"Nereden buldun o komik ismi?"

Mesut Barzani'nin "Kürdistan Bölgesi ve Irak'ın Geleceği" başlıklı, Mort Abramowitz'e göre "hiçbir şey söylemediği", benim değerlendirmeme göre, "hiçbir polemiğe zemin teşkil etmeyecek şekilde gayet dikkatli konuşarak, ustaca hiçbir şey söylemediği" CSIS konuşması henüz bitmişti.

Haberin Devamı

Salonda dönemin, bir dönemin ve her dönemin kimi ünlü isimleriyle hararetli kısa-ayak üstü sohbetler başlamış. Barack Obama Başkanlık dönemi Amerikan dış politikasına damga vurması beklenen Zbigniew Brzezinski az ötede. Irak'ın tarihine isimlerini düşürmüş, bir dönemlerin etkili-yetkili isimleri, Paul Wolfowitz, General Jay Garner, Lewis 'Scooter' Libby, küçük salonun orasında burasında sohbet öbekleri oluşturmuşlar.

Barham Salih, dur-bir dakika demeye kalmadan, asansöre daldı benimle. Ülkesinden bir televizyoncu ayak üstü bir röportaj için mikrofonu uzatmış, kameramanını getirtmişti. Barham, "Boş ver şimdi televizyona konuşmayı, aramızda konuşmaya vakit yok. Yarın sabah Bağdat'a dönüyorum. Günboyu da görüşmelerim var. Şimdi de Washington Institute'a gitmek zorundayım. Yalnız gözlük çerçevemi değiştirmem gerek. Bir gözlükçü bulalım, ardından Washington Institute'a kadar yürürken konuşalım. Vakti doğru değerlendirelim."

Haberin Devamı

Barham'la CSIS'in (Uluslararası Stratejik Çalışmalar Merkezi adlı itibarlı düşünce kuruluşu) yıllardır kimbilir kaç kez girip çıktığımız 1800, K Street'teki binasından çıkıp hızla paralelimizdeki L Street'te bildiği bir gözlükçüye doğru yürüyoruz. Bildik adımlarla. Ama arkamızdan gelen iki adam da kim? Biri Amerikalı, diğeri Iraklı iki koruma adım adım peşimizden geliyor.

O an Barham Salih'in yıllardır Irak Başbakan Yardımcısı sıfatını taşıdığını unutmuş olduğumu fark ediyorum. Barham, burada 10 yıl boyunca Celal Talabani'nin Washington temsilciliğini yapmıştı. Ben o 10 yılın 2'sinde iki Washington düşünce kuruluşunda bulunmuştum. Barham ile sık sık buluşur, konuşurduk. Eski arkadaşımla arada bir bu sokaklarda şimdi yaptığımız gibi bir yandan konuşur,  bir yandan yine şimdi yaptığımız gibi bir dükkana dalıp küçük alışverişlerimizi konuşmamızı kesmeden ve ilişkimizin ayrılmaz bir parçası olan karşılıklı iğnelemelerimizi ihmal etmeden yapardık.

L Street ile Connecticut Avenue'nun kesiştiği yerdeki gözlükçüye kadar yaptığımız 5-10 dakikalık hızlı yürüyüş esnasında, Barham, Mesut Barzani ile birlikte Bush ve diğer Amerikalı yetkililerle yaptıkları görüşmeyi özetliyordu.

Haberin Devamı

"Benim anladığım kadarıyla herkes, yani Irak'ta sizler, bu arada Türkiye'de bizimkiler, burada Amerikalılar, açıkta aksini söyleseler de, pekala 'Amerikan Irak'ı sonrası'na hazırlanıyor" diyorum. Barham, "post-American Iraq" ifademi çok beğeniyor. "Aynen, aynen öyle" diyor; "'Post-American Iraq'a' yaklaşıyoruz. Tüm hazırlıklar ona göre ayarlanıyor..."

Bir yandan da, birini takıp diğerini çıkararak gözlük çerçevesi deniyor ve yakışıp yakışmadığını bana soruyor. Gözlükçü ise ona ilişkin form doldurmakla meşgul. "İsminiz" sorusuna Barham yerine ben cevap veriyorum, "Barham. Barham Salih."

İşte dalga geçme zamanı geldi ve dayanamayıp Barham'a dönüp soruyorum, "Nereden buldun o komik ismi Allah aşkına!"

***     ***   ***

Haberin Devamı

Çünkü Barham'ın adı sorulduğunda, aklımda birden çağrışan şu sıra okumakta olduğum Barack Obama'nın "The Audacity of Hope" (Umudun Cüreti) adlı kitabında naklettiği bir anekdot oldu.

Obama kitabının önsözünde 10 yıl önce siyasete atıldığında bu işe ilk kez başlayan herkesin yaptığını yaptığını anlatırken, girip çıktığı dükkanlardan söz ediyor ve "Hatta bir köşede dikilen iki kişi görsem yanlarına gidip ellerine seçim kampanyamın bildirilerini tutuştururdum. Ve gittiğim her yerde, bir şekilde bana sorulan şu iki soruyla karşılaşırdım" diye yazıyor:

"Nereden buldun o komik ismi?"

"Ve ardından: 'Hoş bir insana benziyorsun. Siyaset gibi pis ve üçkağıtçı bir şeye niçin girmek istiyorsun?"

Haberin Devamı

Barham Salih'in adını, daha kendisi ağzını açamadan, Amerikalı gözlükçüye söylediğimde aklıma birden Barack Obama'nın kendisine ilişkin, kitabının önsözünde yer verdiği bu anekdot geliverdi...

Bırakalım sıradan Amerikan vatandaşını, dünyanın birçok yerinde bu arada Türkiye'deki insanların da aklına hiç Amerika Birleşik Devletleri'nin başına oturacak ve dünyada ismi en çok telaffuz edilecek kişinin, o isminin "Obama" olacağı, "Barack Obama" ya da Türkçe telaffuz edilmiş haliyle "Barak Hüseyin Obama" olacağı gelir miydi?

"Başkan Obama" ya da Arap dünyasındaki haliyle "Reis Obama"dan söz edildiğinde, herhalde, çok yerde çok insanın aklına bir Afrika kabile reisinden söz edildiği gelirdi.

Haberin Devamı

Nereden bulmuş "o komik ismi..."

48 saat sonrasından başlayarak Amerika'nın yeni Başkanı'nın, karaderili "yeni dünya imparatoru"nun kendisi anlatıyor, "o komik" ismin nereden bulunduğunu. Hem de ta 13 yıl önce.

Barack Obama'nın ilk kitabının ilk baskısı 1995 yılında. Kitabının adı "Dream From My Father" (Babamdan Rüyalar).  Kitabına bir de alt başlığı var: "A Story of Race and Inheritance" (Bir Irk ve Miras Hikayesi). Kitabının 2005'te yapılan ikinci baskısına yazdığı önsözde, Obama, kitabın yazılış öyküsünü şöyle anlatıyor:

"Bu kitabı yazma fırsatı, Harvard Law Review'ın ilk Afrikalı-Amerikalı başkanı seçilmiş olmamdan ötürü hukuk okulunda iken ortaya çıktı. Bu olayın sağladığı bir miktar şöhretin ardından bir yayıncıdan teklif aldım. Ailemin hikayesini ve benim o hikayeyi anlama çabalarımı anlatmamın, hem Amerikan tecrübesini karakterize etmiş olan ırk çatlaklarına ve hem de –zaman içinde sıçramalar ile kültürlerin çarpışmasıyla oluşarak- modern yaşamımıza iz bırakan kimliğin kaygan özelliğine hitap edebileceğini düşündüm."

Obama, 21 yaşında, New York'ta Manhattan-Harlem sınırında yaşarken, Nairobi'de halası olduğunu söyleyen bir kadından gelen telefonla babasının bir trafik kazasında öldüğünü öğreniyor. Kitabın "Kökler" bölümünde babasını –dolayısıyla kendisinin köklerini de- anlatıyor:

"O bir Afrikalıydı. Öğrendiğime göre, Victoria Gölü'nün kıyılarında Alego adlı bir yerde doğmuş, Luo kabilesinden bir Kenyalı. Köy yoksuldu ama babası –benim diğer dedem- Hüseyin Onyango Obama önemli bir çiftçi, bir kabile büyüğü, şifa verme kudreti olan bir tıp adamı. (Büyücü mü denilmeli acaba? cç) Babam, babasının keçilerini güderek ve İngiliz Sömürge Yönetimi tarafından kurulan yerel okula giderek büyümüş ve o okulda büyük istikbal vaadetmiş. Sonuçta, Nairobi'de okumak için burs kazanmış ve oradan da, Kenya'nın bağımsızlığını kazanmasının eşiğinde, Kenya liderleri ve Amerikalı sponsorlar tarafından Amerika'da bir üniversitede eğitim görmesi için seçilmiş. Böylece, Batı teknolojisi üzerinde uzmanlaşarak, onu yeni ve modern bir Afrika'nın yaratılması için geri getirmek üzere Amerika'ya giden ilk büyük Afrikalılar dalgası içinde yer almış."

Yani, Obama "o komik ismini" Kenya'da bir Müslüman azınlık sayılan Luo kabilesinden gelen babasından, Hüseyin Onyango Obama'nın torunu olması sayesinde almış.

İkinci kitabı "The Audacity of Hope"u, kendisini yetiştiren iki insana ithaf etmiş. Anneannesi ve annesi. Obama'nın annesinin çok ilginç ve "özel" bir Amerikalı beyaz olduğunu sezebilmek zor değil.

Amerika'nın en orta noktasından, Kansas'tan gelen anne, Pasifik Okyanusu'nun orta yerinde Hawaii'de tanışıp evlendiği Obama'nın babasının ardından yaptığı ikinci evlilik tercihini de bir başka Müslüman ile, bir Endonezyalı ile yapmış. Obama'nın çocukluk yıllarının bir bölümü, Cakarta'ya ait. Endonezya başkentinin hayli mütevazi mahallelerinde oturmuşlar.

Obama'nın yarım yüzyılın altında, hala genç yaşam öyküsü, olağanüstü renkli bir 47 yılı kapsıyor. Çok istisnai bir yaşam öyküsü bu. Kenyalı, Müslüman azınlıktan, Luo kabilesinden bir biyolojik baba –zira babasını hatırlayamayacağı 1 yaşından sonra görmemiş Obama. Endonezyalı bir Müslüman üvey baba. Kansaslı bir beyaz anne. Hawaii. Harvard Hukuk Okulu. Dünyanın en itibarlı hukuk dergisi Harvard Law Review'ğn başına geçen ilk ve tek siyah. Chicago Hukuk Okulu'nda hocalık. Chicago'dan siyasete atılış. Temsilciler Meclisi üyeliği ve topu topu dört yıldır Illinois Senatörü iken "Beyaz Saray"a ilk Afrikalı-Amerikalı olarak tırmanmak.

Başdöndürücü ve olağanüstü parlak ve tabii bir o kadar "istisnai" bir serüven bu. Ancak, bir yanıyla da "Amerikan Tecrübesi"nin özgünlüğünün canlı kanıtı. Belki de niçin Amerika'nın her türlü olumsuzluğu ve hatta kötülüğü içinde barındırıyor olmasına rağmen, bir süperdevlet, bir açık toplum, bir "demokratik imparatorluk" olabilmesinin "sihirli iksiri"ni temsil ediyor Barack Hussein Obama.

Zaten "The Audacity of Hope" (Umudun Cüreti) adlı 2006 tarihli ikinci kitabında Obama,  kendisini Beyaz Saray'a taşıyabilecek nitelikleri içeren Amerika Birleşik Devletleri'nde, ülkenin bu nitelikleri sayesinde çıktığı Başkanlık seyahatini anlatıyor. O kitabın da alt başlığı var: "Thoughts on Reclaiming the American Dream". (Amerikan Rüyasını Canlandırma üzerine Düşünceler).

Obama'nın her iki kitabı da, New York Times'ın en çok satanlar listesine girmiş. İsminin özelliğinden ötürü pek doğal karşılanabilir. Ama, doğal olmayan, her iki kitabı Obama'nın yazmış olması. Zira, Amerikan siyaset adamlarının imzasını taşıyan kitapları genellikle onların anlatımları üzerine eli ustaca kalem tutan birileri yazıyor. Obama, bu konuda da bir "istisna". Kitaplarını kendisi yazan bir Amerikan siyaset ve devlet adamı o. Üstelik, çok da güzel yazıyor. Çok güzel, sürükleyici bir kalemi var.

İkinci kitabının "The World Beyond Our Borders" (Sınırlarımızın Ötesindeki Dünya) başlıklı bölümü, "dünyanın yeni imparatoru"nun dünyaya, hem Amerika'ya ve hem de Amerika dışındaki tüm dünyaya nasıl baktığına, yani muhtemel "dış politika yaklaşımı"na ilişkin pek değerli ipuçları sunuyor. Dünyanın her ve herhangi bir köşesindeki, siyaset yapıcılarının önüne alıp okumalarında yarar olan bir bölüm.

Çünkü, Obama geliyor. Şunun şurasında 48 saati kaldı...

***       ***     ***

 

Voice of America'ya (Amerika'nın Sesi) bir program için uğradım. Çok eski dostlarla hasret giderdik. Hakkı Öcal, Taçlan Süerdem, Tanju Akerson, Hülya Polat... Aralarında en yenisi en az 25 yıldır Amerika'da. Kimisi Amerikan pasaportu taşıyor, kimisi "Yeşil Kart"...

Bizim VOA Türkiye Bölümü'nün yıllardır değişmeyen bir özelliği bulunur. Tümü de sözleşmiş gibi Virginia eyaletinde otururlar. Kuzey Virginia'nın orasına burasına serpilmişlerdir. Washington'da çalışırlar, Virgina kırsalında yaşarlar.

Aralarından biri, Demokratların 1964'ten beri Başkanlık seçimlerinde kazanamadığı, günümüzün "kırmızı" yani "battleground state-muharebe alanı eyalet"lerinden Virginia'daki durumu anlatıyordu:

"Bunca yıldır bu ülkede onca seçim gördüm. Hiç bu kadar siyahı oy kullanırken görmedim. Siyahlar genellikle oy vermekle filan ilgilenmezler. Şimdi Virginia'dan işe gelirken, kilometreler boyu, oy verme kuyruklarında bekleyen siyahları görüyorum. Bitti bu iş!"

Amerika'da 30 eyalette "erken oy verme" hakkı var. Virginia bunlardan biri. Virginia'da bu iş bitmişse, bitmiştir.

"Nereden buldun o komik ismi" diye sorulan adamın, dünyanın en güçlü ülkesinin tepesine "ABD'nin ilk siyah başkanı" sıfatıyla oturmasına şunun şurasında 24 saat bir şey kaldı!

Yazarın Tüm Yazıları