Paylaş
“Dünyanın en çok alıntı yapılan 10 ekonomisti”nden biri kendisi. Dünyanın bir numaralı “teknik okulu” sayılabilecek olan MIT’de (Massachusetts Institute of Technology) Ekonomi Profesörü. Kazandığı çok sayıda uluslararası ödülden özellikle 2005 yılındaki John Bates Clark Madalyası ilginç. Zira, bu “Madalya”, kırk yaşının altında iken “ekonomik düşünce ve bilgiye en önemli katkıyı yapmış olan” iktisatçılara veriliyor.
Daron Acemoğlu, bir Harvard profesörü olan James Robinson ile birlikte 2012 yılında “Why Nations Fail? The Origins of Power, Prosperity and Poverty” (Ülkeler Niçin Başarısızlığa Uğrarlar? Gücün, Refahın ve Yoksulluğun Kökenleri) adlı çok ilginç bir çalışma yayımladı. Kitap, 2000’lerin ilk yirmi yılının en önemli eserlerinin başında kabul ediliyor.
Acemoğlu ve Robinson, onbeş yıllık bir özgün araştırma sonucunda kaleme aldıkları çalışmada, Roma İmparatorluğu, Maya şehir-devletleri, Ortaçağ Venedik’i, Sovyetler Birliği, Latin Amerika, İngiltere, Avrupa, Amerika Birleşik Devletleri ve Afrika’ya ilişkin bir dizi tarihi belgeyi inceleyerek, yeni bir ekonomi-politik teorisi kuruyorlar. Bu yeni teori günümüzün büyük sorularına cevap arıyor. Bunların bazıları şunlar:
Çin, otoriter rejimle ciddi ekonomi büyüme sağladı. Aynı hızda büyümeye devam edebilir mi? Batı’yı ekonomik olarak geçebilir mi?
Amerika’nın zirve günleri artık mazide mi kaldı?
Milyarlarca insanı yoksulluktan refaha doğru harekete geçirecek olan en etkili yol ya da yollar nelerdir?
“Why Nations Fail?”in en kestirme tanıtımı şu cümlede ifadesini buluyor: “Söz konusu kitap, dünyaya bakış tarzınızı ve dünyayı anlamanızı değiştirecektir.”
İkilinin kitaplarıyla aynı adı taşıyan bir de blogları var ve burada Gezi olaylarından itibaren Türkiye’ye özellikle eğildikleri görülüyor. Gezi’ye ilişkin New York Times’a bir yazı yazan Daron Acemoğlu, bu kez de, James Robinson ile ortaklaşa oluşturduğu bloglarında,“The Sorry State of Turkish Media”, yani “Türk Medyasının Esef Verici Durumu” başlıklı bir yazı kaleme aldı.
Şöyle başlıyor: “İstanbul’un Taksim Meydanı’nın Gezi Parkı’nda barışçıl gösteriler olarak başlayan ve ardından Adalet ve Kalkınma Partisi’nin artan otoriter yönetimine karşı yaygın protestolara dönüşen gelişmelerin Türk demokrasisini güçlendireceğine ilişkin olarak halen iyimserliğimizi koruyoruz. Ama bundan önce, protesto faslından önce, siyasi hareketin muazzam bir engeli aşması gerekiyor: Türk medyası.
Daha temsili ve hesap verebilir bir hükümet tarzının gerçekleşebilmesinin karşısına dikilen, hükümetin buna karşı direncinden çok, Türk medyasının (bu konulardaki) sessizliği ve hatta çok kez (iktidarla) suç ortaklığı…
Acemoğlu-Robinson ikilisi bunun nedenlerini de sıralıyor: “İşte, Türk medyasının sessizliği seçmesinin ya da.. gerçeği söylemek yerine yalan söylemesinin nedenleri: Medyanın çok büyük bölümü diğer işlerindeki çok karlı kontratlarından ötürü hükümete borçlu şirketlerin sahipliğinde. Dahası, hükümet kendisini eleştirenlere karşı yargıyı kullanmaya teşne. Birkaç ay önce not düştüğümüz gibi, Türkiye’de Çin’den bile daha fazla gazeteci tutuklu.”
Bununla birlikte, Acemoğlu-Robinson ikilisi, “Ama bu esef verici statüko çatlıyor” diye de dikkat çekiyor ve buna örnek olarak Yavuz Baydar’ın geçen haftasonu New York Times’da yayımlanan yazısını gösteriyor. Yavuz Baydar’ın ismini, maalesef “istisnai” olan, “cesur gazeteciler” arasında zikrediyor.
Yavuz Baydar’ın New York Times’da 21 Temmuz’da yayımlanmış ve pek alışık olunmamış bir şekilde Türkçe tercümesine de yer verilmiş olan makalesini “mükemmel” olarak tanımlıyorlar.
Ne var ki, o “mükemmel” makalenin New York Times’da yayımlanmasının bedeli, Yavuz Baydar’ın Sabah gazetesindeki işine çirkin biçimde son verilmesi oldu.
Bir yandan da bu gelişme, Acemoğlu ile Robinson’un yazı başlığını tümüyle doğruluyor: “Türk medyasının esef verici durumu”…Hatta, o başlık, biraz geride kalmış sayılabilir, çünkü “utanç verici” bir durum söz konusu Türk medyası bakımından. Daron Acemoğlu ile James Robinson, aynı yazıyı şimdi yazsalar, belki de “The Shameful State of Turkish Media” başlığını tercih edererdi.
Yavuz Baydar’a NYT’da yayımlanan yazısı için gelen “ilham”, -belki de onun bilinçaltında bardağı taşıran son damla- Akşam gazetesi ve Skytürk haber kanalının, İstanbul’un üçüncü havaalanı ihalesini kazanan sermaye grubuna, adeta bir “bonus” olarak verilmesiydi.
İktidar, önce, TMSF’nin kontrolüne geçen Akşam gazetesinin başına, kendisine sadık, bir geçen dönem Ak Parti milletvekilini getirmişti. O kişi, gazetede “gerekli temizliği” yapıp, gazeteye “devşirme” yerleştirdi. Ardından, Akşam gazetesi, Skytürk haber kanalı ile birlikte 22 milyar Euro’ya İstanbul’un üçüncü ihalesini alan konsorsiyuma “satıldı”. Yavuz Baydar da bu gelişme üzerine, New York Times gazetesine “Türkiye’de medya patronları demokrasinin altını oyuyorlar” başlıklı ve 21 Temmuz’da yayımlanan yazıyı kaleme aldı. Daron Acemoğlu’nun “bir hayli isabetli” ve “mükemmel” diye tanımladığı yazıyı.
Baydar’ın NYT’da yayımlanan yazısında, elbette ki, her medya patronu kastedilmiyor. Kaldı ki, medya patronlarının, isteseler bile, “demokrasinin altını oyacak” gücü de yok veya kalmadı. Türkiye’de siyasi iktidarın “en büyük medya patronu” olduğunu zaten herkes biliyor. Yavuz Baydar’ın da yazısında ima ettiği durum da zaten bu.
Ve, Sabah gazetesi –kendi adı hiç geçmediği halde- “durumdan vazife çıkartarak” Yavuz Baydar’ın işine son vermekle, Türk medyasının şu dönemdeki “utanç verici durumu”nun üzerine tüy dikmiş oluyor.
Yavuz Baydar, 2004 yılından beri Sabah’ın “Okur Temsilcisi” yani “Ombudsmanı” idi. 33 yıllık gazetecidir. Türkiye’de yazılı ve görsel basında ve Türkiye dışında, İsveç televizyonundan BBC’ye, büyük bir mesleki tecrübeyi ifade ettiği gibi, Türkiye’de sayıları pek fazla olmayan “gerçek” ve “namuslu” gazetecilerin başında gelir.Sabah’ın Ombudsmanı olarak Gezi olaylarına yönelik yayın politikasını eleştiren okur mektuplarına yer verdiği için, son iki yazısı, gazete yönetiminin sansürüne uğramış ve yayımlanmamıştı. Yavuz Baydar, Tayyip Erdoğan iktidarı döneminde biçilen, ekmeğiyle oynanan ilk değerli gazeteci değil. Muhtemelen sonuncu da olmayacak.
Ancak, baskıcı iktidarın midesine oturacak kadar önemli bir isim olduğuna da kuşku yok. Yavuz Baydar, 2003-2004 yıllarında Dünya Ombudsmanlar Birliği Genel Başkanlığı’nı yapacak kadar “uluslararası kalibre”ye sahip bir gazetecidir. Meslek alanında uluslararası değeri ve ünü vardır.
Böyle bir ismin, sadece “Ombudsman” sıfatıyla işini layıkıyla yaptığı bir dönemde ve üstelik New York Times’da Türk medyasının durumunu anlatan bir yazısı nedeniyle, Başbakan’ın yakın akrabalarının kontrolündeki bir gazeteden atıldığı, haksız yere ekmeğiyle oynandığı, elbette ki, geniş bir coğrafyada ve birçok uluslararası kurumda yankılanacak.
Böyle bir“olumsuz haber”in hükümet ve “Türkiye’de rejimin rengi” açısından yapacağı “imaj tahribatı”nı gidermeye, Başbakanlık Kamu Diplomasisi Müsteşarlığı’na bütçeden ayrılan fonun tümü yetmez.
Ve, tabii, şimdi, her eğilimden, “iktidar tetikçileri”ne iş çıkacak; Yavuz Baydar’ın Sabah’ta işine son verilmesiyle Başbakan’ın hiçbir ilgisi ve ilişkisi olmadığını anlatmak. Bu bağlantıyı –zımnen bile olsa- kuranlara, kuracak olanlara yaylım ateşi açmak.
Ne kadar inandırıcı olabilecekleri tahmin edilebilir…
Paylaş