Paylaş
Bu arada, 60 bin nüfuslu Reyhanlı’da çok yakın geçmişte meydana gelen bombalı saldırılar, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın hükümetini zor duruma düşürmüştür... Yetkililer, saldırıların arkasında Şam rejimini destekleyen Suriyeli grupları sorumlu tutmaya çalışmakla birlikte, gerçek odur ki, Türkiye’deki mevcut güvensizlik durumunun kökleri Erdoğan hükümetinin Suriye konusunda benimsediği yanlış politikalar ve hatalı stratejide yatmaktadır... ABD, Suriye’nin bazı bölümlerinde, Türkiye ile sınırını da kapsayacak şekilde, uçuşa yasak bölge planını desteklemiyor. Ankara, ABD’nin sıkı desteğini elde edemedi ve Ankara’daki yetkililerin büyük ısrarlarına rağmen, ne ABD ne de NATO, Suriye’ye doğrudan askeri müdahaleye, Suriye’deki militanları desteklemeye ve bir Arap ülkesindeki silahlı muhalefete silah desteğinde bulunmaya istekli değiller. Türkiye’nin sınır bölgelerinin Suriye hava kuvvetleri tarafından bombardımanı ve Suriye hava sahası içinde bir dizi Türk savaş uçağının düşürülmesine karşılık, ne ABD’nin Türkiye’ye askeri destek sözü vermemesi, ne de NATO’nun üye ülkelerin birini savunmak için savaşa girmeye hazır olmaması buna kanıttır...
Suriye’deki gelişmeler karşısında Türk yetkililerin izlediği yanlış politika, Ankara’yı bir çok sorun ve güçlükle yüz yüze bıraktı. Bir yandan ülkenin dış politikası ciddi ölçüde topa tutulurken, diğer yandan öylesine bir yanlış politika, Türkiye’nin Suriye ile sınırı boyunda ve hatta ülkenin daha iç bölümlerinde güvenliksizliği arttırdı. Dolayısıyla, Başşar Esad hükümeti iş başında kaldıkça, Suriye mültecileri desteklemiş olmaktan ve almış olduğu önlemlerden ötürü zaten ağır bedeller ödemiş olan Türkiye hükümeti, topraklarındaki güvensizliği ortadan kaldırmak için daha ötede önlemler almak zorundadır. Hiç kuşkusuz, bu durum, Erdoğan ve hükümetini gelecekte daha da zor sorunlar karşısında bırakacaktır. Bu, Suriye ordusunun silahlı muhalefete karşı savaşta kazandığı son zaferlerden ötürü öyle olacaktır. Zira, muhalefet zora girmekle kalmamış, Suriye ordusunun bu zaferleri muhalefetin bölgesel ve uluslararası destekçilerinin de çekingenliğine yol açmıştır. Nitekim, ABD, Suriye hükümeti ve muhalefet temsilcilerinin katılacağı bir uluslararası konferans çağrısında bulunmuştur. Ne Washington, ne de bölgesel müttefikleri, daha önce, hiçbir şart altında böyle bir toplantıyı kabul etmezlerdi.
Öyle görünüyor ki, Türkiye, bölgede uğraşmak zorunda kaldığı bir çok iç ve dış sorunla yalnız başına kalmıştır.”
Bu satırların özellikle ilk bölümleri Türkiye’de muhalefetin, Suriye ile ilgili gelişmelerde her türlü sorumluluğu hükümetin sırtına yükleyen ve olan-biteni Tayyip Erdoğan hükümetinin yanlışları, yanlış Suriye politikasıyla açıklama yolunu tutan Türkiye’deki “muhalefet”in –başta CHP ve MHP ile- ve Suriye’nin eli kanlı, zalim diktatör rejiminin “yedek gücü”, Türkiye içindeki “STK’sı” gibi çalışan, sözde anti-emperyalist “marjinal sol” grupların söylemiyle neredeyse aynıdır.
“Tahlil yazısı”nın ikinci bölümü ise, gönlünü Suriye rejiminin bekasına vermiş ve bu nedenle Türkiye’nin Suriye politikasına karşı bir ülkenin resmi pozisyonunu açığa vuruyor.
Kim olabilir?
a) Rusya; b) İran; c) Çin; ç) Irak (Bağdat’taki Maliki rejimi); d) Hiçbiri
Doğru cevap: b.
Evet, İran. Yazının üzerindeki imza Şuayıp Behmen. İran rejiminin düşünce kuruluşlarından biri olan Avrasya Araştırma Merkezi’nin yazı kurulu üyesi. Zaten 21 Mayıs tarihinde Iran Review adlı dergide yayımlanmış olan yazının başlığı aynen şöyle: “İran Bakış Açısı: Türkiye’nin Ödediği Fiyat”...
Yani, “İran barış açısı” ve Türkiye’nin Suriye politikasına yönelttiği eleştiriler, CHP-MHP muhalefet hattı ile “marjinal sol”un aynı konudaki eleştirileri ve görüşleriyle örtüşüyor.
Peki, bu sözü edilen eleştirilerin “yanlış” olduğunu gösterir mi?
Evet, gösterir. Tek başına göstermez ama Suriye’deki rejimin 2011 yılında tümüyle barışçıl gösteriler ile sokağa dökülen kendi halkına şiddet kullanması ve kanını dökmesiyle işlerin çığırından çıkıp, bugünkü haline geldiğini hatırlarsak ve “barışçıl gösteriler”in nasıl bastırılması gerektiği konusunda Suriye rejimine akıl verenin İran olduğunu da bilir ve aklımıza getirirsek, evet. İran’ın bu konuda Türkiye’nin Suriye politikasını eleştirme hakkı olmadığı noktasından hareket edersek, evet.
Ne ilginçtir ki, İran’ın çıkarlarını ve ona dayalı “bakış açısı”nı yansıtan söz konusu “Türkiye’nin Suriye politikasını eleştiri” yazısından tam bir gün sonra, Today’s Zaman’da Joost Lagendijk, “Türkiye’nin Suriye politikası yanlış nedenlerle eleştiriliyor” başlıklı son derece çarpıcı bir yazı kaleme aldı.
Joost Lagendijk, Türkiye’nin ABD Başkanı Obama’nın ikna edememesi ve Reyhanlı üzerine hükümetin Suriye politikasının ağır eleştiriler altına girdiğine dikkati çekiyor, bunları sıralıyor ve ardından şu parlak tespiti yapıyor:
“Bununla birlikte, en açıktan eleştirenlerin bir çoğu hiç ikna edici değiller, çünkü Türkiye’nin 2002-öncesi bölgeye bağlılığı ve yükümlülüğü olmayan bölgesel stratejisinin yeni bir versiyonu dışında hiçbir alternatif sunmuyor ya da 80 bin Suriyelinin şimdiden öldürülmüş olduğu gerçeğini hafife alacak bir tarzda Suriye’ye bir tür arka çıkma politikasına yönelmiş oluyorlar.”
Türkiye’nin Ortadoğu’da etkili bir aktör olması gibi gerekli ve hatta kaçınılmaz bir yön tutturmasından ödü patlayan, Türkiye’nin tarihine, beşeri özelliklerine ve jeopolitiğine ters biçimde pısırık bir politikayı benimsemeyi seçenlerin tavrı hep böyle olmuştur. Böyleleri, uzun yıllar Irak’ta Saddam’a, Suriye’de ise onun “çift yumurta ikizi” olan Esad hanedanının Baas diktatörlüğüne yakın durmuş, bunu yaparak Ortadoğu’dan uzak durmayı savunagelmişlerdir.
Eli kanlı, zalim Esad rejimine arka çıkar bir tavırla, Türkiye’nin Suriye politikasını eleştirmenin geçerli ve kabul edilebilir bir yanı yoktur.
Söz konusu politika eleştirilebilir ama farklı şekilde; Joost Lagendijk’in işaret ettiği şekilde:
“Esad’a karşı 2011’de ayaklanma başlayalıberi, Türkiye’deki kanaat önderlerinin birçoğunun Türk hükümetini yanlış nedenlerden ötürü eleştirme konusundaki yeteneklerinden hayrete düştüm. Bence, Ak Parti (Suriye konusunda) üç yanlıştan ötürü eleştirilmelidir: 1. 2011 baharından çok önceleri yoğun insan hakları ihlallerinden suçlu olan Esad rejimine karşı hiç eleştirel olmamasından ötürü, 2. Suriye cumhurbaşkanının demokratik talepleri kabul edeceğine dair fazla emin olmalarından ötürü, 3. Esad’ın hızla devrileceği konusunda –birçokları gibi- fazla iyimser olmalarından ötürü.”
İlk ikisi, benim yıllar öncesinden Ak Parti’nin Suriye yaklaşımına yönelttiğim eleştiriler. Sonuncusu ise, Ak Parti hükümeti –ve birçokları gibi- benim de yanılgım.
Suriye konusunda doğru-yanlış sınırını, eleştirirken de, doğru çizmek gerekli. Aksi halde, zalimler ve diktatörlerin propagandisti haline düşmek var. Öyle bir durumda, iki yıl içinde hayatını kaybeden 80 bine yakın Suriyelinin kan lekesi yüzünüzden hiçbir vakit çıkmaz.
Paylaş