Paylaş
Haber gelmeden iki hafta önce Diyarbakır’daki hastane odasından ayrılırken şakalaşmıştık. Onunla oradaki son sohbetimizin bir “helâlleşme” ve “vedalaşma” olduğunun galiba benim dışımda o odada bulunan herkes farkındaydı. İflâh olmaz bir “iyimser” olduğum için, yanından ayrıldıktan sonra beraberimdekilere “Mehmet’i çok iyi gördüm. Yenecek galiba bu illeti” diye dil tüketiyordum.
Aslında zalim hastalığın teşhisinin ardından sonra ömrüne biçilen süreyi öylesine aşmıştı ki, o kadar yaşaması “mucize” sayılıyordu. Bir “mucize”nin daha gerçekleşmesini istemiş olmalıyım.
Gerçekleşmedi. Mehmet Uzun, uzun yıllardır yaşadığı İsveç’i terk edip, “ölmeye” ve “kalmaya” geldiği toprağında, Diyarbakır’da 54 yıllık bir yaşam serüveninin ardından bu dünya ile vedalaştı.
Zaman akıp gitmiş. Mehmet Uzun gideli bugün tam bir yıl olmuş. Cenazesinde bulunamadım ama ölümünün birinci yıldönümünde Diyarbakır’dayım. Bundan haberi olsun isterdim doğrusu. Diyarbakır’ın son yıllarda gördüğü en muhteşem tören olan cenazesinde konuşan Yaşar Kemal’in kendisinden “O, büyük yazarların geçtiği kapıdan geçen büyük bir yazardı. Kendi kültürünü yazdıklarıyla bütün dünyaya ve kendi milletine anlattı ve görevini en iyi biçimde yaptı” diye söz ettiğini de bilseydi keşke.
Biliyor olmalıydı. Ölümünden kısa süre önce Milliyet Sanat Dergisi’nde yayımlanan ve bir edebiyat şaheseri olan yazısını Yaşar Kemal’in, “Tolstoy gibi yazmış” diye tanımladığını kendisine naklettiğimde, hasta yatağında gülerek, “Yaşar abiyi de aşağısı kurtarmıyor. İllâ Tolstoy gibi olacak” diyerek takılmıştı.
Mehmet Uzun, Kürtçe yazdı. Ve, Nobel ödülü kazanmayı hedef tahtasına yerleştirdi. İsveç’ten İstanbul’a geldiği zamanlarda kendisiyle birlikte olduğumuz birkaç vesilede, bu amacını açık açık ifade etmişti. İsveç Akademisi’nin, Nobel jürisinin tüm mensuplarını yakından tanıyordu. Öyle bir “bilgi”den gelen güvenle de olsa gerek, bir gün Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazanacağından kuşkusu yokmuş gibi konuşuyordu.
Belki de alırdı, kimbilir… Orhan Pamuk’un Nobel 2006’yı kazanmış olmasından çok sevindiğini biliyorum. Ama, acaba Türkiye’li Orhan Pamuk’un Nobel kazanmasının, Türkiye’li Mehmet Uzun’un bir gün Nobel kazanmasını önlemiş alabileceğini acaba aklından geçirmiş midir? Bilmiyorum.
Mehmet Uzun, dil ile Kürt kimliğini ölümsüzleştirmek gibi bir tür Prometheus rolünü kendince üstlenmişti. Nobel’i kendisi için değil, kimliği ve dili adına arzuluyordu.
Önceki gün 2008 Nobel Edebiyat Ödülü, Fransız yazar Jean-Marie Gustave Le Clezio’ya verildi. Gerekçe olarak şu açıklama gazete satırlarına düştü: “Yeni yolculukların, şairane maceranın ve duyumsal esrikliğin yazarı, hâkim uygarlığın ötesinde berisinde bulunan bir insaniyetin kâşifi.”
Mehmet Uzun’un yakın dostu, Nobel ödülünü veren İsveç Akademisi’nin Daimi Sekreteri Horace Engdahl, Asya ve Afrika topluluklarının yanı sıra asıl Orta Amerika ve özellikle Meksika yerlilerinin mitolojisini araştıran Le Clezio’nun “Batı dışındaki uygarlıkların yaşam biçimlerini edebiyata dahil ettiğini” belirtti.
Bütün bunlara bakarak, Le Clezio’nun şahsında Mehmet Uzun’a Nobel ödülü verilmiş olduğunu farz edebilir miyiz acaba?
Mehmet Uzun’un sonsuzluğa göçmesinin birinci yılında çevirmeni ve bacanağı, muhtemelen onu en iyi tanıyan ve hisseden Muhsin Kızılkaya’nın İthaki Yayınları’ndan “Sen Û Ben-Anılarla Mehmet Uzun’un Hayatı” isimli kitabı yayımlandı.
Elimde “Sen Û Ben”, bir yıl aradan sonra Diyarbakır’dayım; Benusen’de…
*** *** ***
Nobel ödülleri İsveç’in başkenti Stockholm’de verilir, malûm; tek istisnası ile. Nobel Barış Ödülü Norveç’in başkenti Oslo’da sahibine teslim edilir. Bu yılın Nobel Barış Ödülü Finlandiya’nın eski Cumhurbaşkanı Marti Ahtisaari’ye verildi.
Ahtisaari kadar bu ödülü hak eden bir bireyi, bir “dünya vatandaşı”nı bulmak kolay olmayabilir. Bizler, Ahtisaari’yi Türkiye’nin Avrupa Birliği serüveni sayesinde yakın tanırız. Türkiye’nin AB “aday üyesi” olarak ilân edildiği tarihî 1999 Helsinki Zirvesi’nin ev sahibi Finlandiya Cumhurbaşkanı idi. O günden bugüne Türkiye’nin AB üyeliği için, AB yolunun açılması için Türkiye’nin yöneticilerinin birçoğundan daha fazla gayret gösterdi Marti Ahtisaari.
Kendisinin dışında eski Fransa Başbakanı Michel Rocard, geçenlerde bir trafik kazasında ölen Polonya özgürlük hareketinin büyük isimlerinden, eski Dışişleri Bakanı Borislaw Geremek, eski Hollanda Dışişleri Bakanı Hans van der Broek ve İtalyan Radikal Partisi lideri Emma Bonino gibi isimlerden oluşan Avrupalı “Âkil Adamlar” grubunun başkanıydı. Marti Ahtisaari’nin yönlendirdiği “Âkil Adamlar”ın Türkiye lehindeki raporu ve çalışmaları, 2004 Brüksel Zirvesi’nde Türkiye’ye tam üyelik müzakerelerinin başlaması kararının alınmasında herhalde “aslan payı”na sahiptir.
Marti Ahtisaari, “Âkil Adamları” ile birlikte defalarca Türkiye’ye geldi. Defalarca kendisiyle birlikte olduk. Son kez geldiğinde, BM’nin Kosova Özel Temsilcisi idi. Kosova’yı da konuşmuştuk. Kosova’nın bağımsızlığının ateşli bir yandaşı idi. Bunu raporuna da yansıttı. Kosova’nın bugün bağımsız bir ülke olmasında Marti Ahtisaari’nin de silinmez bir imzası vardır.
Afrika’da Namibiya’nın bağımsızlığını kazanmasında da Ahtisaari’nin rolü olmuştur. Bu nedenle, dün kazandığı Nobel Barış Ödülü’nden çok önce, dünyanın her yanında benzeri birçok ödüle lâyık görülmüştü.
Morton Abramowitz, sorunların savaşa varmadan çözülebilmesi için çalışmak üzere ICG’yi (Uluslar arası Kriz Grubu) kurduğu vakit, ona başkan olarak Marti Ahtisaari’yi bulduğunda müthiş ferahlamıştı, hatırlıyorum.
Marti Ahtisaari, haksızlıklara karşı ilkeli karşı çıkış ve barışın, gerçek barışın yılmaz bir savunucusu olarak bu ödülü, evet, çok hak etmişti…
*** *** ***
Yıllar önce Tunus’ta bir Filistin Kurtuluş Örgütü toplantısında, Sean MacBride’ı tanımıştım. O sırada 80 yaşında, her hali ve tavrı ile saygı uyandıran bir kişilik idi. 1974 Nobel Barış Ödülü sahibi. Aynı zamanda, Nobel’e tam tersi bir dünyanın o dönemde en büyük barış ödülü sayılan Lenin Barış Ödülü’nün.
Sean MacBride, Uluslararası Af Örgütü’nün kurucularından, Avrupa İnsan Hakları Konvansiyonu’nu kaleme alanlardan ölümsüz bir insan hakları eylemcisiydi. İşin ilginç yanı, gençliğinde hem de daha 24 yaşındayken IRA’nın Genelkurmay Başkanı sıfatını üstlenecek bir savaşçı-şahin. İrlanda bağımsızlık mücadelesinde İngilizlerin 1920’lerde “terörist” diye nitelediklerinden.
Marti Ahtisaari’de, her karşılaştığımızda bana Sean MacBride’ı hatırlatan ve adını koyamadığım bir yanı vardı. Meğerse, İrlandalı roman kahramanından 34 yıl sonra aynı ödülü, Nobel Barış Ödülü’nü alacak olmasıymış.
Türkiye’nin en kararlı ve bilinçli dostlarından biri Nobel Barış Ödülü’nü aldı. Orhan Pamuk, Nobel kazandığında sevinemeyenler bile sevinebilir.
Ve, belki Mehmet Uzun’un da taraflarından biri olduğu bizim sorunumuza nasıl bir çözüm araştırmak gerektiği konusunda, “Türkiye dostu” olduğu tartışılmaz biçimde kanıtlanmış Nobel Barış Ödülü sahibi Marti Ahtisaari’ye kulak verebiliriz…
Paylaş