıversin. *** *** *** Kendi payıma, anadilim Türkçe’nin onurunun bana iade edilmesini istiyorum. Vatandaşlarımın, aynı halkın içinde anadili benimkinden farklı olan kardeşlerimin anadilinin üzerindeki baskı ve yasaklar, benim anadilimden başka hiçbir dilin geliştirilmemesi üzerine onların üzerine yöneltilen kısıtlamalar; benim anadilimi “ayıplı” hale getiriyor. Benim anadilim ile, Türkçe ile “baskı” kavramını, onlar nezdinde “eş anlamlı” hale sokuyor. Türkçe’me, anadilime yapılan bu haksızlığı kabul etmiyorum. Edebiyat Nobel’i kazanmış anadilimin onurunun iadesini istiyorum!