Paylaş
PKK’nın silahlı eylemlere başladığı 1984’den beri hiç o kadar yüksek sayıda asker “şehit’ düşmemişti.
Tarih, 7 Ekim 1991.
Saldırı, büyük yankı uyandırdı. O kadar ki, Cumhurbaşkanı Turgut Özal 12 Ekim’de yola düştü. Önce Diyarbakır’da bir meydan konuşması yaptı, ardından helikopterlerle Van’a uçtuk. Van’da yine bir meydan nutku ve ardından dört yıldızlı komutanların katıldığı bir akşam yemeği.
Uzun sofrada dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Muhittin Fisunoğlu ve Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Eşref Bitlis de vardı. Bir sürü general daha. Notlarıma baktığımda, o masada Korgeneral rütbeli Çevik Bir’in de adı kaydedilmiş. Yemek boyu, genel, sıradan sohbetler yapıldı. Travmatik karakol baskını konu edilmedi.
Ertesi gün yine helikopterlerle havalandık. Çukurca’da baskına uğrayan karakola gittik. Dönüşte Zap Vadisi’nin nefes kesici manzaraları arasından, altımızda kıvrıla kıvrıla akan nehri izleyerek Hakkari’ye geldik. Dağ Komando Tugayı’nın erleriyle öğle yemeğinde karavana yedik. Komando Tugayı’nın askerleri, Kuzey Irak’ta “harekat”tan henüz dönmüşlerdi.
Devlet, adeta kanatlanmış, en yüksek düzeydeki yetkilileriyle hayatta kalan erlere moral destek ve “teröriste ise gözdağı” vermeye, ta Türkiye-Irak sınırının “sıfır noktası”na kadar uçuyor gibiydi.
Baskına uğrayan karakol, sınırın “sıfır noktası”ndaydı. Açık havada Cumhurbaşkanı Özal’a bir karatahta üzerinde baskının nasıl gerçekleştirildiğine ilişkin brifing verilirken, ben bir yandan da çevremdeki topografyayı seyrediyor, zihnime nakşetmeye uğraşıyordum.
Güney, yani Kuzey Irak (Irak Kürdistan’ı) yönünde ufka kadar dalga dalga, yüce dağ sıraları, sanki hiç bitmeyecekmiş gibi mor renge bezenmiş uzanıyorlardı.
O seyahat dönüşünde, Turgut Özal, izlenimlerimi sordu. Herhangi bir askeri okulda okumamıştım ama basit bir akıl yürütmeyle ben ona sordum: “Hangi akla hizmeten neredeyse 3000 metre yükseklikte jandarma karakolları var. Bunlar kime karşı neyi koruyorlar? “
Rahmetli Cumhurbaşkanı’na şunları da söylediğimi not etmişim:
“Sınırı 50 kilometre güneyden veya 50 kilometre kuzeyden çizseniz, kimse farketmez bile. Aynı topografya. Aynı halk. Aynı dil. Bu karakolların baskın hedefi olmaktan başka fonksiyonu olabileceğine inanmıyorum. Kaçakçılığı önlemek için kurulmuş karakollar, apayrı bir güvenlik rolünü nasıl oynayabilirler? Kaldı ki, rüşvet alındığı için kaçakçılığın önlendiği de duyulmadı bugüne dek. Sanırım, güvenlik güçlerinin konuşlanmasına ilişkin konseptin tepeden tırnağa değişmesi ve yeniden düzenlenmesi gerekiyor.”
Çukurca’nın Taşlıtepe karakolu, karakol baskınlarında verilen şehit sayılarındaki rekortmenliğini çoktan kaybetti. Yine de, bir seferde verilen şehit sayısında ilk 10’daki yerini koruyor.
*** *** ***
Karakol baskınlarına ilişkin son büyük “travma” ve artık TSK’nın şapkayı önüne koymasının vaktinin gelip geçtiğini ortaya koyan, Tunceli-Nazımiye yakınındaki Sarıyayla karakolu baskınında yiten 4 can oldu. 30 Nisan 2010.
Belki bir dönüm noktası Sarıyayla.
Çünkü, hem o karakoldaki askerlerden biri ve hem de “şehit”lerden birinin eşi Yasemin Çongar’a Genelkurmay’ın yakasına yapışırcasına konuştular.
Yasemin Çongar, gidip bu insanları bulduğu için değil. Öyle olmadı zaten. Ama bu insanların başvurup içlerini dökmeleri için güvenilirlik ölçüsü oluşturmuş olduğu için.
5 Mayıs günü Yasemin Çongar imzalı “Baskının Korkunç Hikayesi” başlıklı söyleşi, 1991’den bu yana karakollar konusunda hiçbir şey yapılmamış olduğunu çok acı biçimde gözlerimin önüne serdi.
Taşlıtepe’den Sarıyayla’ya şehitlerin kanının sorumluluğu, sadece onların üzerine kurşunlarını boşaltanlar mı acaba?
Yasemin Çongar’a konuşan “şehit adayı” askerin söylediklerini izleyelim:
“Yasemin Hanım, basit mantık kullanalım. Dışarıdaki komutanlar işlerini iyi bilselerdi bugün bu kadar şehit vermezdik... Düşünün siz, gerilla savaşına alışık, silahları sağlam teröristlerin ortasına korunmasız 18-20 yaşında hayatında silah eline almamış gençleri koyuyorsunuz...
Yasemin Hanım, benim özellikle anlatmak istediği şu; acaba bizim TSK’mız terörle mücadele ediyor mu, yoksa acaba terörü mü destekliyor? Bu çok önemli. Bizatihi kendi eliyle yapmış olması ya da teröristi desteklemesi manasında değil. Bence teröristin aradığı şartları zafiyetle oluşturan kişi de terörist kadar suçludur... O karakolu şimdi Genelkurmay’a sorsanız, size açıklayacağı şudur: ‘Bingöl ile Tunceli arasında teröristlerin geçiş noktasında çok stratejik öneme haiz bir karakol’ derler. Ama orada neyi koruyorsunuz? Biz niçin oraya gönderildik?.. Ben size şunu söyleyeyim; o bölgedeki karakollarda insanlar sadece ve sadece kendilerini korumakla yükümlüdürler. O karakolun oraya konulması bile bir mantık hatası, o arkadaşların katledilmesi için yeterli neden...”
Bu söyleşiyi okuyunca, Sarıyayla’da şehit düşen Jandarma Uzman Çavuş Kemal Koçyiğit’in 23 yaşında, üniversite son sınıf öğrencisi bağrıyanık eşi Lale Koçyiğit de Yasemin Çongar’a haykırdı:
“Dağlara, özel eğitimli asker gitmesi lazım. Daha yeni acemi birliğinde silah tutmayı bir ay önce öğrenmiş birinin gidip Tunceli’nin dağında, Hakkari’nin dağında, yani onların orada ne işi var? O karakolların orada ne işi var?” (7 Mayıs 2010, Taraf)
Ne işi var! Evet, ne işi var?
*** *** ***
Lale Koçyiğit’in şu açıklaması çok önemli:
“... Eşim diyordu ki, ‘Buraya olsa olsa köyden saldırı gelir.’ ‘Ama kışn da zaten boşalıyor köy’ demişti. Buna rağmen, köyün tehlikeli olduğunu söylemişti, ‘köye inmiyoruz’ demişti...”
Bir karakol düşünün, en yakın yerleşim bölgesindeki halktan korkuyor. Yani, karakol, oradaki halkı korumuyor. Kendisini ise koruyamıyor.
Ne işi var o karakolun orada öyleyse?
Emre Uslu dün Taraf’ta karakolun bulunduğu bölgenin ve o köyün özelliğini yazmıştı: “Köyün tarihinde Kürt milliyetçiliği açısından çok ilginç üç şahsiyet mevcut. Dersim ozanı Seş Qazi, Sey Can (Sayder) (her ikisinin de mezarı bu köyde) ve 1970’lerin Kürt milliyetçi önderi Dr. Sait Kırmızıtoprak... Kürt milliyetçiliği açısından Sarıyayla (Ciwrak) Köyü’nün önemi Dr. Sait Kırmızıtoprak’tan gelir. Kürt sorunu üzerinde çalışan her kişi Kırmızıtoprak’ın yaşam serüveninden haberdardır. Ciwraklı Dr. Sait (Şivan) Kırmızıtoprak, 1935 yılında Dersim’in Nazımiye ilçesi Ciwrak köyünde doğar. Henüz üç yaşındayken Dersim olayları sırasında öldürülen 54 kişilik aile içinde rastlantı eseri kurtulur.”
Sait Kırmızıtoprak, Kürt sorunu tarihinde özel bir yeri olan ve 1959’daki “49’lar davası’ diye bilinen tutuklama zincirinin önemli isimlerinden biriydi.
Yazısını şöyle noktalamıştı: “Umarım işini iyi yapacağına basına hain diyen İlker Başbuğ ve açılım mimarları en azından Sait Kırmızıtoprak’tan haberdardır. Ben İlker Başbuğ’un bırakın Sait Kırmızıtoprak’ı, 49’lar davasından haberdar olup olmadığından bile emin değilim...”
Ben de.
Paylaş