Paylaş
Adı açıklanmayan New York Times muhabirine, soyadını açıklamayan Suriyeli üniversite öğrencisinin Mezze’de Cumartesi günü söyledikleri bunlar.
Mezze, Şam’ın Cumhurbaşkanı Sarayı’na bakan, içinde İran Büyükelçiliği’nin ve birçok rejim yetkilisinin evlerinin de bulunduğu semti. Usama’nın tam söylediği gibi, Başşar Esad’ın çalışma odasının camları Mezze’ye bakıyor.
Geçen yıl Ahmet Davutoğlu, Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nda Başşar Esad ile görüşürken, benim de içinde bulunduğum bir grup insan, Saray’ın terasından Mezze’ye bakarak sohbet ediyorduk. O tarihte rejim karşıtı gösteriler Ürdün sınırındaki Deraa şehrinin ötesine pek taşmamıştı. Buna rağmen, bizim Büyükelçilik’te çalışan Suriyeli bir görevli Mezze’de gece karanlığında sloganlar atıldığını söylemişti.
Suriye’deki zalim azınlık rejimine karşı gösteriler bir yıl içinde tüm ülkeyi kapladı. En büyük iki şehir, Şam ve Halep hariç. Gerçi, Şam’ın oldukça merkezi Midan (Meydan) semtinde ansızın ortaya çıkıp, polis gelmeden yok olan göstericilere rastlanmıştı ama rejimin kalbi niteliğindeki Şam’daki olağanüstü güvenlik önlemleri nedeniyle rejimin sonunu getirecek şekilde insanlar sokağa dökülmemişti.
Rejimin öldürdüğü üç kişinin cenaze töreni vesilesiyle, Mezze’de, Başşar’ın burnunun dibinde büyük gösteriler patlak vermesi, yukarıda alıntılanan bir göstericinin sözlerine de bakılırsa, çok önemli bir işaret.
Zaten, Şam’ın çok yakınındaki şehir ve kasabalarda, özellikle Duma’da, Madaya’da ve en önemlisi Şam ile Lübnan sınırı arasındaki Zabadani’de rejim kontrolünü büyük askeri yığınak ve ateş gücü ile ancak sağlayabiliyor. Zabadani, bir süre rejimin elinden tümüyle de çıkmıştı.
Karmaşık hesaplar-Zor denklem
Bu arada, Lübnan liderlerinden birinden –ismi saklı- aldığım bir mesajın bazı bölümlerini paylaşayım. “Bazı kaynaklar”dan edindiği bilgiyi şöyle aktardı:
“... Farslar’ın (yani İranlılar cç) Cebel Alaviyyin’i (Hatay sınırlarımızın güneyindeki dağlık bölge; Aleviler Dağı adını taşır. cç) Güney Lübnan’daki ayrıca Baalbek ve Hermel’deki Hizbullah bölgesine benzer biçimde bir Alevi bölgesi oluşturmak için tahkim etmekte Suriye rejimine destek olduklarını işittim. (Suriye’deki) Alevi bölgesiyle (Lübnan’daki) Hizbullah bölgesi arasındaki bağlantı noktası Homs’tur. Suriye devriminin Stalingrad’ı. Başşar’ın onu yıkmaya çalışmasının nedeni budur. Ayrıca, Homs, kıyı bölgesine, Rus deniz üssünün bulunduğu Tartus’a ve liman ve havaalanı bulunan Lazkiye’ye giden yol üzerindedir. Eğer Homs yıkılırsa, Sünni iç bölgenin, Şam, Halep ve denize ulaşımı kapatılmış olacak ve orada Rusların ve İranlıların desteği altında Başşar ve kliğinin sığınacakları bir alan oluşacak... Amerikalılar olsun, Fransızlar olsun; isyancılara Başşar’ın ordusundaki tanklar ve diğer savaş araçlarına karşı koyacak cephane sağlamaya hazır görünmüyorlar... Bence, Batı ve Ruslar hala Alevi rejimini koruyorlar, çünkü tarihi olarak Siyonistlerin en iyi müttefiki odur. Onlarca yıl ortak hedefleri Lübnan’daki Arafat idi. Hatta, aslında Farslar ve İsrailliler onların ortak dostudur. Batı ve Rusların başlıca kaygısı İsrail’in kuzey sınırlarının güvenliğidir. Başşar’ın roketlerini, Frog ve Scud’ları Alevi bölgesine kaydırdığını sanıyorum... Ne kadar sinik bir konfigürasyon söz konusu...”
Mesajdaki saptamalar ve tahlil tartışmaya ama üzerinde durulmaya değer. Önemli olan, “Suriye denklemi”nin sanıldığından ve görüldüğünden çok daha karmaşık olması.
Bu “karmaşıklık”, Türkiye’nin izleyeceği ya da izlemesi gereken rotayı da özellikle karmaşık bir hale sokuyor. Ahmet Davutoğlu, geçen hafta Washington’ta çok önemli temaslarda bulundu. Ama, kimse, ABD’den Suriye konusunda çok etkili bir destek alındığını sanmasın.
Obama yönetimi, Amerikan yönetimlerinin, uluslararası politikada bilinen ve sürekli gidip gelen “aktivist-müdahaleci ile izolasyonist ABD” sarkacı bakımından sarkacın ikinci yönüne uygun düşüyor. Irak’tan çekildi. Afganistan’dan 2014 sonuna kadar çekileceğini ilan etti. Başkanlık seçimleri yılında, ABD’nin Suriye’ye müdahale ihtimali –NATO da dahil- sıfır noktasında.
Buna karşı Rusya, silah sanayii ile Suriye’ye –bir yandan “içişlerine karışılmasına karşı” olduğu gerekçesi ileri sürerek- bir hayli “müdahil”. 2007’den 2010’a Rusların Suriye ile yaptığı silah anlaşmaları 4.7 milyar dolara fırladı. 2003 ile 2006 arasında bu rakam 2.1 milyar idi. Yani iki mislinden fazla ve şu ara tam istim devam ediyor.
Rusya için Suriye bugün ABD tarafından dışlandığı Ortadoğu’nun ta kendisi. Uluslararası sistemde Sovyetler Birliği statüsünü kazanmak için, Suriye üzerinden oynuyor.
Rejim bitti bitmesine de...
Gelgelelim, Suriye rejiminin tarihi anlamda “kullanım süresi”, Suriye halkının efsanevi mücadelesi sonucunda sona erdi. Rejim aslında bitti. Bundan sonrası “uzatmaları” oynaması. Bunun “sahadaki” anlamı, kan banyosunun bir süre daha devam etmesi, bir dizi katliamlar daha demek.
Bu “katliamlar” da, vebal, ister istemez, Rusya’nın ve İran’ın üzerinde kalacak.
Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, 17 Şubat Cuma günü, Güvenlik Konseyi’nde Rusya ve Çin vetosuyla engellenen tasarının bir benzerini 12 karşı oya 137 oyla kabul etti. 12 oyun içinde Suriye, Rusya, İran, Kuzey Kore gibi “fosil” ya da otoriter rejimli ülkeler var.
Bu kararı, Suriye direnişçileri merak ve heyecanla bekliyorlardı. BM Genel Kurul kararının, Güvenlik Konseyi kararları gibi yaptırım gücü yok ama “uluslararası hukuk” açısından “içtihat” değeri var; Suriye rejimine yönelik Güvenlik Konseyi dışında atılacak adımlara “uluslararası hukuki meşruiyet şemsiyesi” oluşturuyor.
Üç gün sonra Tunus’ta Suriye konusunda yapılacak toplantı da –ki, Türkiye de Arap Birliği’nin yer alacağı bu toplantıya özel önem atfediyor- BM kararından aldığı güçle, Suriye rejimini hedef alan kararlar alacak.
Zalim rejimin ömrünü kısaltmak, kan banyosunun önüne bir an önce geçebilmek ve bölgesel istikrarsızlığın süresini azaltmak için şart. Suriye halkına her yolla destek, Rusya’yı uluslararası alanda tecritle yüz yüze bırakmak ve İran’ı nötralize etmek; bunlar da Türkiye’yi rahatlatacak ve bölgesel konumunu güçlendirecek “Suriye yol haritası”nın parametreleri.
Devam edeceğiz.
Paylaş