Temmuz ortasında İran, Kandil’de PJAK’a, yani PKK’nın İranlı koluna karşı saldırıya geçti.
Saldırı zamanlaması ile, Türkiye’deki Silvan saldırısı örtüşüyordu. Zaten, Silvan’dan sonra, Türkiye’de, şu anda da süren bir şiddet tırmanışı başladı. İran’ın PJAK’a karşı Kandil’de ve güneyi ile kuzeyinde, Zele, Kala Diza, Xinere adları taşıyan sınır boylarındaki saldırıları da kesilmedi. Bayramda daha da şiddetlendi. 5 Eylül’de, yani önceki gün PJAK ateşkes çağrısında bulundu. İran, PJAK, İran topraklarından çekilmeden bunu kabul etmeyeceğini duyurdu. Ateşkes, dünden itibaren başladı. Buraya kadarından ne anlayabiliriz? 1. PJAK’ın İran topraklarında silahlı unsurları var; 2. Ateşkes dün itibarıyla uygulanmaya başladığına göre, bunlar İran topraklarından ya ayrıldılar ya eylemlerini durdurdular. Türkiye’de bazı yorumcular, PJAK’ın İran’a yönelik ateşkes çağrısını, örgütün askeri olarak tasfiye noktasına geldiği iddiasından hareketle “teslim olma” girişimi olarak değerlendirdiler. PKK’nın yolun sonuna geldiği ve askeri olarak sona ermek üzere olduğu değerlendirmelerini yapanlar da aynı çevreler. Türkiye’nin Kandil ve çevresinde giriştiği yoğun hava harekatı ve topçu ateşi, kara harekatı hazırlıklarına bakarak, bir yandan da İran’ın esas olarak yoğun top ateşi ve Devrim Muhafızları’nın kara savaşına giriştiğini göz önüne alarak, Türkiye ile İran arasında PKK-PJAK’ın bitirilmesi konusunda işbirliği yapıldığını düşünenler ve bunu böyle kamuoyuna sunup yayanlar da aynı çevreler. Hayal dünyasında gezinti notları Türkiye, PKK’ya “demir yumruk” indirip, Kürtlere “kadife eldiven” ile uzanacak, PKK askeri olarak ortadan kaldırılırken, Kürt sorunu denilen de Ak Parti’nin anayasal çalışmalarıyla “Kürt kardeşlerimiz” kazanılarak elde edilecek. Bütün bunlar yapılırken, İran’da PJAK’ı, daha doğrusu PKK’yı Kandil’de bertaraf edecek. Erbil’deki Kürt yönetimi ile müttefikimiz Amerikalılar da, Türkiye ile Irak Kürdistanı arasındaki sınır boyunda devriye çıkartarak, PKK’nın etkisizleşmesinde görev alacaklar. Bunların neredeyse tüm yanlış. Gerçeklerle palamarı çözmüş, tam bir “hayal dünyasında gezinti notları” gibi geliyor kulağa. İşin ilginç tarafı, PKK liderlerinin tahlilleri de, kendilerinin tasfiyesinin eşiğinde olduğuna inanan bu tür karşıtlarının değerlendirmelerinden çok farklı değil. Aylardır, Türkiye ile ABD’nin “Kürtlerin kellesi” üzerinden anlaştıklarını yazıp çizip söylüyorlar. Suriye üzerinde Türkiye ile ABD arasındaki “işbirliği”nin bedeli, Türkiye’nin “Sri Lanka çözümü”ne, bir başka deyimle “Tamil Kaplanları’nı tasfiye yöntemi”ne ABD’nin “yeşil ışık” yakması olacak. Türkiye’nin Suriye’de Baas rejiminin tedricen tasfiyesi rolünü üstlenmesine karşılık, ABD, Türkiye’yi PKK ve yandaşı Kürtleri tasfiyede serbest bırakacak, hatta destek verecek. Bu yüzden, “2011 yılı Kürtler tarafından kaybedilemez; devrimci halk savaşı ile bu uluslararası komploya karşı koyulmalıdır” şeklinde kabaca özetlenecek tutum, PKK’nın “dağdaki önderleri” tarafından açıklanıyordu. Abdullah Öcalan da 12 Haziran seçimlerinin hemen ertesine kadar dışarı yansıtılan görüşme notlarında “devrimci halk savaşı”na bir alternatif olarak vurgu yapıyordu. Son bir ay içinde çok önemli gelişmeler oldu. Abdullah Öcalan tecrite alınmış olduğu için, son haftaların gelişmelerine ilişkin bakış açısını bilebilir durumda değiliz. Ancak, “dağdaki PKK”, Kürtlere yönelik uluslararası komplo tahlillerinde Amerika-Türkiye işbirliğine bir de İran’ı eklemişti. Buna göre, ABD-İran-Türkiye, hep birlikte Kürtlere ilişkin bir tasarıyı uygulamaktaydı. Bu “komplo”ya “devrimci halk savaşı” ile karşı konacaktı. Ak Parti hükümetinin Silvan sonrasında, Kandil’in amansız bombardımanı ile damgalanan yaklaşımına sonsuz kredi açanlar, nasıl bizlere günlerdir “hayal aleminden notlar” sunuyorlarsa; “dağdaki PKK yöneticileri”nin benzer “teorileri” de pek “fantastik” görünüyor. Şimdi İran-PJAK ateşkesi yürürlükte olduğuna göre, yeni bir “teori” bulmak gerekecek. Hem, İran ile PJAK’ın arasını bulduğu ifade edilen “dost çevreler” kim acaba? Suriye olabilir mi? İran’ın gerçek amacı ne? İran’ı doğru okumadan ve bölgedeki “modus operandi”sini anlamadan, isabetli sonuçlara varmak mümkün değildir. İran’ın Temmuz ortasında Kandil’de, görüntüde PJAK’ı hedef alan saldırısının gerçek adresi kimdi acaba? Zamanlaması niçin öyleydi? PJAK, Temmuz ortası itibarıyla İran için gerçekten, önceleriyle kıyaslanmayacak ölçüde, çok ciddi bir güvenlik tehdidi haline mi gelmişti? Bana kalırsa, İran’ın Kandil saldırısının, Türkiye’nin özellikle ABD ile yakınlaşarak, Suriye’den uzaklaşması ve Şam rejimine kesin tavır almaya başlayarak, Türkiye’de Suriye muhalefet toplantılarına ev sahipliği etmesiyle doğrudan ilişkisi var. İran ile başlıca destekçisi olduğu ve bölgede bir “stratejik eksen” oluşturduğu Suriye arasındaki kara bağlantısı Türkiye ve Irak, özellikle Irak’ın kuzeyi, yani Irak Kürdistanı. İran’ın Kandil’e yönelik askeri harekatı, İran-Suriye arasındaki “Kuzey Irak koridoru”nu açık tutmak, bu amaçla Erbil’deki Kürt yönetimine “Türkiye ile fazla oynaşmayın, uzak durun; biz buradayız ve Kürdistan istikrarını allak bulak edebiliriz” mesajını iletmek gibi bir amaç taşıyordu. Başta, Neçirvan Barzani, Irak Kürt liderlerinin apar topar Tahran’a gitmesini nasıl anlamalıyız? PKK-PJAK’ın bu mesajın iletileceği “Kandil’deki posta kutusu” olmasının ötesinde, İran’ın gerçekten askeri hedefi olduğunu düşünmek bir nebze saflık olur. Unutmayalım, Kandil dağ kütlesinin batı yönü Irak, doğu yönü zaten İran toprağı. İran-PJAK çatışması tümüyle sınır hattı üzerindeydi. Ortadoğu sahnesinde geniş açı Kaldı ki, Kandil ve çevresindeki saldırı ile İran’ın PKK’yi daha sağlam bir “kart” olarak elindeki “kartlar destesi”ne katmayı tasarlamış olması da pekala mümkündür. PJAK ateşkesi ile, bu amaca varılması daha da kolaylaşmıştır. PKK konusunda 1990’ların söylemini ve mücadele yöntemini benimsemek ve bu yolla sonuç alınacağını sanmak, 2011 yılında bölgesel Kürt ortamının nereye ulaştığını hiç anlamamak ve Ortadoğu’ya görememek ile eş değerlidir. Türkiye ile İsrail ilişkilerinin en azından uzunca bir süre gergin kalacağı bir Ortadoğu sahnesinde, Irak’ın kuzeyinde PKK’nin askeri olarak imha edileceğini sanmak ve buna göre oyun kurmak, Türkiye’nin yakın geleceğini heba etme riski taşıyor.