Paylaş
Bazılarının tüylerini diken diken eden böyle bir ihtimal, bazılarınca Türkiye’de demokrasinin yerleşmesi açısından büyük bir şans olarak da görülüyor. Bu ihtimalin gerçekleşmesi, bir bakıma “dağda savaşacaklarına ovada siyaset yapsınlar” söyleminin hayata geçmesi demek.
Dağa çıkmasını istemediğiniz “söylem ve eylem”in parlamentoda temsil imkanına kavuşması, son tahlilde, olumlu bir çare olarak kendisini ortaya koyabilir. Hatta, tedricen dağdakilerin tedricen dağdan indirilmesinde bir rol de oynayabilir.
Tam tersi de olabilir. TBMM’nin bir “gerginlik fıçısı” haline dönüşmesi, ülkenin her köşesini daha da tehlikeli bir kutuplaşmaya sürüklemek istidadı da taşıyabilir.
Türkiye’de 22 Temmuz’a salimen ulaşılabilmesinin yüzde yüzlük bir kesinlik taşımaması gibi, 22 Temmuz sonrası parlamento kompozisyonunun nasıl oluşacağı ve bunun nelere yol açacağını şimdiden kestirmek de, neredeyse, imkansız.
Her ne olursa olsun, yüzde 10 barajlı seçim sisteminin işlemezliğinin ortaya çıkması iyi olacaktır. Türkiye, şu anda “demokratik dünya”nın “en adaletsiz” seçim sistemine sahip bir ülke olarak temayüz ediyor. Düşünsenize, örneğin Diyarbakır’da yüzde 60’ların üzerinde oy alan bir parti, ülke çapındaki yüzde 10 barajının altında kaldığı için Diyarbakır’dan tek milletvekili çıkartamıyor; buna karşılık, ülke çapında barajı geçmiş ama Diyarbakır’da yüzde 10’un altında oy almış partiler, Diyarbakır’ın tüm milletvekillerini toplayabiliyor. Diyarbakır ve benzeri illerdeki halkın tercihleri, parlamentoya yansımış oluyor mu? Elbette ki, hayır.
Dolayısıyla, üzerinde bir “konsansüs” oluşmuş bulunan husus, bu seçimin yüzde 10 gibi akıl almaz yüksek ve “anti-demokratik” barajlı son seçim olacağı. Yüzde 10 barajının anlamsız kılınması, çok sayıda bağımsızın Meclis’e girmesiyle mümkün olacak. Dolayısıyla, 22 Temmuz’a giden yolda, bağımsız adaylar, yarışan siyasi partiler kadar ilgi çekici hale geldiler.
Bunların başında, Güneydoğu ve Kürt yoğun illerde seçime giren “DTP’li bağımsız” adayların dışında İstanbul’un ikinci bölgesi gibi bir büyük seçim alanında yarışa giren bağımsız aday, Prof. Dr. Baskın Oran sayılıyor.
*** *** ***
Baskın Oran, bugün (16 Haziran) seçim kampanyasını Yeni Melek Sineması’nda düzenleyeceği basın toplantısıyla başlatacak. Baskın Oran’ın “potansiyel seçmenleri”nden biri olarak, kendi payıma, Baskın Oran’ın neler söyleyeceğini pek de merak etmiyorum. Çünkü, Baskın Oran’ı tam 41 yıldır ve oldukça yakından tanımak gibi bir avantaja sahibim.
Baskın –böyle diyebilirim- benim okul arkadaşım. Mülkiye’de benden iki sınıf büyüktü. Mezuniyeti 1968 olan, piyasada tanıdık çok isim çıkartmış bir sınıftır o sınıf. Murat Karayalçın, Uluç Gürkan, İstemihan Talay, Hasan Celal Güzel, Abdülkadir Aksu, Cem Duna, Daryal Batıbay, Nabi Şensoy (şu anda Washington Büyükelçisi), Ömer Madra akla ilk gelen isimler. Mahir Çayan, hiç sınıfta çakmasa ve okulu bitirebilseydi, o sınıf ile mezun olacaktı.
Siyaset piyasasında, bunca yıldır bilinen Mesut Yılmaz, Baskın son sınıftayken, birinci sınıfta idi. Mehmet Ağar, Ahmet Tan, Abdullah Öcalan gibi isimler, Baskın okulu bitirdikten sonra kayıt yaptırdılar. Melih Gökçek’in kaydı vardı. Ama, onlar da Baskın’ı iyi tanırlar. Zira, Baskın Oran, mezun olduktan hemen sonra asistan olarak SBF’de kaldı ve uzun yıllarını okul binası ile yurt binası arasındaki tek gözlü müştemilatta yaşayarak geçirdi. Mülkiye’nin görüp görebileceği en renkli kişiliklerden biri olduğu için, kuşaklar boyu Mülkiyelilerin en iyi bildiği, tanıdığı isimlerden biri haline geldi. Zaten, asistanlığını, doçentliği, daha sonra da profesörlüğü izledi ve yüzlerce Mülkiyelinin hocası da oldu.
1980’lerin başında askeri cunta yönetiminin şemsiyesi altındaki YÖK’e karşı verdiği ve kazandığı mücadele ile, 2000’li yıllarda ise Lozan Anlaşması’nın “en yaratıcı yorumu”nu ortaya attığı ve özellikle “azınlık hakları” konusundaki girişimleriyle, onu bütün Türkiye tanıdı.
*** *** ***
Benim okula girdiğim dönemde ilk tanıdığım ve tanıştığım kişilerden biriydi. Türkiye’de sol gençlik hareketinin 1960’ların ikinci yarısında en önemli “düşünsel merkezi” sayılan Sosyalist Fikir Kulübü’nün bir toplantısında, “teoriye en hakim, en iyi bilen” ya da diğerlerinin öyle zannettiği üç kişiye öğrencileri “sosyalizme kazanmak” amacıyla bültenler, broşürler hazırlamak görevi verilen bir komite kurdurulmuştu. Bu üç kişi, Baskın Oran, sonraları Dünya Bankası’nda önemli görevler üstlenen Kutlay Ebiri ve bendenizden oluşuyordu.
Daha “68 Kuşağı” sahneye çıkmadan, 1967 başlarında, bu çalışma sayesinde Baskın’la bugüne kadar kesintisiz devam edegelen arkadaşlığım başladı. Tabii, o yıllarda ömrümüz, okul binasının içinde ve sınıflarda olduğu kadar,sokaklarda ve meydanlarda geçiyordu. Bir seferinde, yine bir Kıbrıs krizi patladığı sırada Amerikan temsilcisi Cyrus Vance’in (Carter döneminin ABD Dışişleri Bakanı) gelişini protesto etmek için Esenboğa Havaalanı’nın pistini oturma eylemiyle işgal etmiştik. Vance’ın uçağının Mürted askeri üssüne indirildiğini, Amerikalı yetkilinin şehre ulaştığını öğrenince, protesto eylemini başkent sokaklarına taşıdık. Baskın yakalandı. “Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’nu ihlal”den mahkemesi yıllar sürdü. Birkaç ay hapse mahkum oldu. 12 Mart askeri müdahalesini, Kızılcahamam cezaevinde karşıladığı için, başına daha büyük belalar gelmesinden kurtuldu. Birkaç ay yattı, çıktı.
Birbirimizi yıllarca görmesek de sıkı arkadaş kaldık. Baskın, kendisini yakından tanıdığınız zaman, ister istemez, insana böyle bir duygu verir. Baskın’la çok ama çok iyi arkadaş olursunuz ve hep öyle kalırsınız.
İyi bildiği her konuda, inanılmaz bir “özgüven” ve dahası “iddia”ya sahiptir. Bunları, önem hiyerarşisi olmadan sıralamak gerekirse, siyaset bilimi alanına giren konuları, kadınları ve araba kullanmayı saymak mümkündür.
Bana sorarsanız, en çarpıcı yanı, “entelektüel cesareti”dir. Ne savunduğu, savunduğu görüşlerin doğruluğu-yanlışlığı çok da önemli değildir. Bence, bir çok yanlışı savunabilecek olsa da, esas olarak, hep, her zaman doğru yerde durmuştur. Nasıl savunduğu, neyi savunduğundan daha önemlidir. Oynamadan, kıvırmadan, dik durarak ve başkası da savunduğunu savunuyor mu, buna bakmadan savunur savunduğunu.
Aksi olsaydı, Hrant Dink’in en yakın arkadaşlarından biri olamazdı. 2001 kış aylarında Michigan Üniversitesi’nde günler süren bir toplantı boyunca, bir dizi “afacanlık” ürettiğimiz “üçlü çete”yi oluşturduğumuz ve buna o sırada o üniversitede çalışmakta olanAhmet Altan’ı da bulaştırdığımız neşeli günlerin canlı anıları belleğimden silinmeden duruyor.
Şuraya kadar, Baskın Oran’a ilişkin bir “siyasi değerlendirme” yapmadığımın farkındayım. Ama şunun da farkındayım: Benim seçmeni olduğum seçim bölgesinde, “oyumu kime vereyim” tereddüdü ve kaygısı duymayacağım bir aday piyasaya çıktı. Baskın Oran!
Şu halleri ile, kendi seçim bölgem açısından baktığımdan, gönül rahatlığıyla sandığa gidip oy kullanacağım bir parti göremezken, bu gönül rahatlığımın varlığını hissettiren bir birey var benim açımdan.
Zaten, Baskın’ı illa tarif etmek gerekirse, en ziyadesiyle bir “çizgi roman kahramanı”na, Red Kit’e benzediği kanısındayım. Red Kit’i kim seviyorsa veya Baskın Oran, bugün başlatacağı seçim kampanyasında, kendisinin bir tür “Red Kit” olduğunu İstanbul 2.Bölge seçmenlerine kanıtlayabilirse, Bizans surlarından Karadeniz’e dek, Avrupa İstanbul’unun oylarının hatırı sayılır bir bölümü Baskın’a akar.
Şimdiden öyle bir izlenim vermeyi başarmış ki, solcu olmasına solcu olmasına rağmen, İstanbul’un Anadolu yakasında oturan nice iş adamından, Baskın’a oy veremeyecekleri için hayıflandıklarını işittim.
Seçilebilir mi?
Bilmiyorum. “Kürt sol milliyetçiliği”nin “Türk solu” ile ezeli hesaplaşmasının bir sonucu olarak DTP’nin aynı bölgede bir bağımsız adayı, hiç kimseye karşı değil, Baskın Oran’a karşı piyasaya sürmesinin, Baskın Oran’a elde etmeyi umduğu önemli sayıda oyu kaybettireceğini öne sürenler var.
Olabilir. Söz konusu seçim bölgesinde DTP’li bir bağımsız adayın seçilme şansı ise hiç yok. Herhangi bir DTP’linin seçilse bile, Baskın Oran kadar, TBMM’de “Kürt hakları”nı savunma ihtimali de yok.
Bunu biliyorum. Baskın Oran’ın 550 kişilik TBMM’de, seçildiği takdirde, bir kişi olarak kaybolup gitmeyeceğini de biliyorum. Baskın, 550 kişilik Genel Kurul’un altını üstüne getirecek enerjiye de, yaratıcı tavra da, renkli kişiliğe de sahip birisi. Varlığıyla yokluğu hiçbir vakit belli olmayacak biri hiç olmadığı için, TBMM’de de öyle bir milletvekili olmaz.
Tek başına, Ak Parti’ye ve yine tek başına CHP’ye veya MHP’ye onun kadar etkili bir muhalefet yapacak bir başka bireyin, bir milletvekilinin olabileceğini tasavvur edemiyorum.
Türk siyaset sahnesinin Baskın’a ihtiyacı var.
Baskın Oran, bugün seçim kampanyasını başlatıyor.
“Şimdi Baskın zamanı”!
Paylaş