Paylaş
Dünyanın beklediği de bu dört isimdi. İsimler açıklandığında, BM Temsilcisi olarak atanan Susan Rice dışındaki üç ismin, uluslararası politikaya ilişkin görüşleri itibarıyla yeni başkana oranla daha “şahin” görüşlere sahip isimler olduğu üzerinde genel bir mutabakat oluştu. Ancak, bu ekip, Obama’ya oranla daha “şahin” kimliğine konvansiyonel anlamda sahip. Aksi halde, “neo-con’lar” olarak bilinen Bush döneminin Amerikan askeri gücünü dünyada dönüşüm amaçlı kullanmaktan yana ekip ile aynı dalga boyunda değiller. Tam tersine, “Obama’ya oranla daha şahin” olanlar, ABD’nin uluslararası imajına eski yerini kazandırmak için, “diplomasi ve yardım”a öncelik vermekten yana olanlar.
Hillary Clinton, Robert Gates ve eski NATO Avrupa Kuvvetleri Başkomutanı James Jones’tan oluşan bu ekibi, bizzat Barack Obama, “Üniforma altında ya da diplomat olarak çalıştılar. Güç kullanılması vebenim Amerika’nın dünyada lider olma amacı konularında benim pragmatizmimi paylaşan kişiler” sözcükleriyle tanımladı ve bu ekibin oluşturmuş olmasıyla birlikte “Artık her zamandan daha fazla, yerkürenin her yerinde ne olup bittiğiyle daha fazla ilgili olacağız” dedi.
Obama’nın isim tercihleri, daha önce bu köşede “Obama başkanlığının dönüşümcü (transformasyon) olmaktan ziyade zararın tamiri ve Amerika’nın eski konumuna iadesini (restorasyon) hedefleyeceği”ne işaret ediyor.
Bu isimlerin tümü de Türkiye’yi iyi tanıyan kişiler. Bu “dörtlü” içinde özellikle Hillary Clinton ile James Jones, hem Türkiye’yi söz konusu kadro ilân edilmeden önce spekülasyonu yapılan bir çok isimden daha iyi tanıyorlar. Hillary’nin sağ kolu ve Bill Clinton döneminin Dışişleri Bakanı Madeleine Albright, önceki gün Houston’da Türk Merkezi’nin açılışına katıldı ve kendisini “Türkiye’nin muazzam dostu” olarak ilân etmekten gayrı, dünyada en tutkulu olduğu şehrin İstanbul olduğunu söyledi.
Obama’nın başkan seçilmesi üzerine Ankara’da mide ağrısı çekmiş olan çevreler, Obama’nın dış politika takımı açıklanınca nispeten rahatlamış olabilirler…
*** *** ***
Obama’nın dış politika ekibinin açıklanması, tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de merakla beklenirken, Amerika’nın Demokrat Türkiye uzmanları da Obama yönetimine Türkiye’ye yönelik yaklaşım konusunda tavsiyeler ve önerilerde bulunuyorlar. Bunların başında ABD’nin eski Ankara büyükelçilerinden ve Demokratların ağır bastığı en önemli düşünce kuruluşlarından birinde bulunan Morton Abramowitz geliyor.
Morton Abramowitz, Amerikan siyasi kamuoyunda hayli etkili “The American Interest” dergisinin Ocak-Şubat sayısına “The Turkish Portfolio” (Türk Klasörü) başlıklı 10-sayfalık önemli bir yazı kaleme aldı. Obama ekibinin Türkiyeya da Türk “dosyası”ndan (The Turkish File) öteye bir “Türk Klasörü”nü önlerinde bulmadan önce mutlaka çekmecelerinde bulunduracakları söz konusu makaleyi, Türk karar vericilerinin de dikkatle okumalarında yarar var.
Bize gönderilen basım-öncesi yazının ilk bölümleri, hem Amerikan gündeminde Türkiye’nin yerine ve hem de ilişkilerin yapısal özelliğine ışık tutuyor:
“Başkan Obama’nın çok yakında yüz yüze kalacağı çarpıcı dış politika sorunları listesinde, Amerikan-Türk ilişkilerinin nasıl yönetilmesi gerektiği hususu pek nadir yer alabilir. Bunun nedeni açık: Türkiye, Irak, İran, Afganistan ve Rusya ile Kafkasya’daki ve çevresindeki durumlarla karşılaştırıldığında Amerika’ya yönelik hiçbir güvenlik tehdidini ifade etmiyor. Uluslararası malî krizle uğraşmak konusundaysa, Türkiye, Avrupa Birliği, Japonya ve Çin gibi bir anahtar oyuncu değil. Suudi Arabistan gibi bir enerji ihracatçısı da değil. Amerika’ya vurmak isteyen teröristleri de barındırmıyor ayrıca nükleer silahların yayılması riskini Pakistan ve Kuzey Kore gibi taşımıyor. Kısacası, Türkiye, New York Times ya da CNN’de pek manşet olmuyor.
Bununla birlikte bu coğrafi ve işlevsel alanların her birinde ve diğerlerindeki sorunlar, Türkiye’nin çıkarlarını etkiliyor ve Türk nüfuzunun devreye girmesini gerekli kılıyor. Bu nedenle, Türkiye, ABD için büyük stratejik önemini koruyor. Gerçekten de, bir dizi ana cephede Türkiye’nin rolü, ABD’nin başarısı için vazgeçilmez nitelikte. Ne var ki, aynı zamanda, Amerika ile Türkiye arasındaki geleneksel olarak iyi ilişkiler önemli zorluklarla karşılaştı.
Bir yandan, Türk toplumu ve siyasetinin son yıllardaki evrimi geçmiştekilere oranla Amerika ile doğal yakınlığı daha az paylaşan bir hükümeti öne çıkardı. Bu paradoksal bir durum yaratıyor. Türk siyasetine hükmeden siyasi güç olarak dinden ilham alanAKP,ABD’ye kendisinden öncekilerden daha az dostane dururken geleneksel, çoğunlukla katı ‘laik’ ve bazıları anti-Amerikan tavırlar barındıran siyasi rakiplerine oranla-tartışmalı da olsa- gerçek anlamda daha demokratik, daha dinamik, Türk sosyal ölçüleriyle daha uyumlu ve pazar ekonomisine daha yakın davranıyor.
Diğer yandan, ABD-Türkiye dış politika gündeminin tartışmasız karmaşıklığı daha da büyümüş halde. Soğuk Savaş günlerinin, her zaman uyumlu olunmasa bile, Kıbrıs çözümsüzlüğünden Kürt meselesinin bölgesel karmaşıklığına uzanan tüm yan konularda ABD-Türkiye işbirliğini düzenlemiş ve düzen sağlamış olan ortak kaygıları artık ortadan kalktı. Önceki döneme oranla üzerinde uğraşılması gereken çok daha fazla mesele var ve tarafların meselelere ilişkin öncelikleri de, bunlara ilişkin çıkarları ve bunlara ilişkin tehdit algılamaları da farklı.”
Yazı, iki ülke arasında önümüzdeki dönemde Irak’ın gündemine tepesine yerleşeceği görüşünden hareketle, Türkiye-Irak Kürtleri-Amerika üçlü ilişkisi ve Kürt sorununun geleceğine özel yer vererek, özellikle bu konularda Obama yönetiminin dikkatini çekiyor. Obama yönetiminin, Türkiye’nin son dönemde tavsayan ve savsaklanan AB ilişkilerinde ve AB ile birlikte Kıbrıs sorununun çözümünde oynayabileceği olumlu rolün ne ve nasıl olabileceğini anlatarak sonuçlanıyor.
*** *** ***
Son derece ilginç bir dönemin eşiğindeyiz. Bu dönemde ne şekilde yol alacağımızın ve nereye nasıl varacağımızı pek belli değil ve önümüz pek açık seçik görünemiyor. Bir yandan, dünya, yüzyıldır yaşanmamış ölçülerde bir krizin içinde.Asıl büyük sorun, bunun bir “sanal dünya krizi” olması. Paranın ve mülkiyetin, görülmeden ve insan eli değmeden el değiştirdiği “internet çağı” ya da “küreselleşme” dediğimiz olgu, tarihin yeni bir olgusu.
Böyle bir “küreselleşmiş dünya”da psikoloji ve “güven duygusu” gibi kavramlar, en önemli ya da bugüne dek olmadıkları kadar önemli “siyaset parametreleri” haline geliveriyorlar.
Dünyanın hiçbir yeri krizden bağışık kalamazken, “konvansiyonel kriz merkezleri”nin üzerinde ya da çevresinde bulunan Türkiye’nin bundan kaçışı yok.
Diğer yandan da, yenilenmiş, güçlü ve etkili bir Amerikan liderliğinin kurulması, dünyadaki gelişmelerle uyumlu değişime ayak uydurulabilme ihtimali, gelecek açısından karamsar olmamayı da beraberinde getiriyor.
Bu çelişkili yönleriyle son derece ilginç bir dönemin eşiğindeyiz.
Böyle bir dönem eşiğinde, basmakalıp sloganlarla yatıp kalkan, “ezber”de kalan altta kalır. Yaratıcı olan, “ezber bozan” kazanır. Her konuda. Türkiye’nin her sorununda…
Paylaş