Paylaş
Aralarında simsiyah saçlı olanı Dışişleri Bakanı Yardımcısı İbrahim İbrahim. Diğeri Dr. Essop Pahad, Güney Afrika Komünist Partisi yöneticilerinden, ANC’nin Yürütme Kurulu’ndan, tanınmış bir entelektüel. Pahad, ırk ayırımcı (Apartheid) rejim döneminde tam 25 yıl sürgünde yaşamış. İbrahim İbrahim ise 17 yılını, ismi Nelson Mandela ile özdeşleşmiş Robben Adası’nda hapishanede geçirmiş.
Tam karşımda oturuyor ikisi de ve İbrahim İbrahim’e “17 yıl hapis yatmış olduğuna göre, göründüğünüz gibi değilsiniz anlaşılan; yani bir melek değildiğiniz. Yoksa, insanı niçin 17 yıl hapse atsınlar” diye takılıyorum. İbrahim İbrahim, hissedilir bir gururla, geçmişini açıklıyor: “ANC’nin silahlı koluna mensuptum…”
Aramızda Ak Parti, CHP ve BDP’den 8 milletvekilinin bulunduğu DPI heyetine hitaben konuşmak için ayağa kalkıyor ve ilk cümlesi, “Bundan birkaç yıl önce bir Türk parlamenter heyeti gelmişti. Onlara, sizin ülkenizde bir Kürt sorunu var ve hapiste de Abdullah Öcalan adında bir adam var. Konuşsanıza onunla sorunu çözmek için. Burada, Mandela 27 yıl hapis yattı ve Apartheid rejimi onunla konuştu ve sorun çözüldü diyecek oldum; öfkeden çılgına döndüler. ‘Nasıl Mandela ile Öcalan’ı karşılaştırırsın’ diye bana kızdılar. Oysa, ben Mandela ile Öcalan’ı karşılaştırmıyordum, başka bir şey anlatmaya çalışıyordum. Mandela ile Öcalan’ı karşılaştırmam düşünülemezdi, çünkü Mandela, değil Öcalan, hiç kimseyle karşılaştırılamaz…”
İbrahim İbrahim, çile çekmek babında Mandela ile aynı yollardan geçmiş, ondan 10 yıl daha az hapis yatmış ama dile kolay ömrünün 17 yılını Robben Adası’nda bırakmış biri. Ama Mandela onun için “insanüstü” birisi, bir “kavram” adeta. O sözleri söyledikten sonra, Türkiye’de hükümetin birkaç yıl önce Türk parlamenterler heyetine söylediklerini yerine getirmiş olduğunu görmekten duyduğu memnuniyeti belirtiyor, “Türkiye’de gelen haberlerde işlerin iyi gittiğini görüyorum” diyor. Devam ediyor: “Güney Afrika’yı gördünüz. Ülkemizin çok güzel ve büyük bir ülke olduğunu da dolayısıyla görmüş olmalısınız. Apartheid rejiminden sonra artık bu güzel ülkede 11 tane resmi dil var. 11 tane resmi dili olabildiği için, güzel ve birlik içinde bir ülke burası…”
İbrahim İbrahim’in bu sözlerine TBMM üyesi parlamenterlerin hiçbirinden en ufak bir serzeniş hatta ima gelmemesi, gerçekten de, Türkiye’nin katetmiş olduğu yolu gösteriyor olmalı diye düşünüyorum.
İbrahim İbrahim’i Pretoria’daki konuşmalı ogle yemeğinden bir saat kadar sonra bu kez Cumhurbaşkanı Yardımcısı Kgalema Motlanthe’nin yanında görüyorum. Motlanthe ile Cumhurbaşkanlığı’nın güzel ve tarihi binasının merdivenlerinde grup hatıra fotoğrafı çektirirken, kendisine binanın yapım tarihini soruyorum. “1910” cevabını veriyor.
- Desenize Güney Afrika Birliği’nin kuruluş tarihi ile aynı yıl…”
- Zaten adı ‘Union Building’ tir (Birlik Binası). Mimarı da bir Hintlidir. Hindistan’daki büyük devlet binalarının mimarı.
İçinden Güney Afrika tarihinin unutulmaz isimleri, Apartheid’in “mimarı” Verwoerd’den onu sona erdiren FW de Klerk’e, ardından ilk siyah cumhurbaşkanı Nelson Mandela’ya, onu izleyen Thebo Mbeki’den, şu an yanımda bulunan Kgalema Mothlante’ye nice isim, ikiz kardeşlerini iki ay önce Yeni Delhi’de gördüğüm şu “Union Building”den geçtiler.
Motlanthe, Mandela’nın halefi Mbeki’nin istifası üzerine ANC tarafından seçilmiş 2008-2009 arasında cumhurbaşkanlığı yaparak, Güney Afrika tarihinin üçüncü siyah cumhurbaşkanı oldu. Jacob Zuma’nın 2009 seçimlerinde dördüncü siyah olarak cumhurbaşkanlığına seçilmesinden sonra Cumhurbaşkanı Yardımcısı sıfatını üstlendi, bir yıllık daha görev süresi var. Ülkenin üst düzey yöneticilerinden birçoğu gibi, onun da yolu demir parmaklıklar arkası ve Robben Adası ile kesişmiş. 10 yıl hapis yatmış, Apartheid rejimi döneminde.
Güney Afrika tarihini ikiyi ayırmak gerekiyor. Öncesi ve bugünü. Bugünü 1994’le veya dört yıl geriye giderek 1990’la ya da iki yıl ileriye giderek 1996 ile başlatmak mümkün. Bu yeni tarih, Mothlante’nin her seferinde yaptığı vurgu ile “Demokratik Güney Afrika”nın tarihi.
“1994’den beri anayasal demokrasiyiz. 1910’da Güney Afrika Birliği kurulmuştu. 1912 ise ANC. Tam 82 yıllık bir mücadele, nihayet 1994’te hedefine ulaştı. Ülkenin ilk demokratik seçimleri yapıldı. Mandela, Cumhurbaşkanı oldu. Bir önceki rejimi temsil eden partinin ve lideri FW de Klerk’I de içine alan bir ulusal birlik hükümeti kuruldu ve 1996’da kabul edilecek olan demokratik anayasanın taslağını hazırladı” sözleriyle “demokratik Güney Afrika” kısa tarihçesi hakkında bilgi veriyor ve tarihin hangi aşamasında olduğumuzu ise şu sözlerle açıklıyor:
“Demokratik, ırk ve cinsiyet ayırımcısı olmayan bir devletin kurulması dönemindeyiz. Bu, zaman alan bir iş. Şu anda, Güney Afrika’nın yani demokratik Güney Afrika’nın ilk kuşağındayız. Geçmişin izleri henüz silinmiş değil…”
Güney Afrika’nın nereden nereye geldiğinin en canlı ve ayrıntılı anlatıcısı ise Roelf Meyer. ANC ile başlatılmış olan müzakerelerde, beyaz rejimin “başmüzakerecisi”. FW de Klerk hükümetlerinde Polis Bakanlığı Yardımcılığından, Savunma Bakanlığı’na, oradan Anayasayı Geliştirme Bakanlığı’nda birçok üst düzey sorumluluk yüklenmiş ama en önemlisi “başmüzakereci” sıfatı. ANC’deki muadili Cyril Ramaphosa ile birlikte, Güney Afrika’nın bugünlere gelmesinin temellerini atanların başında gelenlerden. Nelson Mandela’nın 1990’da hapishaneden çıkarılmasında baş rolü oynayanlardan. “Çözüm”den sonra kendisi de ANC’ye katıldı.
Pretoria’da St. Alban’s College adlı üniversitenin bir küçük anfisinde saatlerce ondan Güney Afrika, “müzakereli çözüm” dersi aldık denebilir. O anlatırken ve bitmeyen sorularımıza cevap verirken, aramızdaki herkes, Türkiye ile, Türkiye’deki “Süreç” ile kafalarında karşılaştırmalar yapıyor.
Roelf Meyer, “Nelson Mandela, hapisten çıktığı gün, 11 Şubat 1990, Güney Afrika’daki süreç, artık geri dönülmez bir noktaya gelmişti. İleri yönelmek durumundaydı. Hapisten çıktıktan sonra, Mandela’yı, ne olursa olsun, tekrar hapse gönderecek bir güç artık olamazdı” değerlendirmesini yaptı.
Ak Parti Van Milletvekili Burhan Kayatürk’ün “Türkiye’deki süreçin de geri dönülmez noktaya gelmiş olduğu”na dair defterine not düştüğü gözüme ilişiyor.
İki yıl önce, Londra’da Kuzey Afrika çözümünün baş aktörlerinden, Britanya hükümetinin “başmüzakerecisi” Jonathan Powell’ın “Kuzey İrlanda çözümü için Güney Afrika’dan çok şey öğrendik” dediğini hatırlayıp, Roelf Meyer’e “Ne öğrettiniz onlara?” sorusunu yöneltiyorum.
Roelf Meyer: “1997 yılında Gerry Adams ve Martin McGuinness’ten David Trimble’a, Donaldson’a tüm Kuzey İrlanda’nın birbiriyle ihtilaflı liderlerini buraya getirip, Cape Town yakınlarında De Hoop denilen bir yerde topladık. Birbirleriyle ilk defa yüzyüze geliyorlardı. Bir hafta kaldılar. O bir hafta boyunca sizin gördüğünüz gibi vahşi hayvan görmediler. Deniz kenarıydı. Balina görmüş olabilirler. Ama daha önemlisi, birbirlerinin yüzünü gördüler ve aralarında doğrudan temas ilk kez kuruldu. Bu olayı, çözüm sürecinde belirleyici aşama olarak naklettiler daha sonra…”
Kuzey İrlanda sorununa noktayı koyan “Hayırlı Cuma Anlaşması” bir yıl sona imzalanmıştı…
Roelf Meyer ekledi, “Buraya gelmelerinin bir anlamı da şuydu: Güney Afrika bile çözüme ulaşabilmişse, çözüm, her yerde mümkün olabilir…”
Gerçekten öyle. Dolayısıyla, Türkiye’de de…
Roelf Meyer’in “Güney Afrika dersleri”ne Türkiye’deki süreç ile karşılaştırmalı olarak yarın devam edelim ve noktayı koyalım…
Paylaş