Paylaş
“Salih Müslim’in oğlunun şehadeti Rojava’daki direnişin ne kadar namuslu olduğunun kanıtı; herkes cephede ve herkes toprağı için savaşıyor!”
Bejan Matur’un “namus kanıtı” olarak sunduğu acı hal, PYD Eşbaşkanı’nın Suriye dışında Suriyeli Kürtler için temaslar yürüttüğü bir sırada, 17 yaşındaki oğlu Şervan Müslim’in, Urfa’nın Akçakale ilçesinin karşısına düşen Tel Abyad yakınlarında el-Kaide uzantısı örgütlerden birinin kurşunlarına hedef olması.
Salih Müslim, delikanlı oğlunu yitirdiği yerin biraz daha batısında bulunan Kobani’den. Suruç-Mürşitpınar’ın tam karşısı. Zaten, Salih Müslim, aylar önceki karşılaşmamızda, nereli olduğunu sorduğumda, “Kobani’liyim” demek yerine, kendiliğinden “Urfa’lıyım” demişti. Doğru söylüyordu. Kobani, Urfa’ya Suruç kadar yakın. Adına şehir denilebilecek ve Kobani’ye en yakın merkez Urfa.
Şervan Müslim, önceki gün Kobani’de toprağa verildi. Kobani’deki taziyeye, BDP ve DTK eşbaşkanları (Gültan Kışanak,Selahattin Demirtaş, Aysel Tuğluk ve Ahmet Türk) ve bazı BDP’li milletvekilleri gittiler ama saldırısı sırasında Suriye toprakları dışında, uzaklarda olan PYD Eşbaşkanı Salih Müslim, cenazeye bile yetişemedi.
Salih Müslim, dışarıdan gelip, kendilerine saldıranların Türkiye topraklarını kullandıklarından sürekli şikayet ediyordu. Oğlu, Kurban Bayramı arifesinde böyle bir saldırının kurbanı oldu. Ve, bir dizi “simge” gözler önünü seriliverdi.
Örneğin, Şervan Müslim için taziye. Taziye, Türkiye ve Suriye Kürtlerinin “beşeri” olarak da, siyasi ve örgütsel anlamda da içiçeliğini yansıttı. PYD ile BDP, demiryolunun böldüğü Türkiye-Suriye sınırının altında ve üstünde “ikiz kardeş” örgütler sayılmazlar mı?
Şervan Müslim, doğduğu, yaşadığı ve gelecek hayali kurduğu kendi topraklarını korumak için canını verdi. Onu öldürenler ise, o topraklarda yaşayanlar değil. Sevkedilenler. IŞİD’in (Irak-Şam İslam Devleti) adlı el-Kaide’ye bağlı örgütün militanlarının yarısından fazlası Kafkasya’dan, Asya alt-kıtasından ve Yemen gibi Arabistan Yarımadası’nın en dibindeki Yemen’den “cihad” iddiasıyla gelip, Türkiye sınırlarının dibinde savaşanlar. Diğer el-Kaide türevi an-Nusra’dan Ahrar el-Şam, Liva el-Tevhid gibi “ılımlı” Selefi” kollarına uzanan grupların da Rojava’da “beşeri zemini” yok. Yani, “topraklarını koruyan” unsurlar değiller.
Türkiye’nin yetkilileri, inatla, “el-Kaide’ci çeteler”e Türkiye’den yardım edildiğini ve “lojistik destek” verildiğini reddediyorlar. Ancak, yalanlamalarına, sanırım, kendilerinden başka hiç kimse inanmıyor.
Amberin Zaman, Ceylanpınar Devlet Hastanesi’nde tedavi edilen yaralılarıyla konuştu. Taraf gazetesinde ve The Economist dergisinde de izlenimlerini yazdı. Radikal’de, Türkiye’den gidip adı geçen örgütlerle katılanlarla ilgili haberler, kapaktan yani birinci sayfadan yayımlandı. En son olarak, Rıdvan Akar’ın, Türkiye’den giden, götürülen gençlerin aileleriyle görüştüğü röportajı CNN Türk’te önceki gece yayındaydı.
Türkiye devleti, bütün bunlardan habersiz mi? Önleyemiyor mu?
Aslında, ortada bir “acz” yani “önleyememe” durumu yok. Tam tersine, Ankara’da devletin bazı yetkililerinin giderek “pişman olmaya başladığı” bir tür “destek” var. Ve, Ankara’nın kimisi el-Kaide’ci, kimisi Selefi, birtakım faaliyetlere destek vermesi, Washington ile arasındaki en büyük pek görünmeden, pürüzlerden biri. Bu konu, 16 Mayıs’ta Beyaz Saray’daki Obama-Erdoğan görüşmesinde de masaya getirilmişti. Dar katılımlı o görüşmede, Tayyip Erdoğan’ın yanında sadece Ahmet Davutoğlu ile Hakan Fidan yer almıştı.
Hafta içinde tam da bu konuyu irdeleyen Adam Entous ve Joe Parkinson ortak imzasıyla görünürde Hakan Fidan hakkına upuzun bir yazı Wall Street Journal’da yer aldı. Yazıyı okunduğunda, yazıyı kaleme alanların, Beyaz Saray’daki o görüşmede neler konuşulduğunu gayet iyi bilenler, bazı Türk yetkililer ve Suriye muhalefetinin ileri gelenleriyle görüşmüş olduğunu anlayabiliyorsunuz.
ABD’nin en etkili gazetelerinden biri olan WSJ’nin bu önemli yazısına ilişkin en çarpıcı değerlendirmeyi dünkü Radikal’de Murat Yetkin, “Beyaz Saray’ın doğrudan Erdoğan’ı hedef almadan, kolay lokma gördüğü Fidan üzerinden mesajını kamuoyu önünde vermek istediği yorumu yapılabilir” cümlesiyle yaptı.
Yazının içinden cımbızla seçilerek alınan şu bölümler bir fikir verir:
“... Beyaz Saray’daki toplantıda, Türkler radikallere yardım ettikleri iddiasını geri iterek, ABD’nin muhalefeti yoğun biçimde silahlandırması için çaba gösterdiler...”
“... Daha da yakın tarihte, Fidan tarafından yürürlüğe konulan Suriye yaklaşımı, Türkiye’yi ABD ile karşı karşıya getirdi. Her iki ülke de Esad’ın devrilmesini istiyor. Ama Türk yetkililer Amerikalılara, bunun için en iyi yolun, muhalefetin yoğun biçimde uluslararası çapta silahlandırılması olduğunu söylediler. İhtiyatlı Amerikan yaklaşımı ise, silahların, birçok Amerikalı yetkilinin Amerikan çıkarları için Esad’dan daha büyük bir tehdit olarak gördüğü cihadi grupların eline geçmemesini sağlama almak konusundaki önceliği yansıtıyor...”
Şu bölümler ise özellikle dikkate değer:
“... Siyasi gözlemcilerin söylediğine göre, Erdoğan, Esad’ın devrilmesini sadece Türkiye sınırlarının yanıbaşındaki hasmane bir rejimden kurtulmak için değil, Suriye’nin zengin petrol kaynaklarına sahip kuzeydoğusunda ortaya çıkacak bir Kürt devleti ufkunun önüne geçmek için istiyor.
Şu anda görevde bulunan ve daha önce görevde bulunmuş olan Amerikalı yetkililerin söylediğine göre, 2012’nin başında alınan bir kararla, MİT aracılığıyla (silahlı dinci gruplara) yardım sağlayarak, Erdoğan ekibinin, pek görünmeden, muhalefete yardım girişimini kontrol etmesi güvence altına alındı.
Fidan’la çalışan Suriye muhalefet liderleri, Amerikan yetkilileri ve Ortadoğulu diplomatlar, MİT’in, Türkiye’nin 565 mil uzunluğundaki Suriye sınırı boyunca silahların önceden ayarlanmış hangi noktalara bırakılacağı ve (silahları taşıyan) konvoyların hangi kontrol noktalarından geçeceğine ilişkin olarak ‘trafik polisi’ gibi hareket ettiğini söylüyorlar...”
Anlayacağınız, Erdoğan iktidarı ya da “devlet”in giderek Türkiye için de bir “güvenlik tehdidi” oluşturmaya başlayan belirli unsurlara “desteği” artık pek de “görünmeden” yapılamıyor. Gerçi, ABD’nin Suriye’de muhalefete destek konusundaki kayıtsızlığı, sadece Türkiye’nin Kürtlere karşı el-Kaide türevlerine desteğiyle açıklanamaz ama bu “tuhaf ve tehlikeli ilişki”nin Amerikalılara bir hayli bahana sağladığı da ortada.
Ankara, şimdilerde özellikle IŞİD adındaki örgütten rahatsız. Gelgelelim, 2012’nin başından beri izlediği politikanın sonuçlarından biri IŞİD’in bazı sınır kapılarında Türkiye komşu olmaya başlaması. IŞİD, Suriye topraklarının bir bölümünde el-Kaide namına “İslami Emirlik” kurma hedefinde.
Suriye’de bir “özerk Kürt bölgesi” ihtimalinin önüne geçmek için, “silahlı İslamcı güçler”e yardımı, Suriye politikasının “görünmez” ilkesi ve amacı haline getirirseniz, el-Kaide ile komşuluğun temellerini de, tam öyle olmasını istemeseniz bile, atmış olursunuz.
Bu arada, iktidar çevrelerinden bu satırların yazarına yönelik aylardır süren sistematik karalama kampanyasının arkasında kim ve neden var; bu yazıdan sonra herhalde daha kolay anlaşılır...
Paylaş