Paylaş
Ankara’da küçücük bir çocukken, 19 Mayıs Stadyumu’nun gişelerinde eksi 20 dereceye yaklaşan bilet kuyruklarında sırf onu görebilmek için zevkli bir çile çekerdik. Bizim kuşak, Lefter’le büyüdü.
Fenerbahçe Stadı’nda önceki gün başlayan, Büyükada’da Aya Dimitri Kilisesi’nde süren ve Büyükada Rum Ortodoks Mezarlığı’nda noktalanan son yürüyüşüne katılan gözyaşı döken onbinlerce, televizyon ekranlarından cenaze törenini izleyen yüzbinlerce kişi, onu ömürlerine hiç görmemişlerdi. Onun adı her gün hayatlarının içinde de değildi. Bu genç yığınların içinde sadece Fenerbahçeliler de yoktu üstelik. Fenerbahçe tribünlerinde ona son görevini yapmaya koşup gelen genç insanların bazıları sarı-kırmızı, bazıları siyah-beyaz ve çeşitli Anadolu spor kulüplerinin kaşkol ya da formalarını taşıyorlardı.
Bir Fenerbahçeli olan Tayyip Erdoğan da cenazeye geldi. Sadece Fenerbahçeli olarak değil. Türkiye Başbakanı olarak geldi. Çok iyi yaptı.
Lefter’in bir “ortak değer” halinde bu ülkede pek az kişiye nasip olacak şekilde ortaya çıkartan “ruh iklimi”ni nasıl anlamalıyız? Nasıl yorumlamalıyız?
En az 200 bin kişinin katılımıyla, o gün –bundan beş yıl kadar önce- Hrant Dink’in cenazesinde beklenmedik biçimde ve boyutta kendisini gösteren o vakur ve dimdik insan topluluğunun sahip olduğu “ruh iklimi” ile herhalde.
Hrant Dink, 1915’te yaklaşık bir buçuk milyon kişi olarak varolan, bugün ise sayısı, hepsi de İstanbul’da kalmış yaklaşık 60 bin kişilik bir Hristiyan azınlığın mensubu, bir Ermeni idi.
Lefter ise bir zamanlar daha da kalabalık bir azınlığın, bugün sayısı 2000-3000’e inmiş bir mensubu. Lefter bir Rum idi.
Hrant, bu topraklara ne kadar ait ise ve ne kadar bağlı ise Lefter de öyleydi.
Lefter’e de çok çektirdiler...
Hrant, ölümün kendisine adım adım yaklaştığının farkında olmasına rağmen bu topraklarda kalmakta ısrar etti. Lefter ise başına gelen ve getirilen her şeye rağmen, Büyükada’dan ayrılmadı. Orada doğdu. Orada yaşadı. Orada gömüldü.
Başına neyin, nasıl geldiğini ölümünün ertesinde, cenazesinin kalkacağı gün Can Dündar, Milliyet’te yazdı. 1941 yılındaki Varlık Vergisi, o sırada 17 yaşındaki Lefter’i ve ailesini de vurmuş. Ölümünden bir yıl önce onun belgeseli yapılırken, kamera arkasından bir anı anlatmış:
“Bu bahis açılınca 87 yaşındaki Lefter, ‘Şu kamerayı kapat hele evlat’ demiş. Kameranın kapalı olduğundan emin olunca da Nebil’in (Özgentürk) kulağına eğilip, ‘Babama da çok çektirdiler. O, yoksulluğu sayesinde sürgüne gitmekten kurtuldu, ama bütün akrabalarım Türkiye’yi terk etmek zorunda kaldı” demiş.”
Yakın tarihimizin en büyük utanç belgelerinden olan 6-7 Eylül’de (1955) devamı var Lefter’in öyküsünün. Can Dündar’dan izleyelim:
“... Lefter’e 1955’de hayatının en büyük acısını yaşattık. 6-7 Eylül’de Büyükada’daki evini basan çapulcular taşlayıp, ‘Vurun şu gavura’ diye bağırdılar... Ne yapmış diye sordum Nebil’e. Yine kapattırmış kamerayı. Sadece ‘Günlerce ağladım’ demiş. Ayrıntılara girmeye çekinmiş...
Bir de güzel yüzü var bu ülkenin. Lefter’in evinin basıldığını duyan Fenerbahçeliler hemen Kartal’dan motorlara binip Ada’ya koşturmuşlar. Lefter’in evinin önüne barikat kurmuşlar. ‘Sana bunu kim yaptıysa söyle, haddini bildirelim’ diye isim sormuşlar. Hepsini isim isim tanıdığı halde kimseyi ihbar etmemiş Lefter... Fenerbahçeliler verdiği o destekten güç bulmuş. ‘Her toplumda olur böyle şeyler’ demiş, susmuş...”
Lefter’in ismi çevresinde ölümüyle birlikte ortaya çıkan ve cenazesinde sergilenen “büyük buluşma” Türkiye toplumunun “utanma duygusu”nu yitirmediğinin, “vicdanı”nın var olduğunun görkemli bir kanıtıdır.
Hayatında onu seyretmemiş, görmemiş, günlük hayatında onun ismiyle birlikte yaşamamış onca Galatasaraylı, Beşiktaşlı ve nicelerinin Fenerbahçelilerin yanında acı ve saygıyla saf tutmalarını başka nasıl açıklayabiliriz?
“Bu ülkenin güzel yüzü” dışında?
Hrant davası bitmeyecek
Lefter’i toprağına defnettik. Tam 48 saat sonra bugün Hrant Dink cinayetinin kararının verilmesi bekleniyor. “Hrant’ın Arkadaşları” şu açıklamayı yaptılar:
“Emniyetiyle, jandarmasıyla, istihbaratıyla, medyasıyla, hükümetiyle, muhalefetiyle Hrant’ı aramızdan almaya karar vermiş olanlar şimdi de adalet saraylarında bir karar daha verecekler. Diyecekler ki, ‘Biz masumuz, suçlu bu üç tetikçidir!’ Bilmedikleri bir şey var; biz bitti demeden bu dava bitmeyecek!
Yine oradayız! Hrant için! 17 Ocak Salı, saat 10.00’da Beşiktaş İskele Meydanı’nda.”
Bir 48 saat sonra ise Hrant’ın öldürülmesinin beşinci yıldönümü. Bu kez saat 13:00’de Taksim’de toplanılıp, Agos’a yürünecek.
Yani, “dava” bugünkü muhtemel “karar”la bitmeyecek. “Biz bitti demeden, bu dava bitmeyecek!”
Peki, nedir bu “biz”?
Bu ülkenin güzel yüzü!
Bugün benim hayatımda özel bir yeri alan, bir dönem bana “evinin evladı” gibi davranmış olan Rauf Denktaş’ın toprağa verileceği gün aynı zamanda. Onu, küçücük bir toplumun bu çok büyük ismini, geçen yüzyılın unutulmaz tarihi şahsiyetini ayrıca anmam gerekiyor. Allah Rahmetini senden de esirgemesin Başkan!
Paylaş