Paylaş
Kürdistan Bölge Yönetimi Başkanı sıfatını taşıyan ve üstelik adı ‘Barzani’ olan birisinin, yani Mesut Barzani’nin, Türkiye Başbakanı’nın konuğu olarak ve yanına alacağı çok sayıda bakanla birlikte görüşmeler yapmak üzere Diyarbakır’a gelecek olması, Türkiye’deki Kürtler açısından da ‘Kürt sorunu’ açısından da ‘tarihi’ değer taşıyan bir olaydır.
Hele, 300 kişilik toplu ‘evlenme töreni’nin Türkiye Başbakanı ile Kürdistan Bölge Yönetimi Başkanı’nın Diyarbakır’da birlikte oldukları bir vesile ile, onların ‘huzurları’nda yapılmasının bile ‘simgesel’ anlamı var. Aslında, Diyarbakır’da 300 çiftin Erdoğan ile Barzani’nin huzurlarında ‘hayatlarını birleştirmeleri’ bir bakıma da Diyarbakır’daki Kürtlerin hayatlarının ‘en mutlu’ anlarından birinde, Tayyip Erdoğan ile Mesut Barzani arasındaki ‘siyasi nikâh töreni’ne tanıklık etmeleri gibi bir çağrışım da yaptırabilir pekâlâ.
Cumartesi günü, Mesut Barzani’nin ne Türkiye’ye ne Diyarbakır’a ilk gelişi ne de bir Türk başbakanı ve Tayyip Erdoğan ile ilk görüşmesi olacak. Ama Diyarbakır’daki ve bol simge ile yüklü ilk buluşmaları olacak. Geçen yıl, Mesut Barzani’nin, AK Parti’nin Ankara’daki büyük kongresine katılmasını –Mısır’ın o zaman görevdeki cumhurbaşkanı Muhammed Mursi de oradaydı- ve birçok TV kanalından canlı yayımlanan Kürtçe konuşma yapmasını ne kadar önemli bulduğunu, bir ‘ulusalcı’ Kürt lider açısından ‘rüyada görülse inanılmayacak’ bir gelişme olarak değerlendirdiğini biliyorum.
Diyarbakır buluşması, bu ‘rüya âlemi’nin yeni bir istasyonu olacak; öyle ki, artık ‘Türkiye-Kürdistan izdivacı’, geri dönülmez biçimde yol alacak. Tarafların, Erdoğan-Barzani arasındaki Diyarbakır buluşmasına yükledikleri anlam ve bu adımın ardındaki ‘taktik hesaplar’ ne olursa olsun, söz konusu gelişmenin önüne geçilmez ‘stratejik değer’i budur.
Zira, taraflardan biri Türkiye’nin şu an itibariyle, görünürdeki en güçlü şahsiyetidir, diğeri ise Türk muhataplarının telaffuz zorluğu çekmeleri, dillerinin dönmemesi bir yana, resmi sıfatının yanı sıra tarihi-ulusal kimliği ‘Kürdistan Başkanı’ olmasıdır. Buluşma mekânı olarak, söz gelimi, Antalya ya da Rize’nin değil de Diyarbakır’ın seçilmiş olması, zaten, Türkiye’deki mevcut iktidarın, zımnen, Kürdistan olgusunu ve onun başı olarak Mesut Barzani’yi tanımasını ifade ediyor.
Türkiye ve Kürdistan liderleri, aynı zamanda Ortadoğu bölgesinin önemli siyasi aktörleridir ve aralarında önemli çıkar kesişmeleri söz konusudur. Bunun başında, Irak Kürdistanı’nın en büyük zenginliği ve gelecekteki bir ‘bağımsız Kürdistan’ın ekonomik altyapısını oluşturacak olan doğal ve gaz zenginliğinin paylaşımı geliyor.
Kürdistan doğalgazı ve petrolünü, Türkiye’ye ve Türkiye üzerinden dünya pazarlarına taşıyacak boru hatları inşa halinde. Bunlardan biri, Türkiye-Irak Kürdistanı sınırında Kerkük-Yumurtalık hattına bağlanırken, bundan bağımsız bir boru hattı inşası projesi de bulunuyor. Her iki ülke arasında, bilenlerin Bağdat’ın kabulüne imkân olmayacak kadar ileri giden ve tam içeriği kamuoyuna açıklanmamış anlaşmalar imzalanmış durumda.
Dolayısıyla, Türkiye’nin İran ve Irak (Tahran ve Bağdat) ile, özellikle Suriye politikasıyla birlikte daha da büyük çapta hasar görmüş ilişkilerini onarma sürecine girdiği bir dönemde, her iki başkent ile ilişkileri ‘sorunlu’ olan Barzani’yle Erdoğan’ın ‘yeni dönem ayarları’ için konuşacakları çok şey olacaktır.
Diyarbakır buluşması, işin bu yönüyle de, kendi başına önem taşıyor. Ama, kim ne derse desin, Tayyip Erdoğan ile Mesut Barzani’nin Diyarbakır buluşmasının ‘zamanlaması’nın Türkiye’nin kendi ‘Kürt sorunu ortamı’, ‘Rojava’daki gelişmeler’ ve yaklaşan ve Kürtler nezdinde ‘Kuzey’de (yani resmi dile göre Türkiye’nin Güneydoğu’sunda) AK Parti ile BDP arasında büyük bir çekişmeye yol açacağı besbelli olan yaklaşan seçimler ile ilişkili olduğu da besbelli.
Tayyip Erdoğan, Türkiye’nin Kürt meselesinde ve Suriye Kürtlerine ilişkin gelişmelerde nasıl elini ‘Barzani kartı’ ile güçlendirme ihtiyacında ise, Barzani de, İran, Suriye ve hatta Bağdat ile karşılaştırıldığında ve ayrıca ülkesindeki ‘iç politika dinamikleri’ne bakarak da kendisini ‘Türkiye’nin güvencesi’ altına alma ihtiyacındadır.
Ankara-Erbil ‘yakınlığı’nın ‘Suriye boyutu’ da dikkat çekicidir. PYD, Suriye muhalefetine entegre olmaya direnir ve Salih Müslim kolaylıkla Tahran ve Moskova’ya gidip gelirken, Barzani denetimindeki (çoğu tabela örgütü) Suriye Kürt örgütlerinin oluşturduğu KUK (Kürt Ulusal Konseyi), Türkiye’nin desteğindeki Suriye muhalefet örgütü Koalisyon’a girmişler, üye sayıları 3’ten 8’e çıkarılmış ve Cenevre-2’ye katılacaklarını açıklamışlardır. Bu adımlar, Washington’un onayına sahiptir.
PYD ise Cenevre-2’ye ‘ayrı bir Kürt temsili’ ile katılmaktan yanadır. Bu tavır, Rusya’nın desteğindedir. Ama en önemlisi, PYD’nin önerisiyle, Rojava’da ‘Geçici Yönetim ilanı’nın eşiğine gelinmiş olmasıdır ki, bu adım Türkiye’yi rahatsız edici niteliktedir ve Barzani yanlılarını muhtemelen dışında bırakacaktır.
KDP-PYD sürtüşmesine paralel biçimde (ve daha üst düzeyde cereyan ederek) KDP-PKK çekişmesi, iki hafta sonra Erbil’de yapılması gereken ve tarihte ilk kez gerçekleşecek olan ‘Kürt Ulusal Kongresi’nin önünü kesti.
Yani, nereden bakılsa, Tayyip Erdoğan ile Mesut Barzani’nin Diyarbakır buluşması, ‘Kürtlerarası ulusal birliğin’ değil ‘Kürtlerarası bölgesel rekabetin’ daha öne çıktığı bir zaman diliminde gerçekleşmiş olacak. BDP’nin bu ‘buluşma’dan özel bir ‘coşku’ duymuyor olmasını, bu çerçeve içine bakarak anlamak gerekiyor.
İktidar propagandistleri, Erdoğan-Barzani buluşmasından aceleci bir şekilde ‘çözüm sürecine katkı’ sonucunu çıkarıyorlar. Olabilir. Ancak burada asıl kulak verilmesi gerekenler, PKK’lılar ve BDP’liler. Çünkü, ‘Süreç’in doğrudan ‘Kürt muhatapları’ onlar.
BDP’liler, her şeye rağmen, Diyarbakır buluşmasının Kürtler açısından ‘stratejik kazanç’ olabileceğinin de sezgisiyle, Barzani hakkında alenen ‘alerjik’ ve ‘sitemkâr’ ifadeler kullanmaktan kaçınmakla birlikte, asıl ‘aidiyetleri’ni tartışma götürmez bir netlikte dile getiriyorlar. Örneğin, BDP Hakkâri Milletvekili Adil Zozani, dün şunları söyledi:
“Sayın Barzani’nin hükümete dönük telkinlerinin ne olacağı bizim açımızdan önemlidir. Çünkü, hem Türkiye’de önemli bir süreç işliyor, Rojava’da önemli bir süreç işliyor. Kürtlerin birbirleriyle karşılaştığı bir süreçten geçmemiz gerekiyor. Tam tersine Kürtlerin omuz omuza olması gereken bir süreçten geçiyoruz... Mesut Barzani bütün Kürtler açısından, özellikle Federal Kürdistan bölgesinde yaşayan halkımızın iradesini seçim yoluyla temsil eden bir liderdir... Biz Sayın Barzani’yi Güney Kürdistan’da yaşayan halkımızın önemli bir temsilcisi olarak görüyoruz.”
O kadar yani. Barzani’nin ‘liderlik’ konumu bakımından Abdullah Öcalan ile karşılaştırılmasına karşı çıkıyor Adil Zozani.
Son iki Abdullah Öcalan görüşmesinde yer almış olan BDP Bingöl Milletvekili İdris Baluken ise, ‘konuya ilişkin Abdullah Öcalan yaklaşımı’ diye nitelendirmeye uygun, şöyle bir yorumda bulunuyor:
“Çözüm sürecinin taşıdığı ruha baktığımız zaman iki önemli ayak var; birincisi, tarihi bir Türk-Kürt ittifakını öngörüyor. Türkiye’nin dört parça Kürtlerle birlikte hareket etmesi ve Ortadoğu’da güçlü bir konuma gelmesi, ikincisi ise Kürtlerin ulusal birliği. Eğer yapılacak olan görüşmelerde bu iki konu üzerinde kararlaşmalar ortaya çıkarsa bu anlamlı olur ve çözüm sürecine de güç katar. Ancak mevcut politikalar ekseninde bugüne kadar AKP hükümetinin de Güney Kürdistan hükümetinin de izlediği politikalar etrafında bir ortaklaşma olursa bu önümüzdeki dönemde bahsetmiş olduğumuz çalışmalar açısından sıkıntı yaratabilir.”
Erdoğan-Barzani Diyarbakır buluşmasına ilişkin tartışmaya yarın da devam edeceğiz...
Paylaş