Paylaş
1896 yılında Kanada Maliye Bakanı Foster, “Ana İmparatorluk’un (Mother Empire)” diyerek cümleye giriyor ve “Avrupa’da muhteşem biçimde tecrit konumunda durduğu bu sıkıntı dolu günlerde..” sözcükleriyle konuşmasına devam ediyor.
“Ana İmparatorluk”tan kastedilen Kanada’nın bağlı bulunduğu Büyük Britanya. Dünyanın hemen her yönüne hükmettiği, “Güneşin Batmadığı İmparatorluk” diye kendisinden söz edilen; en kıymetli sömürgesinin Hindistan olduğu dönemler.
The Times gazetesi bu sözleri yayımlayınca “Splendid Isolation” yani “Muhteşem Tecrit” sözcüğü, bir “dış politika kavramı” olarak terminolojiye girdi; Büyük Britanya’nın (Türkçe’de doğru olmayan biçimde İngiltere adını koyduğumuz), 19. Yüzyıl sonlarında izlediği politikayı tanımladı.
“Muhteşem Tecrit”, iki Muhafazakar hükümet dönemine aittir. İlki, “Türk dostu” diye bilinen Yahudi kökenli Benjamin Disraeli ve arkasından gelen Salisbury dönemi. Zaten, bunları izleyen Gladstone, Türkiye’den (Osmanlı Devleti) yüz çevirince, herşey tepetaklak gitmeye başladı. Uluslararası politika bağlamında, Osmanlıların, büyük toprak kayıpları sonucunda yıkılış döneminin son virajı dönülmüş oldu.
Tarihte şimdiden geriye baktığımızda, “İngilizler”in “Muhteşem Tecrit” politikasının Türkiye’nin (yani Osmanlı İmparatorluğu’nun) ömrünün uzamasına yaradığı sonucuna varılabilir.
Bununla birlikte, Ak Parti’nin dış politikada yanlış üzerine yanlış yaparak, Türkiye’nin uluslararası etkisinin ortadan kalkmasını, “Değerli Yalnızlık” diye niteleyerek, “Muhteşem Tecrit” çağrışımı yaptırmasını doğrulayacak bir durum yok.
“Muhteşem Tecrit” kavramı, Britanya’nın Avrupa’nın çatışma konularından uzak kalmayı benimseyerek, uluslararası alanda en güçlü konumunu sağlama almasını “övmek” amacıyla kullanılmıştı. “Muhteşem Tecrit”, 19. Yüzyıl sonlarında Britanya’nın dış politikada temel amacının Avrupa’daki güçler dengesinin korunmasıyla ilgiliydi. O dönem Avrupa güçler dengesini değiştirmek hedefiyle, Britanya’nın Avrupa politikasına müdahale etmesi “denge”yi bozacaktı.
Britanya, “Muhteşem Tecrit” diye tanımlanan o politikayla dünyanın çeşitli köşelerine yayılmış sömürgeleri ve dominyonlarına ilişkin çıkarlarını ve bunların dayanağı olan uluslararası serbest ticaretin sürdürülmesini güvence altına almış oluyordu. Özellikle, Britanya ve Hindistan arasında, Süveyş Kanalı üzerinden, ticari yolların açık tutulması çok önemliydi.
Kısacası, dünya çapında rekabetlerin arttığı bir dönemde, Britanya’nın kalıcı Avrupa ittifaklarına girmemesi, diğer Büyük Güçler’in herhangi birisini, bir diğerine karşı kayırmaması şeklini alan diplomasisi, “Güneşin Batmadığı İmparatorluk”un “ulusal çıkarları”na tam tamına uygundu.
“Muhteşem Tecrit”, 19. Yüzyıl sonunda Britanya’yı dünyanın bir numaralı devleti konumunda tutuyordu. Ona ters düşen, uluslararası politikanın kaybedenler safına giriyordu.
O kavramdan ilham alınarak formüle edilmek istenen, Ak Partililerin ortaya attığı ve “Değerli Yalnızlık” diye ifade edilen dış politika ise, Türkiye’nin uluslararası alanda güçlenmesini sağlama almıyor.
Ya ne yapıyor?
Türkiye’nin başta Ortadoğu olmak üzere, dünya çapında dış politikasında çuvallamış olduğunun üzerini, sözde ahlakçı ilkelerden yola çıktığını iddia eden, görüntüde fiyakalı bir kavramla kapatmaya çalışıyor.
Elbette ki, nasıl “güneş balçıkla sıvanmaz” ise, Türkiye’nin etkisizleşmiş dış politikası, “Değerli Yalnızlık” örtüsüyle örtülemez. Aklı başında hiç kimse, bu gibi amatör argümanların oltasına takılmıyor.
Türkiye, kısa süre öncesine kadar “bölgesel stratejik eksen” oluşturmayı tasarladığı Mısır’la tüm köprüleri atmış durumda. İsrail’le atılmış köprüler ise, üzerine Başbakan’ın “anti-Semitizm algısı”na yol açan açıklamaları da eklenerek, yıkık halde duruyor.
Suriye’ye ilişkin gelişmeler ise, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun açıklamalarına bakıldığında “Amerikan askeri müdahalesi” ile “Rusya’nın Şam üzerindeki nüfuzu”ndan medet umulacak kadar Türkiye’nin etkisizliği dışa vurmuş durumda; AB ile ilişkiler kıştan bahara değil, sonbahardan kışa seyreder görüntüde. Beyaz Saray’ın Başbakan Erdoğan’ı kınamasının üzerinden bir hafta bile geçmedi; Türkiye’nin ABD üzerinde nüfuzu olduğundan, herhalde, söz edilemez.
Manzara bu. İşte “Değerli Yalnızlık” da bu. Bu halde bir ülke, kim ile, hangi konuda, hangi etkiyle “gizli diplomasi” yürütebilir ki? Yürütmeye kalksa, ne sonucu alabilir ki? Bu “değerli” falan değil, düpedüz yalnızlık ve dolayısıyla etkisizlik. “Muhteşem Tecrit”, dünyada Britanya’yı “güçlü” gösteriyordu. Bizimkilerin bugünkü “Değerli Yalnızlık” politikası ise Türkiye’yi “güçsüz” gösteriyor.
Suriye’de de, Mısır’da da doğru başlayan bir dış politika ve diplomasi, zaman içinde tutturulan yanlış rota yüzünden, bu noktaya geldi. Demokratik bir ülkenin, dengeli ve etkili olması zorunlu dış politikası, “mezhepçi eksen”e (Suriye üzerinde S. Arabistan ve daha da fazla ölçüde Katar ile) kaydığı oranda, Türkiye’nin güçten düşmesi, küçülmesi ve “yalnızlaşması” başladı.
Giderek, Sünni dünya içinde bir “siyasi fraksiyon” ile, yani “Müslüman Kardeşler ile özdeşleşen” bir ideolojik duruş ve dış politika ise, Türkiye’nin uluslararası sahnede belirginleşen “tecriti”nin üzerine tüy dikti.
Hiç de “muhteşem olmayan” bir “tecrit” bu.
Varacağı yer, kaçınılmaz olarak, “ulusalcılar”ın “içe kapanık Türkiye’si”dir. Onlar, 1990’ların ikinci yarısı ve 2000’lerin başlarında, Türkiye’nin her yerden kuşatıldığı algısı oluşturarak, bunun sonucunda ister istemez “komplo teorileri”ne başvurarak, “Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktur” şiarına sarılmışlardı.
Tutturduğu yoldan dönmezlerse, Tayyip Erdoğan hükümetinin de pek farkı olmayacaktır. “Değerli Yalnızlık”, benzeri bir kuşatılmış algısının ürünüdür zaten. “Komplo teorileri”, zaten, Gezi’den bu yana, başta Başbakan’ın zihninde ve dilinde.
Artan biçimde “demokrasi-sandık” denklemi ve “millet iradesi” vurgusu üzerinden sürekli “iki yüzlü Avrupa” söylemiyle, AB düşmanlığı oluşturma ve Türkiye’yi “içe kapatma” deneniyor.
“Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktur”un yerine “Müslüman kardeşlerimizden başka milletimizin dostu yoktur”u yerleştirin, “yeni dış politika paradigması”nı bulabilirsiniz.
NOT: Yalçın Akdoğan, bir süredir aklı sıra benimle polemik yapıyor. Benden kendisi için “yazı insanı” muamelesi göstermemi bekliyor. Bunun için çok bekleyecek. Eğer, gazete patronlarıyla Başbakan’ın hoşuna gitmeyen yazılar üzerine telefon görüşmeleri yapmayacağı günler gelir ve ayrıca bağımsız bir yayın organında köşe sahibi olursa, o vakit, düşünürüz. Bugüne kadar, kendisini sadece “Başbakan’ın siyasi danışmanı” olarak muhatap aldım. Bu da, ancak, Kürtleri incitici ve çözüm sürecine zarar verici açıklamalar yaptığında söz konusu oldu. Dolayısıyla, kendisine sadece “siyasi danışman” sıfatı yüzünden –o da geçici bir süre- yer vermem ile yetinmek zorunda.
Paylaş