Paylaş
“Türkiye’yi antidemokratik bulduğu için gelmiyormuş. Hapiste yatan gazeteciler yüzünden gelmiyorum. Çin’e de gitmiyorum. Aman! Biz sana çok muhtacız. Gelsen ne olur gelmesen ne olur. Türkiye irtifa mı kaybeder?.. Bu yazar en son 2010’da İsrail’e gitmiş. Güya İsrail, demokratik, laik, insan hak ve hürriyetlerinin sınırsız olduğu bir ülke. Sen ne cahil adamsın yav. İsrail tam bir din devleti...”
Dil ve uslup bir yana, Başbakan’ın söyledikleri olgusal olarak doğru da değil. Bir kere Paul Auster her şey olabilir ama herhalde “cahil” sıfatı onun üzerine oturmaz. Paul Auster’ın“cehaleti”ne örnek olarak gösterilen İsrail’in “tam bir din devleti” olduğu değerlendirmesi yanlış. İsrail, bir “Yahudi ulus-devleti”dir ama “din devleti” değildir.
İsrail’in kuruluşuyla, kurucu kadrolarıyla, kurucu ideolojisiyle ilgili en ufak bir fikri olanlar, İsrail’in “tam bir din devleti” olmadığını bilirler.
Böyle bir uslup ile ve yanlış bilgilerle konuşarak, Paul Auster’ı“azarlayan” bir Başbakan, uluslararası algıda sorduğu sorunun cevabını da üretmiş olur; evet, Türkiye irtifa kaybeder.
Paul Auster altta kalmadı. Onun cevabı edepli bir dille oldu. Uluslararası Yazarlar Birliği’nin (PEN) Türkiye’deki gelişmeleri yakından izlediğini ve bu arada KCK dalgalarından birinde tutuklanan ve KCK ile ilgisiz olduğuna Türkiye’de sözü geçer, aklını yitirmemiş herkesin kefil olacağı yayıncı Ragıp Zarakolu’nun ismini verdi. PEN ve Avrupa’da bugüne dek Türkiye’yi kollamış İsveçli Yeşiller’in de aralarında bulunduğu siyasi çevreler, Ragıp Zarakolu’nun Nobel Barış Ödülü adaylığı için başvuru girişimindeler.
Tayyip Erdoğan döneminde, Türkiye “kamu diplomasisi”ne önem verdi. Son gelişmeler, “kamu diplomasisi” bakımından tam ters sonuçlar verecek nitelikte. Bir Nobel Barış Ödülü adayı, kamu vicdanının ikna olmadığı gerekçelerle hapiste. Türkiye’nin Başbakanı dünyaca ünlü yazar Paul Auster ile polemikte eşleşiyor. Ve, bu Türkiye, AİHM’de “Avrupa mahkumiyet rekortmeni”.
Hrant Dink konusundaki yanlış
Ve de bir “adalet rezaleti”ne dönüşmüş olan Hrant Dink davasının tartışmalı isimlerinden Ramazan Akyürek, tam bu sırada terfi ederek, Emniyet Teftiş Kurulu Başkanlığı’na getiriliyor.
Bu arada, Uludere’nin yaraları kanıyor. Hükümet üyeleri devlet eliyle işlenmiş ve hükümetin bir “özür dilemeyi” çok gördüğü Robosti’ye gidemez durumdalar.
Türkiye’nin “demokrasi”, “insan hakları” ve “adalet” sicilinin bir hayli bozulduğu gerçek ve bu sicil bozukluğu Avrupa’da kayıtları şişirmeye başladı. ABD’nin Realpolitik gerekçeleriyle bugün Türkiye’ye yaktığı “yeşil ışık” bir konjonktür değişikliğinde kolaylıkla değişir ve Türkiye’nin mevcut “demokrasi açığı” sayesinde bu hükümetin baş ağrısından öteye bir “migren”e hızla dönüşür.
“Yanlış”ın nerede yapıldığını, “doğru” için neler yapılması gerektiğini işaret etmekten bıktık usandık. Hükümetin, bizim gibileri salladığı yok; bari devletin en önemli mevkilerinde görev yapmış ve deneyimlerini süzerek bugünlerde bir “akil adam” konumuna gelmiş Cevat Öneş’e kulak versinler. Cevat Öneş, Hrant Dink cinayeti davası, 1915 ve PKK, Kürt sorunu gibi konularda önceki gün yayımlanan Agos gazetesindeki söyleşisinde “tarihi önemde” şeyler söylüyor.
“Bu cinayet, Türkiye tarihinde çok önemli bir noktayı işaret ediyor. HrantDink’in Türkiye’ye ve dünyaya bakış açısı, Türkiye’deki değişimi ve yeni paradigmayı temsil ediyordu. Hrant Dink değişimin sembolüydü. Onu öldüren yapı, bu değişimin karşısında yer alan, bu değişime engel olmaya çalışan eski paradigmayı temsil ediyor... Bu cinayet yargıya havale edilerek çözülemez. Yargı kendi tarihsel birikimi ve kendi kırılganlığı içinde sonuca ulaşmaya çalışıyor ama yargının kendi yapısal sorunları çok fazla.
Siyasi iktidarın ve hatta Meclis’teki muhalefet partilerinin desteği olmadan bu dava sonuca ulaşamaz. Bu süreçte, Emniyet, İçişleri bürokrasisi, MİT gibi kurumlar da kendi içine bakmalı ve kendi içini temizlemeli. Aynı süreç Ergenekon davası için de geçerli...”
Siyasi iktidarın kendi ayağına ateş açmaya başlamasının ardında, Kürt sorununa ilişkin PKK’yı işaret ederek tekrarlanan “güvenlik öncelikli” politikalar geliyor. “Güvenlik öncelikli” yaklaşım, Türkiye’yi, özellikle demokratik ortamı her zaman zehirledi ve zehirlemeye devam ediyor.
Kürt sorunundaki yanlış
Cevat Öneş, Agos söyleşisinde “Kürt sorunu konusunda hükümette.. ‘PKK eşittir Ergenekon’ anlayışı egemen. ‘PKK’yi tasfiye etmeden reform olmaz’ görüşünü iktidar partisi milletvekillerinin ağzından da sık sık duyuyoruz. Bu anlayış çözümü zorlaştırmıyor mu?” sorusuna şu cevabı veriyor; not edin:
“Bu değerlendirmeyi çok tehlikeli ve riskli buluyorum. Bu bakış, Türkiye tarihini ve Kürt sorununda gelişen süreci hiç okuyamayan bir yaklaşım içeriyor... Şunu unutmayalım ki Türk demokrasisinin eksikleri yüzünden Kürt sorunu bu hale geldi. Önemli olan PKK’nın dayandığı kitlelerin karşısına onların demokratik taleplerini karşılayan kapsamlı bir reformla çıkabilmektir. PKK’nın silah bırakmasını önce PKK’yı destekleyen kitlelerin istemesi gerekiyor. ‘Önce PKK’yı bitirelim’ anlayışı tarihten hiç ders almamış bir yaklaşımı ifade ediyor...
PKK hareketi bugün milyonlarca Kürdün desteğini alan sosyolojik bir tabana oturuyor. Daha önce pek çok genelkurmay başkanının da ifade ettiği gibi ‘dağdaki beş bin adam’ defalarca yok olma noktasına geldi ama onların yerini yeni ‘beş bin adam’ alıverdi. Ki o dönemlerde kitle desteği bu boyutta da değildi. Ortadoğu’da İran ve Suriye ekseninde gelişen yeni çatışma ihtimallerini göz önünde tutarsak Türkiye’nin acilen Kürt sorununda adımlar atması gerektiğini görüyoruz...”
Aylardır anlatmaya çalıştığımızın çarpıcı bir özeti. Cevat Öneş’in daha bir çok önemli değerlendirmesi var Agos söyleşisinde.
Siyasi iktidar, taşı ayağına düşürmek istemiyorsa, ikide bir onu bunu azarlama huyundan vazgeçmeli, her dakika onunla bununla düzeysiz polemik yapmayı bırakmalı ve bugüne dek “doğruları”nı desteklemiş olanların “yanlışları”na ilişkin söylediklerini dinlemeli, kulak vermeli, üzerinde düşünmeli.
Paylaş