Paylaş
Karaiskakis, bir “kleftis”ti. Yani, ta 15 yaşından itibaren Osmanlı yönetimine başkaldırmış, dağlara çıkmış bir asi. Yakalanıp hapse atıldıktan sonra Yanya Valisi Tepedelenli Ali Paşa onu salıvermiş ve hatta muhafız birliğinin başına geçirmiş. Karaiskakis, yine dağların yolunu tutmuş ve sonuçta Yunanistan’ın Osmanlı yönetiminden ayrılan ilk bağımsız devlet olmasına yol açan “Yunan isyanı”nın önemli savaşçılarından biri olarak tarihe adını geçirmiş. 1826’da Rumeli’deki isyancı kuvvetlerin başkomutanı. 1827’de Atina’da Akropolis kuşatması sırasında da 45 yaşındayken öldürülmüş.
Yunanistan-Türkiye milli maçı, onun adının verildiği statta ve bir nevi “Yunan 29 Ekim’i” sayılabilecek 25 Mart’tan bir gün önce. Yunan milliyetçiliğini ayağa kaldırmak için her türlü “sembolizm” mevcuttu. Dolayısıyla zaten bir süredir ayakta bulunan Türkiye’deki “ulusalcı-milliyetçilik” de alestaydı.
Ve maçı, Türkiye, Karaiskaki Stadı'nda son Avrupa Şampiyonu Yunanistan’a karşı 4-1 kazandı. Yunanistan, bırakın son yıllarda kendi sahasında bu kadar ağır bir yenilgiye uğramayı, koca Avrupa Şampiyonası’nın toplamında kalesinde 4 gol görmemişti.
Maçın son düdüğüyle birlikte, maçın başında İstiklal Marşımızı ıslıklayacak kadar küstahlaşmış olan Yunan seyircisi, 90 dakikanın sonunda Türk milli takımını ayakta alkışladı. Türkiye’de “Yunanistan’a karşı elde edilen ve ‘milli gün’lerini Türklere karşı kutlamalarını kursaklarında bırakacak büyük zafer”den ötürü yer yerinden oynamadı.
Yunanistan’da milliyetçilik kazanmadı. Türkiye’de milliyetçilik azamadı.
***
Maçı 4-1 gibi muhteşem bir skorla kazandığımız için sevinçten havalara uçtum. Ama asıl, milli takımımızın soğukkanlılığı, vakarı, oyun zihniyeti ve yapısından ötürü dehşetli mutlu oldum. Bu “zafer”in aslan payı Fatih Terim’e ait. Adanalı Fatih Terim’e.
Oluşturduğu takım, bir “milli takım” idi; Türkiye’yi ve Türkiye’nin futbol haritasını yansıtıyordu. Sahaya çıkan ilk 11’de 4 Fenerbahçeli (son 4 yılın uzun süreli lider ve en çok şampiyon Türk takımından), 2 Galatasaraylı, 2 Beşiktaşlı, 1 Sivassporlu, 1 Kayserisporlu, 1 “Alamancı”, Alman Schalke 04 takımının oyuncusu.
Maçı tamamlayan 11 ise 3 Fenerbahçeli, 2 Galatasaraylı, 2 Trabzonsporlu, 1 Beşiktaşlı, 1 Sivassporlu, 1 Antalyasporlu, 1 Schalke 04’lüden oluşmuştu.
Takımdaki oyunculardan biri Türk vatandaşlığına birkaç ay önce geçmiş, Brezilya kökenli, siyah derili Hıristiyan bir futbolcuydu; Marco (Mehmet) Aurelio. Almanya’da futbol oynayan Hamit Altıntop’un yanı sıra ilk kez milli formayı giyen Antalyasporlu Volkan Yaman da bir “Alamancı”ydı.
İstanbul, Orta Anadolu, Karadeniz, Akdeniz, Almanya, siyah derili Hıristiyan vatandaşımız. Böyle bir milli takım. İçe kapanmacı, her söylemi “ırkçı” tonlar taşıyan “ulusalcı-milliyetçi” zihniyetin milli takımı olabilir mi? Futbol tarihimizin en parlak ve en anlamlı zaferlerinden birini elde eden bu milli takım, Türkiye’nin milli takımıydı. Çağdaş bir milli takım.
Oyun düzeni de gurur vericiydi. Futboldan anlayanların kadroyu gördükleri anda futbol diline derhal tercüme edecekleri, tek ön liberolu, çift santrforlu, esas olarak 4-4-2 düzeninde. Ama orta saha görevi üstlenen dörtlünün üç oyuncusu da (Tuncay Şanlı, Tümer Metin ve Sabri Sarıoğlu) hücuma dönük oyun stilleriyle bilinirler. Nitekim dört golün ikisi bu isimlerden, biri de yine hücumcu bir orta saha oyuncusu Gökdeniz Karadeniz’den geldi. Fatih Terim, Türkiye’ye “hücum futbolu” oynattı.
Bunun anlamı, Fatih Terim’in Avrupa Şampiyonu Yunanistan’a karşı Atina’da, yani rakip sahada kazanmaya oynamayı tasarlamış olduğuydu. Yunanistan, Avrupa şampiyonluğunu “anti-futbol”la kazanmıştı. “Anti-futbol” kuvvetli savunmaya dayalı, kendi oyununu rakibe kabul ettirmekten ziyade, rakibine futbol oynatmamayı esas alan bir futbol yaklaşımı için getirilen tanımlama. Yunanistan, bunun en iyi temsilcilerinden biri. Böyle bir takıma karşı, “hücum futbolu” oynamak hem de bunu rakip sahada, Atina’da 35 bin çılgın seyircinin önünde oynamak büyük cesaret ve özgüven gerektiriyordu. Fatih Terim, böyle bir “zihniyeti” Türk milli takımıyla Atina’ya taşıyarak “anti-futbol”u berhava etti.
Bir futbol tutkunu olarak da cumartesi gecesi yaşadığımız “Türk futbol zaferi”nden olağanüstü mutlu oldum.
***
Fatih Terim, maçtan önce de maçtan sonra da son derece doğru mesajlar verdi. Maçtan önce, “Bu, bir milli futbol maçıdır; savaşmaya gelmedik. Top oynamaya geldik. Kazansak da kaybetsek de her durumda, elimizi uzatır, el sıkışırız” diyerek “milliyetçi spazmları” aşağı çekmeye çalıştı. Maçtan sonra Yunanistan’a konukseverliğinden ötürü teşekkür etti. Örnek tavır ortaya koydu.
Bir süre önce ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Dan Fried, Türkiye’deki milliyetçi atmosferin olumsuzluğuna dikkat çekerek “Türkler gurur duymalı. Milliyetçiliğin temelinde gurur yok. Milliyetçilik özünde defansif bir tutuma, gurursuzluğa dayanır. Gururlu insanlar milliyetçi olmaz. Gururlu insanlar dünyaya açık olur. Milliyetçilik bütün dünyada kötülük yanlısı bir güçtür. Burada yurtseverlikten ve ülke gururundan değil, dünyaya, düşmanlar bazında, bir tür aşiret gözüyle bakan dar milliyetçilikten söz ediyorum” demişti. Çok doğru sözlerdi bunlar.
Yurtseverler olarak “defansif anlayışa” rağbet etmeden “hücum futbolu” oynayan, takım kurgusu itibariyle milliyetçilikten eser bulunmayan milli takımımız ve Karaiskaki Stadı'ndaki muhteşem zaferiyle gurur duyduk.
Milliyetçiliği perişan ettiler.
Milli Takım kazandı. Orada ve burada milliyetçilik yenildi.
Paylaş