Paylaş
Önce şu kaydı bir düşelim: “Süreç”i destekliyorum. Başarıya ulaşmasını can-ı gönülden istiyorum. “Süreç”in başlamasını da, yol almasını da, bugün vardığı noktayı da, çok önemli ve anlamlı buluyorum.
Bunun aksi zaten düşünülemezdi ama bu ülkede, ne yazık ki, azımsanmayacak sayıda “kötü niyetli” ve “pek zeki sayılamayacak” insan var. İki özelliği bir arada bulunduranlar da az değiller.
“Oslo Süreci” diye adlandırılan bir önceki “çözüm arayışı süreci” sırasında “Dağdan İniş-PKK Nasıl Silah Bırakır?-Kürt Sorunu’nun Şiddetten Arındırılması” başlıklı 100 sayfa dolayında TESEV tarafından yayımlanan bir raporu hazırlamakla meşguldüm. Rapor’un amacı “siyasi karar verici”ye “çözüm güzergahı”nda ipuçları sunmaktı.
Maalesef, Temmuz 2011’de “masa devrildi” ve şiddet ortamı misliyle geri geldi. Kürt sorununda 1990’lardan sonra en kanlı dönemlerden biri son bir buçuk yıl içinde yaşandı. Bu dönemde, yasal alanda “oksijen” de kesildi. Provokasyonlar akıl almaz boyutlara tırmandı. Örneğin, bana yönelik olarak da “ahlaksız tertipler”e başvuruldu; bazı sözlerim bağlamından çıkartılarak, “PKK’nin yerinde ben olsam silah bırakmam” demiş olduğum yalanı dolaşıma sokuldu.
Bazı çevreler, KCK tutuklama dalgalarında beni ve benim gibileri de içeri atmak için özel çaba gösterdiler. Kim olduklarını ve bu yalanları Başbakan’ın kulağına kadar taşıdıklarını da biliyorum.
Bütün bu nedenlerden de ötürü, İmralı merkez alınarak “diyalog”un tekrar başlamış olmasından çok sevindim. Son bir buçuk yıl boyunca, bugünkü “diyalog”un olması gerektiğini inatla ve ısrarla savunmuş biri olarak, “İmralı diyalogu”nu desteklememden doğal bir şey zaten olamaz. İklim değişti. “Demokratik hava değişikliği” oluyor.
Bununla birlikte, “diyalogun selameti” bakımından ve “İmralı Süreci”nin gerçekten ve Başbakan’ın öyle telaffuz edilmesini istediği biçimiyle “Çözüm Süreci” olabilmesi için, “gerçekçi” olmaktan, ‘Süreç”in doğru bir yönteme oturtulmasından ve kamuoyunun, bu arada Kürt halkının “Süreç”e ilişkin olarak, tatmin edilmesi gerektiğinden yanayım.
“Propagandist” ile “analist” aynı işlevi görmezler. Ben “propagandist” değilim. “Süreç”e dair geçen hafta içinde bulunduğum Hakkari ve Diyarbakır izlenimlerini yukarıda altını çizdiğim noktaların yol göstericiliğinde değerlendirmekte yarar var.
“Diyarbakır’ın havası...” başlıklı bu köşede yer alan son yazımın son paragrafı, şöyleydi:
“... Hükümet çevreleri, ‘Abdullah Öcalan’ı çıtayı tahminlerin çok ötesinde düşük tutması’ndan ötürü kendisine ‘olumlu’ yaklaşırken, Kürtlerin ‘çıtası’ hiç düşük durmuyor. Öyle gözükmüyor.”
Bazıları, bu anlatımdan, “Kürtlerin Abdullah Öcalan’ın çıtayı düşük tuttuğu kanısında olduklarını ve Abdullah Öcalan’ı dinlemeyecekleri” sonucunu çıkartmışlar. Benim de böyle bir iddiada bulunarak, “Süreç”e karşı “olumsuz” yaklaştığım iddiasını yayıyorlar.
Yanlış. Baştan aşağı yanlış. Birincisi, “Süreç”e olumlu yaklaşıyorum. Sonuçlarına, “ihtiyat” payını koruyarak –ve hep koruyacağım- “iyimser” bakıyorum. İkincisi –ve asıl yanlış anlama- Kürtler, Abdullah Öcalan’ın çıtayı düşük tuttuğu kanısında değiller. Öcalan’ın “çıtayı” kendi tahminlerinden “daha düşük tuttuğu” görüşü, hükümetin en önemli bakanlarından biri ile Başbakan’ın en yakın danışmanlarından birinin kanaatleri. Bu kanaatlerini bu sözcüklerle özel görüşmelerde ifade ettiler.
“Sorunun çözümü”ne ilişkin bölgedeki Kürtlerin çıtası ise; Ak Parti’nin üst kademesindeki bazılarının Abdullah Öcalan’ın çıtasının yüksekliğine dair algısından daha yüksek.
Yani, “Süreç”in –tekrar edelim- “selameti” için, Kürtler ile Ak Parti üst yönetimi arasındaki “algı mesafesi”ni kapatmak, en azından, daraltmakta yarar var. Söylediğimiz, anlatmak istediğimiz bu.
İmralı’ya son giden BDP’lileri dikkatle dinledim. Özellikle Altan Tan’ın CNN-Türk’te anlattıkları, Abdullah Öcalan’ın nerede durduğunu, “devlet” ile arasında neler konuşulduğunu anlamak bakımından çok önemliydi. Keza, Tayyip Erdoğan ve BDP Eş Başkanı Selahattin Demirtaş’ın tüm açıklamalarını da, Kandil’den yapılan açıklamaları da, bu konuda bazı imzalara “kaynağından sızdırılan” bilgileri ve bunların sunulduğu köşe yazılarını da, satır aralarını da didik didik ederek- dikkatle okuyorum. Ayrıca, 3 Ocak’ta ilk BDP heyetinin İmralı’da ne konuştuğu ve konuşmadığından da haberdarım. Öcalan, el yazısıyla 21 sayfalık bir mektubu üç adrese –BDP, Kandil, Avrupa- ulaştırdı.
İşin doğrusu; yani neyin ne olabileceği ise, Kandil’e de intikal eden ve Öcalan’ın “4 bölüm ve 61 sayfa”dan oluşan “Çözüm Planı”nda, bir başka deyimle “yol haritası”nda mevcut.
2009 yılı itibarıyla Abdullah Öcalan’ın 55 sayfalık bir “Yol Haritası” ve “Eylem Planı” vardı. O da “aşamalı” idi ve bugün söz konusu olan, onun güncellenmiş halidir. Onu tekrar hatırlar ve hatırlatırsak, “Süreç”in “takvimi”ne dair bir kavrayışa sahip olabiliriz. Abdullah Öcalan’ın kendi sözleriyle:
“a- Birinci Aşama: PKK’nın çatışmasızlık ortamını kalıcı olarak ilan etmesi. Bu aşamada tarafların provokasyonlara gelmemeye, güçleri üzerindeki kontrolü sıklaştırmaya, kamuoyunu hazırlamaya dikkat etmeleri gerekir.
b- İkinci Aşama: Hükümetin inisiyatifiyle TBMM’nin onayından geçmiş ve hazırlayacağı önerilerle hukuki engellerin kaldırılmasına yardımcı olacak bir Hakikat ve Uzlaşma Komisyonu’nun teşkil edilmesi. Komisyon’un teşkilinde tüm taraflar arasında azami muvafakat aranacaktır... Bu biçimde yasal engellerin kaldırılması halinde PKK- yasadışı konumdaki varlığını... Türkiye sınırlarının dışına çıkarabilecektir. Daha sonra bu güçlerini kontrollü olarak değişik alan ve ülkelerde üslendirebilecektir. Bu aşamada önemli olan kritik nokta, PKK siyasi tutuklu ve hükümlülerinin bırakılmasıyla, PKK silahlı güçlerinin sınır dışına çıkarılmasının birlikte planlanmasıdır. ‘Biri diğersiz olmaz’ ilkesi geçerlidir.
c- Üçüncü Aşama: Demokratikleşmenin anayasal ve yasal adımları atıldıkça tekrar silahlara başvurmanın zemini kalmayacaktır. Peyderpey başta PKK’de görev almış olanlar olmak üzere uzun yıllardan beri sürgün yaşayan, vatandaşlıktan çıkarılmış, mülteci konumuna düşmüş olanların yurda dönmesi başlayacaktır. KCK faaliyetlerinin yasallık kazanmasıyla PKK’nın Türkiye sınırları dahilinde faaliyet göstermesine gerek kalmayacaktır. Her bakımdan legal, demokratik, siyasal, sosyal, ekonomik ve kültürel faaliyetler esas alınacaktır...”
“Çözüm Süreci” parametreleri büyük ölçüde yukarıdaki satırlarda bulunuyor.
Şimdi ne noktadayız?
“Birinci Aşama”nın eşiğindeyiz. 21 Mart öncesi, yani Nevruz zamanı, “karlar erimiş”, “dağlara Kürt baharı” gelmek üzereyken, Abdullah Öcalan, muhtemelen, PKK’ya “çatışmasızlık ortamını kalıcı olarak” ilan ettirecektir.
PKK’nın Türkiye’den silahlı güçlerini çekmesi, daha sonraki aşamadır. Yaz ortasına kadar –o da işler iyi gittiği takdirde- Kürtlerin benimseyeceği yasal değişiklikler rotasına girilmesi halinde, gerçekleşecektir.
Yani, henüz, “Süreç”in çok ama çok başındayız. Ve, tabii ki, “Süreç”ten yanayız.
Paylaş