Paylaş
Yani bir hafta içinde üçer gün içinde üçer misli artan bir izleyici sayısına erişerek, her türlü engellenme girişimlerine karşılık, sürüyor.
‘Fısıltı gazetesi’ yoluyla da olsa, ‘tirajını arttırması’nın, giderek artan ilgiyi görmesinin iki nedeni var:
1. Yolsuzluk belgelerini yayımlaması. (Sabah/ATV satışı ve bir konuda daha tape yayımlamanın da ötesine geçtiler ve pazar gece yarısı ‘fezleke’leri yayımladılar. Hani, şu, bir türlü TBMM’ye gelemeyen ‘fezlekeler’in bir bölümünü) yayımladılar.
2. Ana akım medyanın yolsuzluk haberlerini yayımlayamaması.
Bu gibi durumlarda ‘kapalı rejimler’de, ‘otokratik’ ya da ‘totaliter rejimler’de ‘yeraltı neşriyatı’ yayılır. Örneğin Sovyetler Birliği döneminde ‘samizdat’ adı verilen bir-iki yapraklık, sokaklarda gizlice dağıtılan yayın organlarında yazılan çizilenlere, Sovyetler Birliği’nin en önemli iki gazetesi olan Pravda’dan (Gerçek) ve İzvestia’dan (Haber) daha fazla inanılırdı.
Zira, şöyle yaygın bir espri de vardı: “Pravda’da İzvestia, İzvestia’da Pravda bulunmaz!”
Türkiye’de gelinen noktada, tabii işin ucunda bir de ‘korku’ ve medyanın uzun süreden beri iktidar tarafından ‘yıldırılmış’ olmasının ürkekliği de bu durumda bir etken. Bir başka etken ise konuyla ilgili getirilen ‘yasak’ ile ilgili. Hadi, ana akım medya bu konunun üzerine gerektiği ölçüde gitmiyor diyelim, ‘internet medyası’ niye gerektiği ölçüde gitmiyor? Bunu bir internet medya yöneticisi hukuk müşavirlerine sormuş, “İki yıl hapis cezasını gözlerini kırpmadan verirler. Göze alıyorsanız yayımlayın” cevabını almış.
Kimilerinin ‘Korku İmparatorluğu’ sıfatıyla andığı koskoca süperdevlet Sovyetler Birliği, 20. yüzyılın son çeyreğinde darmadağın oldu, çatır çatır çöktü; Türkiye’de Tayyip Erdoğan’ın medya sektörüne yaydığı korku ve çekingenliğin, 21. yüzyılın ilk çeyreğinde Batı dünyasında kalmaya devam eden bir ülkede uzun bir ömrü olabilir mi sanıyorsunuz?
Esasen, ‘yolsuzluk’ denilen hadisenin en çarpıcı örneklerinden biri olarak mütalaa edilen Sabah/ATV satışıyla ilgili gelişmeler kalem kalem ortaya çıkmaya başladı bile.
Peki, Sabah/ATV satışıyla ilgili konu, nasıl oluyor da artık medyada diğer ‘fezleke konuları’na oranla çok daha geniş biçimde yansır oldu?
Cevabı basit: CHP Milletvekili Umut Oran Başbakan’a bir sonu önergesi ile konuyu TBMM’ye getirdi. Bu konuda dün çok önemli yeni bir aşamaya geldik; ana muhalefet lideri Sabah/ATV satışına ilişkin ‘fezleke’ içeriğini partisinin grup toplantısında açıkladı. Bunun haberini veremez olabilir misiniz?
Nitekim, T24 internet sitesi öğleden sonra şu cümlelerle Kemal Kılıçdaroğlu’nun konuşma haberine yer verdi:
“CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın ‘Sabah ve ATV için satın alma talimatı vererek, işadamlarından para istediği’ iddialarına ilişkin tapeleri, partisinin grup toplantısında açıkladı.
Kılıçdaroğlu, ‘21 Temmuz 2013. Recep Tayyip Erdoğan, müteahhidi arıyor. Diyor ki, ‘Ondan sonra bizim evde bir görüşme yapalım. Sen Faruk’a da söyle o da gelsin.’ Cemal Kalyoncu ‘Tamam Faruk’u alır gelirim’ diyor ve gidiyorlar. Görüşmenin konusunu öğreniyorlar. Sabah–ATV işini halledecekler. Sahibi kim? Çalık. Ama Çalık yok, kâğıt üzerinde Çalık. Gazetelerin patronu o. Çağırıyor bunları, ‘Çalık zor durumda, biz bir şey yapmamız lazım.’ Oturuyorlar, nasıl biz bu işi çözeriz, buraya parayı nasıl aktarırız. Ve karar veriyorlar, ‘Bir grup müteahhide salma salacağız. Para alacağız, parayı aktaracağız, yeni şirkete koyacağız. Böylece bu işi çözeceğiz diyorlar’ dedi.
Kılıçdaroğlu sözlerine, ‘Binali Yıldırım,.. devreye giriyor, herkesten 10 bin 20 bin değil, milyonlar istiyor. Bakın fezleke bu. Bazı devletten iş alanların ismini vereceğim. Mehmet Cengiz, ‘100 milyon dolar veririm’ diyor. Celal Koloğlu ‘100 milyon dolar veririm’ diyor. Nihat Özdemir 100 milyon dolar, İbrahim Çeçen ‘100 milyon dolar ama üçüncü havaalanına dahil ederseniz 150 milyon dolara çıkarırım’ diyor. Sekiz işadamından toplanan para, 630 milyon dolar…”
Elbette bütün bu rakamlar, ‘en tepeden’ gelen ‘kaz gelecek yerden tavuk esirgenmeyecek’ vaadi üzerine veriliyor.
Bu ve benzer yolsuzluk iddiaları TBMM’de ortaya çıkacağı ve dolayısıyla kamuoyu tarafından öğrenileceği için ‘fezlekeler’ bir türlü TBMM’ye gelemiyordu.
Ortada öyle ‘darbe masalı’ ve ‘paralel devlet’ söylemiyle gizlenemeyecek vahim bir tablo var. Hiçbir demokratik ülkede bu işlere ‘en tepeden’ girmiş bir hükümet ayakta kalamaz. Böyle bir ülke manzarası, ‘hukuk devleti’nin üstesinden gelinip, Türkiye’yi bir ‘parti devleti’ne dönüştürmeksizin, iktidarın devamına izin vermez.
Yani, Tayyip Erdoğan, başka çaresi olmadığı için ‘siyaseten’ doğru yapıyor. Etrafında toplanan itirafçı ‘kullanışlı aptallar’dan ‘kullanışlı uyanıklar’a uzanan çevre de ‘yolsuzluklar’ı örtbas etmek için ‘darbe’ tezinde ona gönüllü ‘cephane hamallığı’ yapıyor.
Ahmet İnsel’in dünkü Radikal’de ‘Paralel’i gitti yargı değişti mi?’ yazısında, Tayyip Erdoğan’ı Berlusconi’ye benzettikten sonra, arasındaki farka da işaret ederken yer verdiği şu satırlar ibret verici:
“Hakkını yemeyelim... Yerli örnekte ‘bunga bunga partileri yok. Yolsuzluk iddialarını bastırmak için, ‘terör örgütü ve lobi bulma partileri’ var. Bu partilerde kaynatılan kazanlardan yükselen efsunlu dumanların etkisi ve iktidardan yolsuzluk operasyonu ile devrilme endişesi içinde düşünme melekelerini yitirenler faiz lobisinden vaiz lobisine uçuyor. Vodvil ve trajedinin iç içe olduğu bir haldeyiz...”
Reuters dün İstanbul çıkışlı ve ‘Corruption scandal tests Turkey’s-Türkiye yıldırılmış medyasını sınıyor’ başlıklı haberinde Yavuz Baydar’dan şu alıntıyı yapmıştı: ‘Yolsuzluk soruşturması, Türkiye gazeteciliği için kendisini nefes darlığından kurtarması için yeni bir fırsat sunuyor.’
Evet ama tam da bu nedenle, Türkiye gazeteciliği, tarihinde görülmemiş ölçüde bir baskı ortamı ile yüz yüze. Ve tam da bu nedenle dünyanın en saygın ve etkili ‘özgürlük ölçüm organı’ sayılan Freedom House’un ‘Democracy in Crisis: Corruption, Media and Power in Turkey’ yani (Krizdeki Demokrasi: Türkiye’de Yolsuzluk, Medya ve İktidar) başlığını taşıyan 20 sayfalık ve son derece güncel raporu ilaç gibi ve doğru bir zamanlamada geldi.
Bir yanıyla da yazıklar olsun ki, Türkiye’nin adı böyle başlıklar taşıyan raporlara konu olmaya başladı. Tayyip Erdoğan’ın Türkiye’yi getirdiği nokta bir yanıyla da bu.
Türkiye’de bugün basın özgürlüğü de demokrasi mücadelesinin yol alabilmesi de ‘yolsuzluk’ konusunun açığa çıkarılmasından ve bu konuda ‘hesap verilebilirlik’ten geçiyor.
Hiçbir demokrasi, ‘darbe masalı’ ile uyutularak, ‘yolsuzluklar’ın üzerinin örtülmesine izin vermez.
Demokrasi ise ve demokrasi olarak kalacaksa tabii ki...
Paylaş