Paylaş
DERBESİYE - Gece yarısı olmak üzere. Şenyurt sınır kapısı, hâlâ çok kalabalık. Kızıltepe Belediyesi, başta başkan Ferhan Türk, dört belediye başkan yardımcısının tümü, neredeyse tüm belediye kadrolarıyla orada.
30’u aşkın kamyonla ‘Rojava’ya iletilmekte olan yardım malzemelerini taşıyan araçlar arasında öncelik iki TIR’a verilmişti. İkinci TIR yükünü boşaltmayı tamamlamak üzereydi. Operasyonun sabah bitebileceği düşünülüyordu. ‘Rojava’ya yardımı koordine eden Nusaybin Belediyesi’nin başkanı Ayşe Gökkan’a, evrakları ertesi sabah imzalayabileceğini söylüyor Kızılay yetkilileri. Nusaybin’e dönme vakti. (Yardım işlemi tüm öğle vakti tamamlandı.)
‘Rojava’ya ‘insani yardım’ın gerçekleştirildiği, Türkiye-Suriye arasındaki şu sıra tek sınır kapısı olan Şenyurt, il merkezi Mardin’den daha büyük olan ilçe Kızıltepe’nin 14 kilometre daha güneyinde. Nüfusu 1500 imiş. Yanı başında, sınır çizgisini oluşturan demiryolunun öte yanındaki Derbesiye’nin nüfusu ise 70 bin. Şenyurtlular kendi beldelerine de Derbesiye diyorlar zaten. Çoğunun nüfus kâğıdında da öyle yazıyor. Biri, “Bu Şenyurt ismi 1965’te çıktı. Burası Derbesiye’dir” diyor. İsimlerini tekrar geri almaya kararlılar.
Birisi ‘karşı taraftaki’ Derbesiye’yi işaret ediyor: “Burası, Kürtler ve PYD için Rojava’daki en sağlam yerdir. 60 kilometre doğusu Kamışlı; 60 kilometre batısı Serekaniye. Arada Arap yok. Kürt bölgesinin, hiçbir tehdide açık olmayan en sağlam noktası…”
Soluk ışıkların altından Nusaybin’e dönmek üzere arabaya ilerlerken aralarından biri kolumu yakalıyor, “Yarın gel buraya. Bir de gündüz gözüyle gör” diye davette bulunuyor. Takılıyorum ona, “Ben buraları iyi bilirim. Az ilerde bir yerden aşağıya geçmiştim” diyorum. Belleğimi, beni 40 yıl öncesinin ötesine götürmesi için zorluyorum. 42 yıl önce, o gece de sınırı geçip Suriye’ye girdiğimde böyle mehtap var mıydı acaba?
Muhatabım, naklettiğim anıya hiç takılmıyor: “E tamam gelin işte; yarın da geçeriz…”
- Nasıl yani? Gündüz gözüyle mi?
- He. Geçeriz merak etme.
- Karşıda akrabalar var galiba.
- Çok, amca çocuklarım, teyze çocuklarım, dayım oğulları. Gideriz oraya. Gezdiririm seni.
Ben takılmıştım ama o ciddi. “Tamam, kabul” desem, dünü Suriye tarafında yani ‘Rojava’da Derbesiye’de geçirmiş olacağım. Gittiğim yoldan geriye, Türkiye topraklarına geri döneceğim de kesin.
Şenyurt’un üç yanı mayın. Sınır kapısında sefer giysileri içinde, ellerinde tüfekleri jandarmalar. Bir yandan da sınırı çizen demiryolunun üzerini, traversleri TIR’lar mal indirmek için kapıya yaklaşabilsinler diye küçük taşlarla kapatıyorlar; kendilerine BDP’li Kızıltepe Belediyesi’nin çalışanları yardım ediyor. Kızılay görevlileri yardım malzemelerini kontrol ediyorlar. Suriye tarafındaki demir kapıda, PYD’li yetkililer ile Nusaybin Belediye Başkanı birbirleriyle yüksek sesle Kürtçe konuşarak yardımın nasıl aktarılacağına ilişkin haberleşiyorlar.
Türk devleti, Kürt siyasi hareketi, Türk sivil toplumu, Kürt sivil toplumu, daracık bir alanda birlikte, iç içeler. Gökte mehtap, Suriye tarafında Derbesiye’de ve Türkiye tarafından Şenyurt’ta soluk ışıklar ve kuzey yönünde Mardin’in ışıkları gece karanlığının boynuna sarılmış bir gerdanlık gibi uzaktan parıldıyor.
Fantastik bir gecede, traverslerin üzerinde, anlamsızlığı daha da kuvvetle hissedilen ve anlaşılan Türkiye-Suriye (Rojava) sınırının üzerinde dolanıyordum. Şenyurtlu ahbabın, “Kal, yarın gündüz gözüyle birlikte geçeriz” davetini aldığımda, on yıllardır nice trajedilere neden olan ve bu arada Bekir Yıldız öykülerine, Ahmed Arif şiirlerine ilham veren ‘mayınlı’ Türkiye-Suriye sınırının, ‘anlamsızlığı’nın ötesinde ‘geçersiz’ hale geldiğini fark ediyorum.
Delik deşik bir sınır artık Türkiye-Suriye sınırı. Bir 60 kilometre batı yönümüzde, Ceylanpınar-Serekaniye arasında el-Kaideci ‘çeteler’ kuzey-güney yönünde Kürtlere saldırmak amacıyla yaralananları ise güney-kuzey yönünde Rojava ile olan sınırı delik deşik etmişler. Kürtler de öyle. Özellikle gençler.
Çok sayıda Kürt gencinin Rojava’ya gidip geldiğini, Nusaybin’de işittim. Aylarca ortadan kaybolan, sonra birden ortaya çıkan ya da sürekli gidip gelen çok sayıda Kürt gencinden söz ediyorlar. Rojava’daki çatışmalar, Türkiye’nin Kürt gençlerini mıknatıs gibi kendine çeken bir etki doğuruyor.
Sınırın delik deşikliğinin somut görüntülerine de Nusaybin’de tanık oldum. Nusaybin’in en önemli mahallelerinden biri olan Mor Yakup Mahallesi’nde yol, Kamışlı’yı Nusaybin’den ayıran tel örgüye paralel biçimde uzanıyor. Tel örgü yer yer parçalanmış. Arada 200-300 metre enindeki boş alanın mayınlı olduğu varsayılıyor ama orada otlayan inekleri gösteren Nusaybinli dostlardan biri, “Sığır ağırlığı altında patlamayan mayın nasıl olursa” diyecek oluyor; bir diğeri sözünü kesiyor: “Oynamak için oraya giren Nusaybin’in çocukları mayınları temizledi.”
Nusaybin’de –Derbesiye için de aynı şeyi işittim- çok kişiden, Nusaybin’deki akraba sayısından çok daha fazlasının Kamışlı’da yaşadığını öğrendim.
Türkiye Kürtleri ile Rojava halkının aynı halk olduğu, sınırın artık niçin delik deşik hale geldiği ve bu ‘delik deşiklik hali’nin artık ‘tamir edilemezliği’ni, Mardin ilinin sınır boylarında insan daha açık bir şekilde görebiliyor.
Kızıltepe’nin KCK davasından yargılanan ve kısa süre önce tahliye edilene dek 3 yıl 2 ayını Diyarbakır hapishanesinde geçirmiş olan Belediye Başkanı Ferhan Türk, Şenyurt’tan ayrılmak üzereyken, bana heyecanlı bir ses tonuyla, Derbesiye’yi işaret ederek “Rojava’da müthiş bir şey oluyor” dedi; “Devrim. Gerçek bir devrim oluyor orada. Rojava Devrimi!”
Nusaybin’in bundan önce iki dönem üst üste belediye başkanlığı yapmış olan etkili ismi Mehmet Tanhan ise Rojava’ya yeterince destek olunmadığından şikâyetçi. Bütün bölgenin Rojava’ya yardım için seferber olmasını yeterli görmüyor. “Kuzey Kürdistan, Rojava’ya gereğini yapmadı” diyor; “Halepçe sırasında yani ta 1988 yılında sadece Nusaybin’den 190 yardım kamyonu kalkmıştı Irak Kürtlerine yardım için. Şu anda Rojava’ya yapılan çok yetersiz” sözleriyle iddiasını güçlendirmek istiyor.
Bununla birlikte, Mehmet Tanhan –ya da Nusaybinlilerin dilinde ‘Mehmet Başkan’- Türkiye’nin Güneydoğu’su ile Rojava’nın kaderlerinin birbirinden ayrılamaz biçimde bütünleştiğini, iç içe geçmiş bulunduğunu vurguluyor. “Öyle ki, önümüzdeki yerel seçimler çok çok önemli” diye ekliyor; “Mardin’de, Kızıltepe’de, Nusaybin’de, Ceylanpınar’da, bütün bu hat boyunca kim seçilecek ise Rojava’nın birçok bölümünün sorumluluğunu alacak bunlar. Önümüzdeki seçimlere bu gözle bakmalıyız.”
Türkiye’nin Kürt siyasi hareketinin önceliğinin Rojava olduğu ve Türkiye’deki ‘çözüm süreci’nin yönünün ve kaderinin de Rojava’yla birbirine bağlandığı, bu bölgede ‘konsensüs’ halinde bir görüş.
Ve, bütün bu nedenlerle, Türkiye-Suriye sınır boyunda ve sınırın ötesinde Rojava’da yaprak kımıldasa buralarda izleniyor ve buraların gündeminin birinci maddesi.
Sınır boyunun manzarası ise şöyle:
Kamışlı-Serekaniye yani Türkiye tarafından düşünüldüğünde Nusaybin-Ceylanpınar arasında yaklaşık 120 kilometre uzunluğunda bir alan Kürt (PYD) yönetiminde. Ondan sonra Tel Abyad-Akçakale civarında bizim Kürtlerin tabiriyle ‘çeteler’in kontrolü var. Sonra Suruç’un karşısında Kobani’de yine PYD ağırlığındaki Kürt yönetimi. Sonra yine ‘çeteler’ ve ardından tekrar bu kez Kilis’e yakın bir noktadaki Afrin’de yine PYD-Kürt yönetimi.
Kobani ile Afrin arasındaki bölgenin merkezindeki Azaz’ın –ki Türkiye’nin Halep’e en kolay ulaşım noktasının üzerinde- Irak-Şam İslam Devleti adlı el-Kaide kolunun eline geçtiğini dün sabah New York Times’da okudum. Yani, Türkiye’nin güneyinde ‘el-Kaide Suriye’si ve Suriye Kürdistanı ile komşuluğu’ kesinleşiyor.
Paylaş