Paylaş
Kendisini yirmi yıldan fazla süredir izlemiş, hakkında çok kafa yormuş ve özellikle son bir yılı aşan bir süredir zihin yapısı ile ilgili sayısız yazı yazmış benim gibi birisi için, Tayyip Erdoğan’ın o sözlerinde şaşılacak bir yan yoktu.
Haksızlık etmemek için, hangi “bağlamda” söylendiğini görelim; Erdoğan bir mitinginde CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu ve HPD’nin Cumhurbaşkanı adayı Selahattin Demirtaş’a “Kılıçdaroğlu sen Alevisin ben Sünni. Bunu söyle. Demirtaş sen de Zazasın. Bunu söylemekten korkma” sözlerinin hatırlatılması üzerine şu tepkiyi verdi:
“Bırakın Türkiye’de Türk, Türk olduğunu Kürt Kürt olduğunu söylesin. Bunda ne var? Benim için bir ara neler dediler. Gürcü dediler. Affedersin daha çirkinini söylediler, Ermeni dediler. Ama ben Türküm.”
Bu cümlesinin ilk bölümü doğru. Kendisini tanımlamak için söylediğinde ‘ayrımcılık’ ve ‘ırkçılık’ bir yana; ‘doğruluk’ yok. Çünkü, 11 Ağustos 2004 Gürcistan Seyahati'nde "Ben de Gürcü'yüm ailemiz Batum'dan Rize'ye göç etmiş bir Gürcü ailesidir” sözleri de ona ait.
Dolayısıyla ‘Gürcü kökeni’ ile ilgili iddianın kaynağı bizzat kendisi. Şimdi, cumhurbaşkanlığı seçimine birkaç gün kala, ‘Türk’ olmaktan gayrı her kökenin, seçim öncesinde kendisine yük getireceği düşüncesiyle Gürcülüğü, Ermeni olmaktan ‘daha az çirkin’ bir kimlik olarak niteleyip üstünden atmaya bakıyor.
Tayyip Erdoğan için herşeyin siyasi hesaplarına endeksli olduğunu en iyi Penguen dergisinin kapağındaki şu başlık yansıtıyor: “Seçime kadar herkese hakaret edip ayrımcılık yapacağım. Ama seçildiğimde 70 milyonun Cumhurbaşkanı olacağım!”
Dediğim gibi, Tayyip Erdoğan’ın söylemlerinin uzunca bir süredir ‘insanî, İslamî, vicdanî’ özellikler taşımadığını, tümüyle “siyasi” olduğunu gördüğüm için bu buram buram ‘ayrımcılık’ ve ‘ırkçılık’ içeren sözlerine şaşırmadım.
Maalesef gerek düşünce gerekse duygu dünyası, öylesine sığdır. Bir nebze ‘sofistikasyon’, “Affedersiniz, daha çirkinini söylediler, Ermeni dediler” diye bir cümle kurdurtmazdı ona.
Ama, ‘Milletin Adamı’ ve ‘Büyük Usta’ ve ‘Reis’ önünde iki büklüm eğilmiş çevresinden, herhangi bir konuda, bugüne dek tek bir ses, “Yanlış düşünüyorsunuz”, “Doğru bilmiyorsunuz”, “Öyle söylemeyin” diye bir itiraz dile getirecek cesareti gösterememiş olduğu için, ‘sığlık’ ile ‘kibir’in bu izdivacının sonucunda aniden böyle bir cümle çıkıveriyor ağzından.
Kürtlere ilişkin olarak da özü itibarıyla Ermenilere bakışından farklı bir düşünceye sahip olduğunu sanmıyorum. Nitekim Kürtlere ilişkin tavrının da, ‘insanî, İslamî, vicdanî’ mülahazalardan kaynaklanmadığını, başta Roboski ve birçok başka vesilede görmüş bulunuyoruz.
Tayyip Erdoğan’ın Kürtlere yaklaşımı, kısmen ‘Kürdistan petrollerinin efsunlayıcı kokusu’ ile ilgili ama esas olarak ‘siyasi’ mülahazalardan kaynaklanıyor. İkide bir başvurduğu “Kardeşlerim” hitabı ya da “Biz yaradılanı Yaradan’dan ötürü severiz” ifadesi basmakalıp bir cümle formülasyonu olmaktan öteye gitmiyor..
Burada sorun bu kadarla da sınırlı değil. Bu sözleri, Türkiye’de ‘devletin demokratikleşmesi’nin anahtarı haline gelmiş olan Hrant Dink cinayetinin aydınlatılmasına ilişkin olarak söyledikleriyle birlikte hatırlandığı takdirde, Türkiye’nin en güçlü ‘cumhurbaşkanı adayı’nın ne kadar korkutucu bir kafa yapısına sahip olduğu ortaya çıkıyor.
Unutmayalım, eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un ‘Cemaat tartışmaları’yla ilgili olarak, “Hrant Dink davası çözülürse bu yapı deşifre edilir” sözleri kendisine aktarıldığında, Tayyip Erdoğan “Olayı Dink davasına indirgemek küçültmek olur. Hrant Dink davası bence kişiselleştirilmiş davadır. Dink’in yazılarını, onun düşünce dünyasını kabullenmemek gibi bir nedenle yapılmıştır” karşılığını vermişti.
Ayağı taşa takılsa ‘Paralel yapı’dan bilen ve her vesilede ‘Pennsylvania’ sözcüğünü üzerine basa basa telaffuz etmekten kaçınmayan Erdoğan, boş kaleye topu yuvarlaması için İlker Başbuğ’un kendisine uzattığı ‘pas’ı ıska geçmeyi seçmişti.
Ermeni sözcüğünü özür dilemeksizin ağzına alamayan Tayyip Erdoğan’dan Türkiye’deki Ermeni kimliğinin sözcüsü Hrant Dink cinayetinin üzerine düşmesi ve ‘devletin sorumluluğu’nu ortaya çıkartacak şekilde aydınlatılması için ciddi bir çaba göstermesi beklenebilir mi?
Böyle bir Tayyip Erdoğan’ı destekleyenler hatta ideologluğunu yapmak isteyenler arasında, Ermeni kökenli kişilerin bulunması da şaşırtıcı değil. Bizim tarihimizde de, başka ülkelerin tarihinde de, milli ya da dinî azınlıklardan olup da, ‘hâkim ulus milliyetçiliği’nin teorisini ve pratiğini yapanlara rastlanır.
Bizim tarihimizde “Tekinalp” adını almış olan Moiz Kohen bunların en çarpıcı örneklerinden biridir.
Moiz Kohen, bir haham çocuğu olarak 1883’te Serez’de doğmuştu. İttihat ve Terakki’ye üye oluktan sonra Selanik’te çıkan ‘Asır’ adlı Türkçe gazetede yazdı. ‘Türkiye’deki Yahudileri Türkleşmeye ikna etmek’ için çalıştı. ‘Tekinalp’ adını benimsedi ve “Türk milliyetçiliği”nin en önemli kalemlerinden biri olarak ün yaptı.
Bugünün Türkiye’sinde Ermeni azınlığına mensup olup giderek otoriterleşen ‘Sünni mezhepçi’ bir iktidar yapısının aslında tarihte görülmemiş bir ‘halk ihtilali’ olduğuna bizi ikna etmeye çalışanlar var.
Aralarından biri, iktidar çevrelerinde İsrail’in Gazze saldırısını vesile ederek ‘anti-Semitizm’in zirve yaptığı günlerde, “Yahudi cemaatinin tümünün Sözcü okuduğunu” öne sürerek, AKP’ye egemen zihniyetin “azınlık karşıtlığı”na yakıt sağlıyordu.
Söz konusu yazıdan yola çıkan Hektor Vartanyan adlı bir Ermeni yurttaşımızın, www.harfvolver.com adlı sitede yer alan yazısına göre bu tür örnekler ta 1915’te de varmış:
“Teşkilat-ı Mahsusa’nın ve Osmanlı Polis Teşkilatı’nın Ermeni aydınları toplamak için kullandığı muhbir Ermeniler’e Hidayet adı verilirdi. Hidayetler, tehciri gereken Ermeni aydınları tespit ve ihbarla görevliydiler. Ayrıca toplanan Ermenilerin zaptedilmesinde de önemli rol oynadılar. Asırlardır her türlü hak ihlalinin hedefi olmuş azınlıkları iktidara yaltaklanmak amacıyla hedef gösterebilmek de bir çeşit ‘Hidayetlik’tir…”
Hektor Vartanyan’ın yazısındaki bu bölümü okuduğumda,19. yüzyılın büyük tarihçisi Leopold von Ranke’nin “Tüm tarih çağdaştır” sözünü hatırladım.
Paylaş