Paylaş
Aram Tigran’dan daha fazla Kürt müziğine kim hizmet etmiştir acaba? Gerçi, Suriye’nin en büyük Kürt kenti Kamışlı’da 1934’de doğmuştur ama 1915’te soykırımdan kaçıp sırasında oraya göçmüş etmiş Diyarbakır’lı bir ailenin çocuğudur. Hayatı boyunca 11 albüm çıkarttı. 230 Kurmanci, 150 Arapça, 10 Süryanice (Aramice) şarkı okudu. Mezopotamya’nın has evladı. Kökü Diyarbakır’lı Ermeni, Suriye’li Kürt. Türkiye Kürt kültürünün ölümsüz ismi.
2009’da öldüğünde Diyarbakır’a gömülmesine devlet niçin izin vermedi, anlaşılmaz. Diyarbakır’da mezarı yoksa da, Silvan’da heykeli var bugün.
Karapete Xaço, 1900’lerin en başlarında Batman’ın bir köyünde doğdu. 1915’te ömrünü bağışlayan bir sayesinde çocuk yaşında kendini Kamışlı’da buldu. 1946’ya dek Suriye’de, sonrasında 2005’teki ölümüne dek Erivan’da yaşadı. Kürtçe radyoda çalıştı. Dengbej müziğinin büyük sesi ve kayıtçısıdır. Kürtlerin ezici çoğunluğu onu Kürt bilir.
Ciwan Haco, doğrudan, Suriyeli Kürt bilinir. 1957 Kamışlı doğumlu. Kürt rock müziğinin olağanüstü popüler sesi. Defalarca Türkiye’ye geldi, Kürt bölgelerinde yer yerinden oynadı. Kamışlı doğumlu Suriye vatandaşı bir Kürt’tür ama kökü Mardin’dedir. Şeyh Sait isyanından sonra kaçan bir Kürt ailesinin çocuğudur. Zaten, Kamışlı neresidir ki? Mardin’e bağlı Nusaybin’in bitişiği. Arada Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Fransızların Türkiye-Suriye arasındaki sınır çizgisi diye icat ettikleri bir demiryolu.
Aynı demiryolu, Karkamış’ı Carablus’tan, Suruç’un Mürşitpınar kapısını Kobani’den (Ayn el-Arab), Akçakale’yi Tel Abyad’dan, Ceylanpınar’ı Serekaniye’den (Rasulayn) ayırır. Amude, Mardin’den görünür. Derbesiye, Kızıltepe’ye mi Şenyurt’a mı daha yakındır, tartışılır. Cizre’nin az ötesi Derik’tir.
Demiryolundan bir sınır, iki ayrı isim verilmiş iki ülke ama sınırın her iki tarafından yaşayan aynı halk. Bu nedenle, Türkiye’de sınır boylarında yaşayan Kürtlerin dili Suriye demeye, Suriye’dekilerinki, Türkiye demeye varmaz. “Bin Xat” ya da “Ser Xat” diye söz ederler öte taraftan. “Hattın Altı” ya da “Hattın Üstü”. Hat, demiryolu hattı. Ahmet Arif’in “Hasretinden Prangalar Eskittim”de “pasaporta ısınmamız içimiz” diye tarif ettiği durum, “hattın altı ve üstü” içindir.
Şimdi, Ceylanpınar’a bir taş atımlık yerde, Serekaniye’deki makarna fabrikasının bir “Kürt bayrağı” görülünce bu telaş nedendir?
Niçin Başbakan danışmanı (ve genellikle siyasi kariyerinin büyük bölümü Kürtleri tehdit açıklamaları yapmakla geçmiş olan), Ankara Milletvekili hemen kaleme sarılıp “PYD ateşle oynuyor” açıklaması yapmak zorunda hissediyor kendisini?
Yalçın Akdoğan’a göre, “Suriye sınırındaki gelişmeler, giderek, Türkiye için daha farklı bir ulusal güvenlik sorunu oluşturmaya başlamış” ve Türkiye bu duruma “eyvallah demez”miş.
Ne yaparmış? Onu söylemiyor. Ama dil apaçık bir “tehdit dili”. Kime yönelik? Suriye Kürtlerine tabii ki. Kökü, Türkiye’de olan Suriye Kürtlerine. Kimse, “Hayır, onlara değil; PYD’ye” demesin. Suriye’deki şiddet ortamında, Kürtleri koruyan ve Kürt kentlerinde “özyönetim” sağlayan PYD’den (ya da onun ağır bastığı Yüksek Kürt Kurulu’ndan) öteye “temsili” bir otorite var mı?
Türkiye’nin Suriye’ye ilişkin “ilkesi”ni de bildiriyor: “Türkiye, Kürtler de dahil olmak üzere, Suriye’deki tüm grupların hakkını ve hukukunu savunuyor. Diğer grupları yok sayan ve onlar üzerinde tasallut kurmaya çalışan hareketler, bu hak-hukuk zeminini sıkıntıya sokarlar.”
Pek güzel. Peki, an-Nusra gibi el-Kaide türevi olan ya da Liva el-Faruk, Ahrar el-Şam gibi “Selefi-İslamcı” güçler, geçen yıldan bu yana defalarca Serekaniye’ye saldırdıkları vakit, Yalçın Akdoğan bir kez bile olsun böylesine kaygılar açıklamalar yapmış mıydı?
Yapmamıştı. Sorun, besbelli, Kürtlerin Kürt bölgelerinde yönetim kurmalarıyla ilgili,
Hem niçin Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, geçen yıl, 19 Temmuz’da Kobani’de PYD yönetimi kurulduğunda, Erbil’de Mesut Barzani gözetiminde imzalanan Suriyeli Kürtler arasındaki anlaşmadan bir hafta sonra apar topar Erbil’e gitmiş, Erbil’de bazı Suriye Kürt şahsiyetlerle toplandığı halde PYD Başkanı Salih Müslüm ile görüşmeyi reddetmişti?
Niçin aynı Ahmet Davutoğlu, “Rojava Devrimi”nin birinci yıldönümünde Serekaniye’den (Rasulayn) an-Nusra güçleri dışarı çıkarılınca “alarm zilleri” çalıyor ve şu sözleri söyleme gereği duyuyor?
“Bundan sonra da kimden hangi gruptan ve hangi gerekçeyle olursa olsun sınır güvenliğimize dönük her türlü tehdide karşı en etkin yöntem alınacak ve anında cevap verilecektir… Zaten Suriye'de son derece kırılgan ve gerilimi yüksek savaş durumu var. Herhangi bir yeni emri vakiyle ya da de facto bir durum yaratma çabası bu kırılganlığı daha da artırır ve çok daha olumsuz neticeler doğmasına sebep olur..."
Kağıt üzerinde pek doğru gibi gözüken cümleler. Peki ama niçin aynı hassasiyet, “Suriye’nin kuzeyi”nde an-Nusra gibi el-Kaide türü “İslamcı silahlı örgütler”, kimi sınır noktalarını ele geçirdiğinde hiç ortaya konmadı ve ifade edilmedi?
PYD Eşbaşkanı Salih Müslüm dünkü Taraf’ta yayımlanan röportajında Amberin Zaman’a “Türkiye’nin şu anda açıkta an-Nusra’yı desteklediği görüntüsü olmadığını” ifade ettikten gayrı şunu söylüyor:
“Ama bazı sınır kapıları hala onların denetiminde. Mesela Akçakale ve Karkamış sınır kapısı. Türkiye bundan memnun.”
Eğer böyleyse ve hiçbir resmi ağızdan bu konuda bir “rahatsızlık beyanı” duymadığımız halde, Suriyeli Kürtler kendilerine ait bir sınır kasabasına bayrak çektiğinde, bütün Türkiye’yi, yetmiyormuş gibi BM Güvenlik Konseyi’ni ayağa kaldırmaya kalkıyorsak, Türk devletinin “Kürt alerjisi” devam ediyor demektir
KCK Yürütme Konseyi üyesi Şahin Cilo’nun “19 Temmuz Devrimi” nedeniyle ANF’ye demecinde şu ilginç satırlar dikkatimi çekti:
“…Rojava’da bir yıldır oluşan bir yönetim söz konusu ve bu Ortadoğu’nun en demokratik yönetimi olarak değerlendirilebilir. Bu sistem ve yönetim Rojava’yı bölgenin en güvenlikli bölgesi olarak korumayı başardı. Suriye’de yıkım yaşanırken, burada güvenli bir ortam var. Bu başlı başına Suriye halkları için örnek oluşturuyor. Ancak buna karşı bölge ve uluslararası güçler karalama politikalarını yürütürken, aynı zamanda saldırılarda da bulunuyorlar.”
Aynı durum, tıpatıp aynı süreç, 1990’lardan başlayarak 2000’li yılların ilk dokuz yılında “Irak’ın kuzeyi” yani “Güney Kürdistan” için de söz konusu oldu. Şimdi “Rojava”ya yani “Batı”ya o dönemde Irak Kürtlerine karşı ortaya konan davranış gösteriliyor.
Kaderin garip cilvesi, Irak Kürtleri, bugünlerde, Ankara’nın en yakın dostu. Suriye Kürtleri de–ki, Irak Kürtlerine oranla Türkiye Kürtleriyle daha da içiçedirler- yarın öyle olacaklar.
Unutmayalım ki, PYD ile Türkiye’deki Kürt siyasi hareketi (PKK-BDP) bir madalyonun iki yüzü gibidirler. Türkiye’nin belli bölümlerinde BDP’li belediye başkanlarını olağan karşılarken, Suriye Kürt kentlerinin PYD yönetimi altına girmesinde, Türkiye’yi rahatsız edici hiçbir şey olmamalıdır.
Kaldı ki, Ankara’nın PYD ile iyi ve güvenli ilişkileri, Türkiye’nin “Barış ve Çözüm Süreci”nin hedefine ulaşmasının en büyük güvencelerinden biri olacaktır.
Paylaş