Paylaş
O an zihnimden nedense 14 Şubat’ın dünyanın çeşitli köşelerinde “Sevgililer Günü” olarak kutlandığı düşüncesi geçiyor ve Gül ile Ahmedinejad’ın “vücut dilleri”ni süzüyorum, “iki sevgili”yi andırır bir halleri var mı diye...
Batı dünyasında ve özellikle Amerika’da bazı siyasi çevrelerde, hatta düşünce kuruluşlarında Türkiye ile İran’ın arasından su sızmadığına, Türkiye’nin İran’a kapılıp gittiğine dair izlenimler var. Bunun bir çarpıtma olduğunu ve gerçeği yansıtmadığını bilenlerden biriyim ama buna inanan hayli yaygın bir çevrenin bulunduğunun da farkındayım.
İki Cumhurbaşkanı, 55 dakika olarak tasarlanıp iki saate uzayan ve son bölümüne dışişleri bakanları, Ahmet Davutoğlu ile Ali Salihi’nin de katıldığı, daha sonra da bir saat kadar heyetler halinde yapılan görüşmeden çıkmış, karşımıza geçmişler şu “Sevgililer Günü”nde.
Gerçi, her ikisi de sözlerine birbirlerinden söz ederken “kardeşim” diye başladılarsa da, ben, “vücut dilleri”nden her ikisini de fazlasıyla “ciddi” gördüm. Ahmedinejad, yerini alırken bize dönüp, sağ elini kaldırarak bilinen selamını hızla verdi, yüzünde hafif bir gülümseme o kadar. Gül de, Ahmedinejad da, ortak basın toplantılarını hayli “oturaklı” ve “ciddi” devlet adamı görüntüsüyle yaptılar.
Tahran’da demokrasi vurgusu
Buna basın toplantısı demek de caiz olmayabilir. Ahmedinejad’a bir Türk, Gül’e ise bir İranlı basın mensubunun soru soracağı ve başka soru alınmadan basın toplantısının bitirileceği baştan söylendi.
İlk soru, Ahmedinejad’a, İran’a yönelik ambargoya destek veren Batılı ülkelerin bazılarıyla İran’ın ekonomik ilişkilerinin Türkiye’den daha gelişkin olduğu, İran’ın bu durumu düzeltmek için ne yapmayı düşündüğü soruldu.
Abdullah Gül’e ise bölgedeki son gelişmelere ilişkin düşünceleri. Ve Türkiye Cumhurbaşkanı, galiba bugüne dek İran’da Ahmedinejad’ın önünde hiç yapılmamış bir şeyi yaptı ve cevabını tümüyle “demokrasi” vurgusuna ayırdı.
“Herkesin önce kendi evinin içini temizlemesi gerektiğini”, “bir ülkenin liderleri halklarının reform taleplerini yerine getirmezlerse, halkın işi ele aldığını ve reformu kendisinin gerçekleştirdiğini” söyledi. Baskıcı İslam ülkeleri rejimlerine yönelik bir “demokrasi manifestosu” olarak kayda geçirmeye önem verdiği, 2003’te yine Tahran’da İslam Konferansı toplantısındaki konuşmasında söylediklerini hatırlattı.
Çok saf veya hiç alıngan değilseniz, Türkiye Cumhurbaşkanı Gül’ün Mısır’dan söz ettiği hükmüne varabilirdiniz. Ama eğer Gül’ün “Mısır” sözcüğünü hiç telaffuz etmemiş olduğuna dikkat etmişseniz ve Cumhurbaşkanı ile yapılan –İran yolunda uçaktaki son sohbet de dahil- özel sohbetlerden belirli bir izlenim edinmişseniz ve 14 Şubat 2011 günü Tahran’da bulunduğunuzun farkındaysanız, bu sözlerin belirli bir adrese gönderilmiş bir “mesaj” olduğu sonucuna da varabilirdiniz.
Bir bakıma, Abdullah Gül’ün İranlı mevkidaşı Ahmedinejad’ın yanıbaşında sarfettiği sözlerin Tahran’dan Batı başkentlerine de gönderilmiş bir “Türkiye mesajı” olarak algılanması da mümkün.
Türkiye’den Tahran’a getirilen ve aynı anda Tahran’dan Batı başkentlerine bir “Türkiye mesajı”.
Twitter ve Facebook yok; İnternet kesik
Abdullah Gül’ün İran ziyaretinin Mısır’dan yola çıkan ve Ortadoğu’nun ve İslam ülkelerinin çehresini ve dünya siyaset fotoğrafını değiştirebilecek muazzam gelişmelere denk gelmesi bir yana, 14 Şubat gününün İran için de özel bir önemi vardı.
Hayır, “Sevgililer Günü” olması falan değil. Çok uzun bir süreden beri Tahran’da ilk kez gösterilerin yapılması. Özellikle 2009 yılında İran’ı çok sarsan gösteriler, uzun bir aradan sonra ilk kez tam da bizler Tahran’da iken söz konusu oldu. Çapı ve gücü, öncekilere oranla çok zayıf da olsa, oldu.
İran’da Twitter ve Facebook gibi internet olanakları zaten kesik. Ama dün uzun süre internet hepten kesildi. Bu elinizdeki yazıyı yazıp göndermek dert oldu. Kaldığımız otelde durumu soruşturduğumuzda, görevliler, internetin gösteriler nedeniyle tüm İran’da kesik olduğunu belirttiler. İçlerinden biri, “Merak etmeyin, bu civarda bir şey yok, Tahran’ın kuzeyinde Beheşti ve Müderris semtlerinde olaylar var” diye beni teskin etmek istedi.
“Güvenlik sıkıntısı duymuyorum” dedim, “tecrübenize dayanarak sormak istiyorum, internet bağlantısı ne zaman sağlanabilir?”
“Sanıyorum, akşam saat 6-7 sıralarında. Gösteriler bitince ya da önü alınınca” karşılığını verdi. Heyetteki milletvekillerinden biri daha sonra bana kentin kuzeyinde polisin göstericileri sert biçimde bastırdığını gördüğünü anlatıyordu.
Ahmedinejad’dan teşekkür ve övgüler
Saat 5 sularında internet geri geldi, ben de bilgisayarın başına geçtim. Dolayısıyla,Ahmedinejad’ın basın toplantısında Türkiye ile İran arasındaki ticaret hacminin yılda 10 milyar doları geçtiğini, ama bunu 30 milyar dolara çıkartma potansiyelinin bulunduğunu ve iki ülke arasındaki ekonomik ve ticari ilişkileri geliştirmek için hiçbir engel bulunmadığını söylediğini yazabiliyorum.
Ahmedinejad, Türkiye’yi överken, Türkiye’ye İran’ın “nükleer programına verdiği destek”ten ötürü teşekkür etti. Türkiye’nin İran’ın barışcıl amaçlı nükleer programıyla hiçbir sıkıntısı yok. Acaba bunu mu kastetti diye düşünürken, yakın geçmişte İran’ın ilk kez Amerika, Fransa ve Rusya ile yüzyüze masaya oturduğu toplantıya da övgüler yağdırdı ve “5+1 ile İran arasındaki toplantıya Türkiye’nin ev sahipliği yapmasından duyduğu memnuniyeti” belirtti.
Oysa, İstanbul Toplantısı “Viyana Grubu” diye nitelenen üç ülke ile İran arasında yapılmıştı, “5+1” başka, o, “BM Güvenlik Konseyi’nin veto yetkisine sahip 5 daimi üyesi ile Almanya’dan oluşan grup. Zaten dalgın gözüküyordu, dalgınlığından ötürü olabilir diye üstünde durmamak gerektiği düşüncesi zihnimi yaladı geçti.
Şimdi sırada İran’ın derinliği ve görkeminin göstergesi olan Isfahan ve bugüne dek hiçbir Türk Cumhurbaşkanı’nın ayak basmadığı Azerbaycan’ın merkezi Tebriz var.
Tahran’da arkamızda ne bıraktık, önümüzde uzanan yolda neler var, anlayacağız...
Paylaş