Paylaş
Gelin, Türkiye’nin çevresinde 360 derecelik bir tur atalım.
Güneyde, Kıbrıs Adası var. Fiilen bölünmüş bir ada. Adanın güney yönünde, AB üyesi ve AB nezdinde Kıbrıs’ın tümünü temsil ediyor muamelesi gören “Kıbrıs Cumhuriyeti” var. “Münhasır ekonomik bölge” ilan ettiği bölgede gaz aramalarına başladı. İsrail ile bu konuda işbirliğine hazır. Türkiye, bunu kabul etmedi. Kendisinden başka kimsenin tanımadığı KKTC ile gösterişli bir kıta sahanlığı anlaşması imzaladı. Buna göre, aynı ihtilaflı alanda kendisi araştırmalara girişebileceği, Kıbrıs Rum tarafını önlemek ya da caydırmak için donanmasını ve hava kuvvetlerini harekete geçireceğini ilan etti.
Buna karşılık, Rusya Dışişleri Bakanlığı “Kıbrıs Cumhuriyeti”nin Doğu Akdeniz’de denizaltı gaz kaynaklarını değerlendirme hakkı olduğunu savunan bir açıklama yapmakla kalmadı, Rusya’ı “Türkiye’den gelecek tehditlere karşı Kıbrıs’ın kalkanı” olarak tanımladı. Rus gemilerinin Doğu Akdeniz’e gönderileceği spekülasyonu yapılıyor.
Rusya’nın bu tavrını, Türkiye’nin “güç merkezi” olarak Moskova’nın tahammül sınırlarının ötesinde yükselişi olarak gerekçelendiren yorumcular var. Geçen Cuma günü Pravda gazetesi “Türkiye, Osmanlı İmparatorluğunu canlandırmak istiyor” diye yazdı. Bunun doğru ya da saçma olup olmaması önemli değil. Rusya’nın alerjisini yansıttığını göstermesi açısından değerlendirmeye alınmalı.
Rusya ile mesafenin açılması, Türkiye’yi Kafkasya’da hareketsizliğe itme tehlikesi içeriyor. Yukarı Karabağ’ın ve oradan yola çıkarak, Azerbaycan ve Ermenistan’ın ipleri büyük ölçüde Rusya’nın elinde. Rusya’nın Karabağ’da çözüm yönünde bir gelişme için şu sıra hiçbir nedeni yok. Karabağ’da hiçbir ilerleme olmadan, Türkiye-Ermenistan ilişkilerinde milim ilerleme kaydetme şansı da gözükmüyor.
Bu arada gözükmeyen bir başka şey, Nabucco. Onun musluğu Azerbaycan ve o musluğu tutan İlham Aliyev’in bileğini de Ruslar tutuyor.
360 derecelik turumuzu atarken, kuzeyimiz ve kuzeydoğumuzda Türkiye’nin yolunda ciddi engeller olduğunu görebiliyoruz.
Kıbrıs’la tırmanma istidadı içeren sürtüşme, batıdaki komşumuz Yunanistan ile ilişkinin de sorunlu hale gelebileceğini, en azından olabileceğinin altında kalacağının işaretlerini veriyor.
Ayrıca, 2012’de AB Dönem Başkanlığı’nı Kıbrıs alacak ve öyle bir durumda Türkiye-AB ilişkilerinin dondurulacağı Ahmet Davutoğlu tarafından ilan edilmişti. Şu ara, onun da ötesinde AB ile kavgalı bir sürecin sinyalleri geliyor.
Turumuzun batı yönünde ufkumuz çok da geniş ve parlak sayılmayabilir.
Tüm komşularla sorun var
Doğuda İran ile ilişkiler, Orta Doğu coğrafyasının her santimetre karesi üzerinde adı konmamış rekabetin yanısıra, NATO’nun füze kalkanı sistemi uyarınca erken uyarı radarının konuşturulması kararı üzerine mevcut sıkıntılı halinin biraz daha ötesine geçti. İran’dan Türkiye’ye yönelik eleştiri salvolarını hatırlayalım.
Güneydoğu sınırımızdaki iki ülkeden, bir zamanlar aramızın su sızmadığı Suriye ile giderek hasmane hale gelmeye dönüşen ilişkiler söz konusu. Zaman içinde Başşar ile sürtüşmeler daha da belirgin biçimde artma potansiyeli gösteriyor.
Irak’a gelince, kuzeyindeki Irak Kürdistan bölgesi, sürekli Türk hava kuvvetlerinin bombardımanı, kara kuvvetlerinin top atışlarının menzili haline geldi. Bunu, kara kuvvetlerinin içeri girmesiyle bir kara harekatının izlemesi ihtimali ayakta tutuluyor. Erbil’deki Kürt yönetimi, bu siyasi çıkışların baskısı altına alınmış vaziyette.
Güneye dönersek, Kıbrıs’ın güneyinde İsrail ile Doğu Akdeniz’de bir askeri tırmanmaya dönüşme riski içeren bir gerginlik tırmanışı yaşanıyor. Filistin haklarının savunuculuğu bayrağını Gazze söylemi ve BM’de “Filistin Devleti için sandalye” amacıyla Mahmut Abbas’a destek olarak somut biçimde ortaya koyuyor Türkiye ama aynı Mahmut Abbas, New York’a gidebiliyor ama Hamas yönetimindeki Gazze’ye ayak basamıyor. Onun New York’taki girişimini Hamas pek benimsemiyor.
Türkiye, -Tayyip Erdoğan diyelim- Filistinliler üzerindeki popülaritesini Feth ile Hamas arasında “Filistin ulusal birliği”nin kurulmasıyla nakte çevirebilmiş de değil.
Bugün Türkiye çevresinde 360 derecelik bir tur attığınız vakit, “komşularla sıfır sorun” yerine neredeyse “tümüyle sorun”, aralarından bazılarıyla “savaş ihtimali” görüyorsunuz.
Her bir konuya ne kadar haklılık argümanı sağlarsak sağlayalım ve bunlar kulağa mantıklı bile gelse, bu fotoğraf tuhaf bir fotoğraftır. Olmaz. Bir yerde yanlış var demektir.
“Komşularla sıfır sorun politikası” rubriğini eleştirenler arasında yer almadım. Gerçek olmadığını görmediğim için değil. Onu bir “dış politika irade beyanı” ve Türkiye’nin yakın çevresinde “aktivist bir politikaya yönelme iradesinin parolası” olarak anladığım için, öyle bir amacı o şekilde ifadesinde hiçbir sorun yoktu.
Sorun, sanki bugün o politikanın aynen devam ediyormuş gibi gösterilmesinde. Oysa, Türkiye’nın bölge politikası, savunulması gereken bir çok yanına rağmen, sorunlu hale gelmiştir.
Obama’nın Amerikan Başkanlığı’na seçilmesi için büyük çaba gösteren ve ona en yakın Washington düşünce kuruluşu olarak kabul edilen “Center for American Progress”in iki mensubunun kaleme aldığı “Is Turkey Sinking Its Own Ship- Ankara Needs to Step Back and Develop More Pragmatic Foreign Policy” (Türkiye Kendi Gemisini mi Batırıyor? Ankara’nın bir adım geri çekilmeye ve daha pragmatik bir dış politikaya ihtiyacı var) başlıklı yazıda şu satırlar özellikle dikkatimi çekti:
“... Bu yaz çok partili parlamentoya yüzde 50 gibi başdöndürücü bir oy desteğiyle iktidara bir kez daha gelerek giren mevcut Türk hükümeti, aşırı güven duygusuna kayıyor. Türkiye şu anda kendisini Orta Doğu demokrasisi için bir ilham kaynağı olmaktan bir iletken hınç kablosuna dönüştürme riskini taşıyor...”
Aşırı güven ve maliyeti
Bu ayakları yerden kesmeye başlayan aşırı güven ve kibri, iç politikaya ilişkin söylemde duyuyoruz. Dış politikada daha da fazla duymaya başladık. Bu konudaki risk, güvenlik tehlikesine dönüşebilir.
O nedenle, büyük şehirlerdeki “terör”ün arkasında PKK mi var; örneğin PKK’nın Ankara’daki eylemi üstlenmediğine inanalım mı, inanmayalım mı gibisinden tartışmaların fazla değeri olmaz.
Niyesini önceki günkü yazıda belirtmiştim:
“Türkiye, Ortadoğu politikasına, İran rekabetinin ve Suriye’de rejim muhalifi pozisyona kaymasının üzerine, bir de İsrail’le gerilim tırmandırılması üzerinden aktif biçimde dahil olduğu ölçüde, büyük şehirlerinin Ankara’daki.. patlama benzeri ve gerçekten ‘bomba eylemi’ cinsinden gelişmelere daha açık hale gelecektir... Türkiye’nin ‘bölgesel güç’ olarak uluslararası sahnede yükselmesinin, Tayyip Erdoğan’ın ‘Arap sokağındaki müthiş popülaritesi’nin, Türkiye’nin şehirlerine ‘terör ihracı’ biçiminde maliyeti de olacaktır...”
Bu maliyeti düşürmenin iki yolu var ama:
1. Yaz boyu uygulanan Kürt politikasını değiştirmek;
2. Dış politika yedi düvelle vuruşan Zaloğlu Rüstem görüntüsünden çıkmak.
Paylaş