Paylaş
İşte, DYP ile ANAP’ın DP çatısı altında birleşme girişimlerinin gelip dayandığı nokta.
CHP-DSP birleşmesi görünürde farklı. Ama sadece görünürde. Aday listeleri açıklandığında görüldü ki, DSP’lilere “seçilebilir” sayılan yerlerden yapılan “rezervasyon” 13 kadar. DSP’liler, CHP listesinden seçilseler bile, parlamentoda grup kuracak sayıya erişemeyecekler.
Bunun için ya bugüne kadar Deniz Baykal’a karşı ustaca “takiyye” yapan 7-8 CHP’li bulmaları gerekecek ya da belki onlar “koltuk cazibesi”ne kapılıp, Bülent Ecevit’in kemiklerini sızlatarak, CHP içinde eriyecekler.
Ne olursa olsun, bir CHP-DSP birleşmesinden ya da “medya”nın keyfi ve isabetsiz değerlendirmesiyle “solda birlik”ten söz edecek durumda değiliz. Nitekim, eli bu CHP’ye asla gitmeyecek olan ve solculuğu tartışmasız birçok insanın bağımsız adaylara yönelmesi ve bağımsız adayların şansının bundan önceki seçimlere oranla en fazla olacağı bir seçim zeminine doğru yol alıyoruz.
“Siyaset mühendisliği”nin “büyük trajedisi”nin yaşandığı asıl alan, “merkez-sağın çöküşü” diye nitelendirilen DYP-ANAP “nişanı”nın kavgalı bir şekilde sona ermesi. Türkiye’de “siyaset mühendisliği” -medyanın da yapay yorumlarından beslenerek- sosyolojiye itibar etmek yerine, aritmetikle uğraştığı için, bir kez daha tökezledi.
“Merkez-sağ” denilen siyaset zeminindeki sorun, “bölünme” ya da bir başka deyişle “birleşememe” sorunu değildi. Bütün bir 1990’lı yılları, 1980 askeri darbesinin ürünü olan, “sağda ve solda bölünme” tartışmaları ve bazı partilerin birleşmesi gereğinin vurgusunun yapılmasıyla geçirdik. Bu tartışmalara noktayı halk, 2002 yılında koydu oysa.
2002 seçimlerinde halk, bir başka deyişle “seçmen” bir anlamda, “siyasi soykırım” yaparak, DYP’yi baraj altına indirdi; ANAP’ı bir daha baraj üzerine çıkamayacak bir oranda, yüzde 5’te bıraktı. DSP, yüzde 1’i boyladı. Tansu Çiller, Mesut Yılmaz, Bülent Ecevit gibi başbakanlık yapmış ve sırasıyla Türkiye’nin son 10, 20 yılına ve yaklaşık yarım yüzyılına damga vurmuş eski başbakanlar parlamento dışına gönderildi.
Sıfırla çarpılmış olanların, kadro, kimlik ve siyasi platform değiştirmeden, aradan geçen 5 yıl içinde anlamlı bir performans ortaya koymadan, aday listeleri paylaşımı yoluyla “merkez-sağda birlik” oluşturmaları mümkün olabilir miydi?
Sorun aritmetik değildi. 2002 seçimlerinin sonucunu anlamayanlar, Türkiye’nin geleceğine nasıl talip olabilirlerdi. Dağıldılar. İsabet oldu.
*** *** ***
DYP ile ANAP’ın “nişan töreni”nin ne zaman, hangi şartlar altında yapıldığını hatırlamak lazım. Şunun şurasında bir buçuk ay oldu. İki “baraj altı” partinin liderleri, Erkan Mumcuile Mehmet Ağar, bu “nişan töreni”ni, Türkiye’yi sonu belirsiz bir “siyasi kriz”e sokan “367’yi önleme operasyonu” vesilesiyle yapmadılar mı? O günün o “mutlu tablosu”na, “tebrik telgrafı” olarak “gece yarısı muhtırası” gelmedi mi?
Türk siyasi tarihinde, “askeri eşgüdüm” içinde görülen o tür partilerin, hiçbir zaman seçim başarısı elde etmediklerinin bir dizi örneği yok mu?
Her iki parti, işledikleri “27 Nisan günahı”ndan ötürü, muhtemelen sandıkta zaten çarpılacaklardı; sandığa kalmadan şimdiden kurmaya çalıştıkları derme çatma çatının altında kaldılar. Toplumun gerçek talepleri yerine “Ankara entrikaları” üzerinden Türkiye’nin bu gününü ve geleceğini kurgulamak isteyen “siyaset mühendisliği”nin ağır yenilgisidir.
Bir meslektaşımızın dünkü şu tespiti ne kadar isabetlidir:
“İkisi de Deniz Baykal’ın pozisyonuna göre tavır alarak garantili siyaset yaptıklarını düşündüler. Ancak, Baykal’ın özel zırhını ve her şartta devletle güçlü bir ittifaka sahip olduğunu; en önemlisi de bir hata yapsa bile bundan zarar görmeyeceğini ıskaladılar. Baykal bugüne kadar defalarca olduğu gibi bugünden sonra da siyaseten hata yapabilir. Ancak sistem bunu kolaylıkla telafi edecektir. Arkadan o hataları toparlayıp gelen bir güç olacaktır. Zira, söz konusu olan Baykal değil CHP’dir ve herkes biliyor ki bu parti olmaksızın sistem düşünülemez. Ama DYP ve Anavatan böyle vazgeçilmez bir değeri ifade etmiyor. Mumcu ve Ağar da sistem dengeleri nezdinde bir kıymet arz etmiyor. Mümkün olduğunca zayıflamaları ve topallamaları tercih bile edilecektir. Nitekim, Demirel ve hatta Yılmaz’ın bile son tahlilde daha yüksek bir özgül ağırlığa sahip olduğu görülmüştür.”
*** *** ***
“Merkez-sağ”daki sözde birliğin çökmesiyle toplumsal-siyasi zeminde tehlikeli bir boşluk oluşmuş da değil. AKP’nin listelerine dikkatle göz atın; üç ilginç özellik göreceksiniz:
1. Merkez, liberal hatta sol-sosyal demokrat kimlikli siyasi figürlerin listelerin en üst sıralarına yerleştirildiği;
2. Açıklanan listeler arasında üst sıralarda en fazla “laik-kadın” barındırdığı;
3. “Milli Görüş” geleneğinden gelen isimlerin çok önemli bölümünün ya liste dışı kaldığı veya listenin alt sıralarına itildiği.
AKP’nin şu sırada TBMM’deki 352 isminin 168’i listelerde yok. Yüzde 50’nin üzerinde bir değişme ve “yenilenme” fotoğrafı bu. Aynı zamanda da “merkez-sağ”a bile değil, “merkez”e yerleşme niyetinin ifadesi.
Durum bu olunca, 22 Temmuz sonuçlarının muhtemelen AKP’li, CHP’li ve bir de bağımsızların bir “blok” oluşturacak kadar çok sayıda içeri girebilecekleri bir parlamento üreteceği şimdiden sezilebiliyor.
MHP, büyük bir soru işareti. Her seçimin “wild card”ına dönüşen Genç Parti’nin performansının ne olacağı ile yakından ilişkili bu sorunun cevabı.
Ancak, askeri müdahale ile kesintiye uğratılmadığı takdirde, Türkiye’nin bundan öncekinden daha “temsili” ve anlamlı bir parlamentoya doğru yol aldığı söylenebilir...
Paylaş