Sivil-askeri yargı tartışmasının eğrisi doğrusu...

Askerlerin disiplin suçları dışında işleyebilecekleri suçların “askeri yargı” değil de “adli yargı”da soruşturulmaları ve kovuşturulmalarına ilişkin yasa değişikliği, mükemmel bir turnusol kağıdı işlevi gördü. Türk medyasının “askerperver” kalemleri, sanki bu yasa değişikliğiyle askerler gadre uğruyormuş gibi kalemlerinin ucunu sivriltmeye başladılar.

Haberin Devamı

Askerler tarafından manipüle edilmeye hazır ya da gönüllü olanlar, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül üzerinde kamuoyu baskısı yaratmaya yönelik biçimde faaliyete geçtiler. “Askerlerin hukuki itirazları”nın ne olduğunu, Genelkurmay açıklamalarından değil, onların “askeri kaynaklar”a dayanarak gazete manşetlerine taşıdıkları haberlerden öğreniyoruz.

Arada “psikolojik gerilla savaşı”nın “vur-kaç taktikleri” de göze çarpmıyor değil. O “belge”nin “siviller” tarafından hazırlandığı bir kez daha belirtiliyor. Madem, “siviller” tarafından hazırlandığı bu kadar kesin biçimde ifade ediliyor, o “siviller” kimmiş, tüm sivilleri fişleyecek kadar topluma nüfuz etmiş olan istihbarat servisleri onu da ilan etseler de rahatlasak ve bu tartışma bitse.

Haberin Devamı

Bu arada, bazı meslektaşlarımız Abdullah Gül’e hayli acemice bir baskı yolu seçerek, “askerperver” bir dil tutturdular. Şu satırlara bakın: “Askere sinirlenen, çıkarı bozulan, TSK’dan çeşitli nedenlerle intikam almak isteyen her Allah’ın kulu somut verilere dayanmadan savcıya ihbarda bulunacak. Savcılar da bugünkü uygulamayı sürdürürlerse, her gelen şikayeti hakimin kapısına bırakacaklar. Buna bir de Genelkurmay Başkanını eklemek gerekecek. Genelkurmay Başkanları da –eğer yasada önlem alınmazsa- her türlü yargı tuzağına açık yaşayacaklar. Bu açılardan bakacak olursak, Gül’ün Sivil Mahkeme Yasası’nı geri göndermekten başka çaresi yoktur.”

Bu satırların “andıçlanmış” bir kalemden çıkması ilginç. “Andıç”ları yabana atmamak gerek, hedefini bulduğu oluyor. Bir de başlık atmış: “Asker sivil yargıya güvenemiyor”.Kusura bakmasın ama biz de askeri yargıya güvenemiyoruz. Güvenememek için kendisinin de bildiği bir sürü haklı nedenimiz var.

Askerin “sivil yargıya güvenememekte” nasıl bir haklı nedeni var?

Demek “bu açılardan bakacak olursak”, Gül’ün yasayı veto etmesi gerekiyor. Peki, bu açılardan değil de hukuk açısından bakarsak, ne yapması gerekiyor?

***         ***       ***

Türk Ceza Kanunu’nun “Adliyeye Karşı Suçlar” bölümünde yer alan 267. Maddesinde “asılsız ihbar”ı suç olarak düzenliyor. Maddede “iftira” suçu şöyle düzenleniyor: “Yetkili makamlara ihbar ve şikayette bulunarak ya da basın ve yayın yoluyla, işlemediğini bildiği halde hakkında soruşturma ve kovuşturma başlatılmasını ya da idari bir yaptırım uygulanmasını sağlamak için bir kimseye hukuka aykırı bir fiil isnat eden kişi, bir yıldan dört yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılır.”

Haberin Devamı

Dolayısıyla alıntıladığımız satırları belli ki bu kanun maddesinden habersiz yazmış olan meslektaşımız ve sözcülüğünü yaptığı asker kişiler müsterih olabilir; sözü edilen “tehlikeler” varit değil. Ayrıca, Türk Ceza Kanunu’nun 271. Maddesi “Suç Uydurma” başlığıyla bir benzer suçu düzenliyor ve bu suçu işleyenlere üç yıl hapsi öngörüyor.

Dolayısıyla, askerlerin işlemedikleri suçlardan ötürü sırf ihbar ya da “intikam duyguları”yla “adli yargı” tarafından soruşturulmaları gibi bir durumun olması söz konusu değil ve Abdullah Gül’ün esas alacağı herhalde bu cins “olgular” olacak.

Biz de “demokrasi korkusu”nun da, “askerperver”liğin de türleri mevcut. Tek tip ya da homojen değiller. Türlerden birinin, bu yasanın tartışılmaya başlamasıyla birlikte gündeme getirdiği sorulardan biri de şu: “Niçin şimdi?”

Haberin Devamı

Türkiye’de çift başlı yargı, yıllardır aşılması gereken bir sorun. Avrupa Birliği’ne giden yolda “yargı reformu” bir “olmazsa olmaz” şart haline dönüşmüş durumda ve çift başlı yargıdan kurtulmak, yargı reformunun “olmazsa olmaz” bir parçası.

“Askerlerin ‘adli yargı’da yargılanmasınının önünü açan, sivillerin ‘askeri yargı’da yargılanmasının önünü kapayan” yasa değişikliği, aslında atılması çok gecikmiş bir adım. Ancak, bunun “zaman aşımı” yok. Dolayısıyla, “niçin şimdi?” sorusunun gereği de yok. Zira, bu soru aynı şekilde her vakit sorulabilir.

Gecikmiş bir adım, ama doğru ve gerekli bir adım.

Buna “militarist” zihniyete sahip değilseniz, karşı çıkacak hiçbir “meşru” gerekçeniz olamaz.

Haberin Devamı

İsmet Berkan, “İşin prensibi açısından bakıldığında hükümetin ve Meclis’in yaptığı doğru” diyor ama itirazı var. “Ancak kanunun Meclis’ten geçme biçimi bir sıkıntıya neden oldu. Sıkıntı sadece muhalefetle iktidar arasında yaşansa belki sıradan kabul edilebilirdi ama anlaşıldı ki esas sıkıntı hükümet ile Türk Silahlı Kuvvetleri arasında” diye ekliyor.

İtirazını böyle dillendirmesinden önce de “Askerlerin özel yetkili savcılıkların ve ağır ceza mahkemelerinin yetki alanına giren suç türlerinde askeri yargı tarafından değil de adli yargı tarafından soruşturulup kovuşturulacak olması meselesi, büyük ölçüde hükümetin ve Adalet ve Kalkınma Partisi’nin izlediği yöntem yüzünden, son yılların en büyük sıkıntılarından biri olma yolunda” görüşüne yer vermişti.

Haberin Devamı

Yani, hükümetin ve Meclis’in yaptığı “prensip” olarak doğru ama “yöntem” olarak yanlış.

Peki, “yöntem”in nesi yanlış? Yasanın gece yarısından sonra geçmesi mi? Kimisi buna işaret ediyor. Oysa, nice yasa sabaha karşı çıktı. Yasanın geçiş saati diye bir kural mı var? Bu geçerli bir itiraz değil.

İsmet Berkan’a göre“yöntem”de “kabahat” hükümetin ve ortadaki “esas sıkıntı” ise hükümet ile TSK arasında.

İşte meselenin “esası” da burada zaten. Türkiye’de, ne zaman, “askeri vesayet rejimi”ni bırakın ortadan kaldırmayı, sınırlamaya, daraltmaya kalkışsanız, o anda TSK ile bir “sıkıntı” patlak veriyor. Ve, biz derhal bunun sorumlusunu ve kabahatlisini arıyoruz ve genellikle kestirme yoldan gidip, maliyeti de olmayacağı için hükümeti –o dönemde her kim hükümet ise- “sanık sandalyesi”ne oturtuyoruz.

 TSK’nın hatadan bağışıklığı var. Ya da bazılarımız TSK’dan korkuyor.

Açıkçası bu.

***         ***        ***

Oysa, ortada ne hukuki açıdan, ne “yöntem” açısından ve ne de “siyasi” bakımdan herhangi bir yanlışlık yok.

İkide bir ortaya atılan Anayasa’nın 145. Maddesine aykırılık meselesi de hayli su götürür. İtibarlı anayasa hukukçuları, yapılan değişikliğin Anayasa’nın 145. Maddesine aykırı olmadığına işaret ediyor.

Yasa Cumhurbaşkanı tarafından onaylanır ve Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilirse, yapılacak iş Anayasa’nın 145. Maddesini değiştirmek ve bu uğurda gerekirse referanduma gitmeyi göza almaktır.

Değer. “Askeri vesayet rejimi”ne son vermenin simgesi haline gelen söz konusu yasa için değer.

“Askeri vesayet altında mı yaşamak istiyorsunuz; demokratik hukuk devletinin vatandaşları olarak mı?” sorusunu halka sormanın ne sakıncası olabilir.

Bakalım halk ne der. Rejimimizin “meşruiyet kaynağı” halk değil mi?

Yazarın Tüm Yazıları