Paylaş
Tayyip Erdoğan-Ahmet Davutoğlu ikilisinin temsil ettiği, dış dünyada Türkiye’nin Suriye politikası olarak algılanan politika niçin iflâs etti?
Başşar Esad rejimine karşı çıktığı, Esad’ın kısa süre içinde devrileceğine bel bağladığı, bu konuda yanlış yaptığı için mi?
Hayır. Ondan değil.
Kürtlere yönelik düşmanca tavrından ötürü. Suriye politikasını, esas olarak, Kürtlerin kazanımlarını yok etmek üzerine inşa ettiği ve bunu yerine göre IŞİD’e, yerine göre Nusra’ya, kimi zaman diğer Selefi-Cihadi İslamcı gruplara (Ahrar eş-Şam gibi) kimi zaman ÖSO’ya (Özgür Suriye Ordusu) bağlı güçlere, Suriye’deki Kürtlere karşı destek vermiş olmasından ötürü.
Türkiye, tam bu noktada, hem Washington ve hem de Moskova ile “çatışmalı” bir pozisyona kendisini yerleştirmiş durumda ve tam da bu yüzden Suriye politikası “sürdürülemez” halde, bir “iflas” halinde.
Zira, birbirleriyle rekabet ve çekişme içinde bulunan ABD’den Rusya’ya tüm uluslararası çevrelerin aralarındaki “ortak payda”; neredeyse tümünün IŞİD’e karşı olmaları, IŞİD’in temsil ettiği oluşumu “uluslararası alanda bir numaralı tehdit” olarak görmeleri ve aynı şekilde, Kürtleri, Ortadoğu coğrafyasında yani “sahada” IŞİD olgusuna karşı en azimli ve etkili direniş gücü olarak görüyor olmaları.
Yani, “yanlış”, Suriye’deki Esad rejimini bir “zulüm rejimi” olarak görmekten, ona karşı çıkmaktan, hatta onun yıkılacağını ummuş olmaktan kaynaklanmıyor.
Suriye politikasının belkemiğini, “Kürtlere düşmanlık” üzerine yerleştirmiş olmaktan kaynaklanıyor.
Suriye’deki rejimine karşı çıkmak, devrilmesini istemek yanlış değildi. Hele “ilkesel” bir yanlış hiç değildir.
Rejimin birkaç ay içinde yıkılacağını sanmak –Tunus ve Mısır’daki ve hatta Libya’daki gelişmeleri örnek alarak- ciddi bir yanılmadır; bir “takdir” ve “öngörü” hatasıdır. O anlamda bir yanlıştır.
Bu yanlışlara, aralarında ABD’nin de olduğu onlarca ülke, yüzlerce, hatta binlerce uzman düşmüştür. Ama bu cinsten “yanlışlar” ve “yanılgılar” başka şeydir, bir politikanın –AKP iktidarı örneğinde olduğu gibi- toptan “iflası” başka.
Türkiye’nin iflas etmiş olan Suriye politikasının temsilcisi Cumhurbaşkanı, mimarı ise –bundan övünerek söz eden- Başbakan’dır.
Suriye politikasını hernekadar belli etmemeye çalışmış olsalar da, bunun “esası”nı “Kürtlere karşıtlık”ın oluşturduğunu Türkiye Kürtleri gördü.
7 Haziran’da daha önce AKP’ye oy vermiş olan Türkiye’deki Kürtlerin neredeyse yarısını oluşturan kitle, HDP’ye yöneldi. Bunun en temel nedeni, iktidarın Kobani’ye karşı takındığı tavırdı.
Muhafazakâr ve dindar Kürtler, IŞİD’e göz kırpan iktidar yaklaşımını güden dürtünün “anti-Kürt” olduğunu algıladılar, öyle hissettiler ve seçimde ona göre davrandılar.
İç politikada “Kürtleri kaybetmek”, 7 Haziran’da Erdoğan’ın “Sultan-Başkan” olma hayallerinin önüne set çekti, AKP’nin ise tek parti iktidarına mal oldu.
7 Haziran’dan bu yana Kürtlere karşı takınılan “düşmanca” tutum ve bunun “zulüm boyutları”na taşınmasıyla, 1 Kasım’da AKP için Kürt desteği tasavvur etmek imkânsızlaşmıştır.
Tayyip Erdoğan’ın “Kürt kardeşlerim” ile “teröristler” söylemine abanması, bu ayrımı ısrarla yapmak istemesi, bir şey ifade etmiyor. Şırnak’ta bir polis aracıyla çekilerek sürüklenen ve bir milletvekilinin kayınbiraderi olan Hacı Lokman Birlik’in ölü bedeni, Varto’da çırılçıplak soyularak teşhir edilen öldürülmüş PKK’lı bir kadın savaşçının görüntüleri, sokağa çıkma yasağı ilân edilerek dış dünyaya kapatılan ve güvenlik güçlerinin her türlü operasyonu için adeta mühürlenen Varto, Lice, Silvan, Cizre, Nusaybin’de, Şemdinli’de, Yüksekova’da (Gever), Diyarbakır’ın merkezinde Sur’da yaşananlar, Kürtlere yaşatılanlar ile Suriye’de IŞİD kuşatması altındaki Kobani’ye karşı takınılmış tavır ve IŞİD’e karşı savaşan PYD-YPG’ye yönelik söylem, Kürtlerin zihninde ve vicdanında birleşmiş durumda.
1 Kasım, Türkiye Kürtlerinin temel davranışını değiştirebilir mi? “çözüm süreci”ni sona erdirmek, Kürt sorununu 1990’ları bile aratacak ölçüde bir “şiddet iklimi”ne sokmuş olmaktan sonra, bu, hiç mümkün değildir.
Türkiye’de Kürtleri “kaybetmiş” olan bir iktidarın, Suriye Kürtlerine “anlayışla” yaklaşması beklenebilir mi? Onlara yönelik “olumsuz tutum” zaten Suriye’deki Kürt kazanımlarının, Türkiye Kürtleri için bir “emsal” oluşturması kaygısından kaynaklanıyor.
İktidarın Suriye’de adeta bir “takıntı” haline getirdiği husus, sınır boyunda Carablus ile Afrin arasında kalan hatta bir “güvenli bölge” ve “uçuşa yasak bölge” oluşturulmasıdır. IŞİD’in elindeki bu bölgeye yönelik asıl amaç, bölgenin YPG’nin eline geçmemesi ve dolayısıyla Suriye’deki “Kürt kantonlarının birleşmemesi”dir.
Ne var ki, Rusya’nın Suriye’deki yeni siyasi hamleleriyle, “güvenli bölge kavramı” bunu desteklemeye zaten isteksiz davranan ABD ve AB nezdinde de ölmüştür. Erdoğan’ın son Brüksel temaslarında, AB yetkilileri, Cumhurbaşkanı’nın ısrarına rağmen, o topa girmemişlerdir.
Daha ilginç bir başka gelişme, geçen hafta perşembe günü Başkan Obama’nın “Doğu Suriye’deki Arap ve Kürt gruplarına eğitim ve silah desteği sağlanacağını” açıklamış olmasıdır.
ABD’nin Ankara ile işbirliği halinde Halep ve çevresi için öngörülen “eğit-donat programı” yürümeyince, Washington dikkatini YPG ile işbirliğine çevirmiş, 20 Eylül’de PYD lideri Salih Müslim ile Mesut Barzani’nin Erbil’de biraraya gelmesi sağlanmış, arkasından 20 bin kişilik bir Kürt silahlı gücü ile (çoğunluğu YPG) ve 2000-5000 kişilik “Ceyş ül-Aşair” (Aşiretler Ordusu) adındaki Amerikalılar tarafından eğitilen ve donatılan ve ÖSO olarak kabul edilen yeni bir “ılımlı” Arap gücü arasında işbirliği gerçekleştirilmiştir.
YPG’nin baş rolü oynayacağı bu güç ile hedef, Rakka’yı IŞİD’den geri almak. Bu gücün “lojistik”, cephe gerisi desteği Irak Kürdistan topraklarından yapılacak. Eğer, amaç, IŞİD’e karşı etkili mücadele ise, bunun Türkiye üzerinden yapılması gerekirdi. Ancak, Türkiye’deki iktidar, IŞİD ile değil, Kürtlerle savaşmakta olduğu için bu mümkün değil.
Batı Suriye’de Rusya, Esad rejimine arka çıkarak ve Türkiye’nin desteklediği muhalif güçlere bomba yağdırarak, Doğu Suriye’de ise ABD, Türkiye’deki iktidarın “terörist” diye nitelediği YPG başta olmak üzere, onlara arka çıkarak ve bu suretle IŞİD’e karşı savaşı tırmandırarak, Suriye’de yol alıyorlar.
Türkiye, bütün bunların dışında.
İçeride Kürtlere düşmanlık ve zulüm, seçim kaybettiriyor. Dışarıda ise Türkiye’nin, Suriye’nin ve Ortadoğu’nun geleceğinde oynayabileceği tüm rol kayboluyor.
Bu arada, konuyla yakın ilişkisinden ötürü, Türkiye’de Rusya’yı belki en iyi tanıyan ve bilen yorumcu olan Hakan Aksay’ın T24’de dün yayımlanan yazısının şu son bölümünü kayda alalım:
“… Rusya’nın önde gelen Ortadoğu uzmanlarından biri, Cumhurbaşkanı Erdoğan’a yönelik sert eleştiri ve suçlamalar ileri sürdü.
Rusya Yakındoğu Enstitüsü Başkanı Yevgeniy Satanovski, Rusya ile Türkiye arasında bu kadar sıkı bağlar varken, Suriye’ye yönelik Rus harekâtına tepki gösteren Erdoğan’ın
“her zamanki gibi keskin bir dönüş yaptığını” savundu.
Türkiye Cumhurbaşkanı’ndan “Suriye’deki iç savaştan kazanan temel ‘siparişçi’lerden ve teröristlerin ana sponsorlarından biri” olarak söz eden Satanovski, Rusya’nın, düzenlediği harekâtla “Erdoğan’ın en can acıtan yerine, cüzdanına bastığını” iddia etti.
Türk Hava Kuvvetleri’nin Kürtlere yönelik darbelerinin IŞİD’in başkenti Rakka’nın düşmesini önlediği, Erdoğan’ın IŞİD ile petrol ticaretinden milyarlarca dolar kazandığı suçlamalarını dile getiren Rusya Yakındoğu Enstitüsü Başkanı, ayrıca Suriye’den çalınan arkeolojik eserlerin satışının, esir ticaretinin ve buğday ile un alışverişinin Türkiye üzerinden düzenlendiğini ekledi.
Satanovski, teröristlere silah iletilmesinin de Erdoğan’ın Katar’la arasındaki ilişkilerle sağlandığını öne sürdü.
(Haberin kaynağını burada vereyim de, AKP’nin “Rusça bilen bölge uzmanları” konu üzerinde çalışsınlar:
http://russnov.ru/evgenij-satanovskij-rossiya-svoej-operaciej-v-sirii-nastupila-erdoganu-na-karman/ “
Paylaş