Paylaş
Ve, bu kez sadece üçümüz değiliz birlikte olan, Türk basının birçok tanınmış ismi, gazete ve televizyon yöneticileriyle bir arada Kızıl Meydan’da.
Moskova’ya aniden yapılan bir günlük, daha doğrusu bir gecelik ani “medya çıkartması”nın sebebi Hürriyet Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.’nin Trader Media East’in yüzde 67.3 hisselerini satın alması nedeniyle düzenlenen kutlama. Londra Borsası’nda yapılan işlem ile Moskova’nın ne ilgisi var denecek olursa, Trader Media East’in yayınladığı 256 ilan gazetesi, 13 internet sitesi Rusya ve eski Sovyetler Birliği’nin bazı cumhuriyetlerinin ve Doğu Avrupa ülkelerinin dahil olduğu 8 ülkede faaliyet gösteriyor.
Bu faaliyet, geçen yıl 212 milyon dolar ciro yaptı, 57 milyon dolar da faaliyet karı yarattı. Kar marjı yüzde 28 dolayında. Trader Media East’in “amiral gemisi” Pronto Moscow adlı şirket.
Bu işin önemi, Türklerin bundan önce olduğu gibi dışarıya girip şirket kurmak yerine, dışarıda kurulmuş şirketleri satın alabilecek güce ve girişim vizyonuna ulaşmış olması. Bu, bugüne dek, tek kalemde yapılmış ilk dışarıda şirket satın alış eylemi.
Kutlama, Moskova’da Kızıl Meydan’ın hemen girişinde olağanüstü güzellikte Rus Tarih Müzesi binasında. Bu bina, Kızıl Meydan’ın kuzey yönündeki geniş Manej Meydanı’ndan giriş yönünde, soğan şeklindeki harikulade estetik ve pastel rengarenk kubbeleriyle Basilika’nın tam karşısında.
Müthiş İvan ya da Korkunç İvan’ın (Rus tarihinde Büyük İvan diye de geçer) 15. yüzyılda inşa ettirdiği Basilika’yı yapan mimarının gözlerine mil çektirttiği efsanesi vardır. Bir daha bu kadar mükemmel bir kilise inşa edemesin, Basilika, sonsuza dek “eşsiz” kalabilsin diye.
Öyle de duruyor. Eşsiz. Tüm Kızıl Meydan da öyle. Herhalde, tartışmasız, dünyanın en güzel meydanı. Rusçası Krasnaya Ploşad. Burada “Kızıl” sözcüğünün, çok kişinin düşündüğü gibi Rusya’nın Sovyet komünist geçmişiyle ilgisi yok. “Krasnaya” aynı zamanda “güzel” anlamında kullanılıyor.
Kızıl Meydan’da, insan, ister istemez, ülkenin uçsuz bucaksız büyüklüğü ve emperyal geçmişini hissederek, “dünyanın merkezi”ndeymiş gibi bir duyguya kapılıyor. Sanki, dünyanın her yönünden gelen yollar, nihai olarak Kızıl Meydan’a ulaşıyor veya dünyanın her yönüne giden yollar sanki Kızıl Meydan’dan başlıyormuş gibi.
Meydanın güney yönünde Basilika, doğu yönünde, meydanın bir yanında boydan boya uzanan Gum mağaza zinciri. Artık ilk katlarında “küresel dünya”nın ünlü markalarını sunan göz kamaştırıcı dükkanlar ve İtalyan kafe ve lokantaları, Lenin mozolesinin karşısında alaycı biçimde dikilmiş haldeler. Batı yönünde, Lenin mozolesinin hemen arkasında, duvarların ötesindeki “ebedi gizemi”yle Kremlin ve kuzey yönünde “Tarih Müzesi” binası.
Hürriyet’in Rus ağırlıklı bir şirketi satın almasıyla büyümesinin kutlaması, dünyanın ne kadar değiştiği ve “küçülüverdiği”nin de ironik bir göstergesi gibiydi.
*** *** ***
Tören konuşmalarının ardından üç viyolonist, bir çellist dört genç Rus güzeli bir müzik ziyafeti sunuyor; ardından balkonda bir koro, Rus şarkılarını ve tabii ki, bir değişmez “Rus kimlik kartı” halindeki “Kalinka”yı seslendiriyor. Rusya, galiba hep sanat olageldi. Müzik ve roman, şiir ve şarkı.
Bundan 20 yıl önce, bu seferki ılıman latif havanın tam tersi, insanın iliklerini donduran bir soğuk günde, M.Ali Birand, Ertuğrul Özkök ve ben, “Ekim Devrimi”nin son kutlamasında yine bu meydandaydık. Kızıl Meydan’da. Önceki gün, Hürriyet’in uluslar arası işletmecilik başarısının “kutlama resepsiyonu”nun düzenlendiği Tarih Müzesi’nin iki yayındaki geniş aralıklardan esen kuzey rüzgarı ile eksi 10 derece olan hava sıcaklığı, eksi 30 etkisiyle bizi ayakta kaskatı kesiyordu. M.Ali, Meydan’a konuşlanmış, televizyon çekimi ile meşgul, Ertuğrul ile ikimiz Mozole’nin yanında ayakta ve donmakta. Hele, Ertuğrul, diş ağrısı çeken iptidai bir köylünün çenesini sarmasına benzer bir biçimde yün atkısını kafasına dolamış, henüz başlamamış olan törenin bir an önce bitmesini temenni eder bir hazin manzaradaydı.
Göz ucu ile Lenin Mozolesi’nin üzerindeki Sovyet liderleri ve başta Fidel Castro, konuk komünist liderleri süzüyorduk. Bu soğuk, bu tören vesilesiyle, son birkaç yıl içinde, orada dikilen Sovyet liderlerini öbür dünyaya kestirme yoldan taşımış, önce Leonid Brejnev, sonra Yuri Andropov ve en son Konstantin Çernenko, kısa aralıklarla tarih sahnesinden çekilip, yolu 54 yaşında, Sovyet ölçülerine göre “çok genç yaşta” zirveye tırmanan Mihail Gorbaçov’a açmışlardı.
Gorbaçov da, “Glasnost” (Şeffaflık) ve “Perestroika (Yeniden Yapılanma) politikalarıyla kaskatı kapalı Sovyetler Birliği’ni içerden gevşetmeye ve açmaya başlamıştı. Sistem, bu “açıklığa” dayanamadı ve 1991’de çöktü ve dağıldı. Dünya tarihinde yeni bir sayfa açıldı. Sovyetler Birliği’ni çökerten, “açıklığa” karşı, “statükocu komünist elit”in 1991 Ağustosunda “askeri darbe”ye başvurması ve “darbe”nin iflas etmesiydi. Şu Yeltsin’in tank üzerine çıkarak, “simgesel direnişi” ortaya koyduğu o darbe. O vakit de oradaydım.
Bazı sistemler, “açıklık” ve “yeniden yapılanma”ya doğalara gereği dayanamıyorlar; dağılıyorlar. Sovyetler Birliği’nin yıkılışı, tarihin daha tümüyle sindirilmemiş büyük dersi olmalı.
Bundan 20 yıl önce, “Ekim Devrimi”nin görkemli kutlama töreninin, “sosyalizmin dünya lideri”ndeki ve “tarihteki” son kutlama olduğunu, o soğukta dikilen M.Ali Birand, Ertuğrul Özkök ve ben, bilmiyorduk; bilemezdik
*** *** ***
.
Bu “üçlü”nin bir özelliği vardı; Türk basının Moskova’ya “akredite” ilk üç ismiydik. Önce M.Ali, Milliyet adına Moskova’da akretide olmuştu. “Demirperde”nin ardına “yasal biçimde”ilk sarkan ve Sovyetler Birliği’ni 32.Gün ile Türkiye ekranlarına taşıyan oydu.Çok geçmeden ona Ertuğrul Özkök katıldı. Hürriyet’in Ankara Temsilcisi idi ve bu ünvanına bir de Moskova akreditasyonunu ekledi. Zamanının önemli bir bölümünü Moskova’da geçirir oldu. Türk basınına başdöndürücü bir değişim sürecine giren Sovyetler Birliği’nden haber yağmaya başlamıştı.
Gözler Cumhuriyet gazetesine çevrilmişti. Karşıtlarının “Babıali’nin Pravda’sı” sıfatını taktığı Cumhuriyet arkada kalmayacak ve “Pravda’nın başkenti”ne birisini akredite ettirecekti. Kimi acaba?
Gazetenin Genel Yayın Yönetmeni Hasan Cemal beni uygun gördü. Bir yandan akreditasyon ve oturma izni işleriyle, diğer yandan da gazete içinde kaynayan cadı kazanıyla uğraşıyordum. Moskova’da ev bile tutulmuştu. Sovyetler Birliği’nde kafanıza göre, istediğiniz yerde oturamazdınız. Sovyet yetkilileri, bana Prospekta Mira’da bir ev ayarlandığını haber vermişlerdi.
Gelgelelim, “Moskova’daki evimi” gidip teslim almadan, hatta göremeden Cumhuriyet’ten ayrılmak zorunda kalmıştım. Elimde Moskova akreditasyonu ama gazetesiz kalmıştım.. Tam da Kızıl Meydan’da yapılacak “Ekim Devrimi töreni”nin arifesinde.
Ertuğrul, “Gel, benimle” dedi; Kutuzovsky Prospekt’teki, kendisine yine rejim tarafından tahsis edilmiş olan, yabancılar için bir bloktakiküçüçük dairesinde iki yatak vardı ve beni orada konuk edecekti. Ertuğrul, Moskova’ya M.Ali’den sonra akredite olmasına rağmen, “daha iyi bir muhit”te daire sahibi olmaktan pek memnundu. Kutuzovsky Prospekt’teki o dairede iki yatak, bir küçük masa, bir-iki sandalyeden başka hiçbir şey yoktu. Ama, dairenin camı, yolun karşısında “Stalin baroku”nun 7 eserinden biri olan Ukrayna Oteli’ne bakıyordu ve insana Moskova’da bulunma duygusunun özel keyfini doyasıya yaşatıyordu. O daireye, “örgüt evi” adını takmış, çok eğleniyorduk.
Zaten, Moskova’ya üçümüz birlikte gitmiş, bir yandan haber kovalarken, hiçbir rekabet duygusu gütmeden, aramızda bir adeta bir “Türk Moskovalılar dayanışması”yla Sovyetler Birliği başkentinde bulunmanın keyfini dehşetle çıkarıyor, “durumdan vazife çıkartarak” üçlü dolaşıyor, üçlü vakit geçiriyorduk.
Kızıl Meydan’daki törene de “özel kartlarımız”ı Zubovsky’deki Basın Merkezi’nde hiçbirimizin unutmayacağı “Yoldaş Pasyutin”den edinerek çıkartmış, “dünyanın imtiyazlı bireyleri” olarak birlikte gitmiştik.
M.Ali, her zamanki gibi 32.Gün için yapacağı çekimlere odaklanmıştıOnun için ortak her anı, bir televizyon karesi değerindeydi. Ertuğrul, yazılarına bugün de yansıyan temel özelliğine uygun, aramızdaki “bon viveur”, Sovyet sistemi ne kadar “keyif” sunabilirse, onu alabildiğine tüketmeye endeksli. Onca zamandır Moskova’ya gidip geliyor olmasına rağmen, Moskova’nın ne metrosuna, ne de bir başka toplu taşıma aracına binmemişti. Benim ısrarım sayesinde metro ve otobüs ile tanıştı. O gün bugündür kendisini “tabana indirip Rus halkına bulaştırmış olduğumu” başıma kakar. O, o güne dek “Rus eliti”ni tanımakla yetinmişti. Rus halkını yakından tanımaktan özel bir haz duymadığını sezinleyebildim.
Tarihin büyük dönüşüm anlarına doğrudan tanıklık ederken çocuksu bir arkadaşlık ortamıyla eğlendiğiniz, eğlenirken tarihin büyük dönüşüm anlarına tanıklık ettiğimiz unutulmaz günlerdi o Moskova günlerimiz.
*** *** ***
20 yıl aradan geçtikten sonra, her üçümüzün “Doğan Medya Grubu” mensubu olarak Kızıl Meydan’da bulunmamız tuhaf bir durumdu. 20 yıl önce, Aydın Doğan sadece Milliyet’in sahibi idi. Yani, aramızda “kurumsal aidiyet” bakımından “Doğan’lı” olan sadece M.Ali Birand idi. Ertuğrul Özkök’ün Hürriyet’inin sahibi henüz Aydın Doğan değildi. Referans, doğmamıştı, doğumu da beklenmiyordu.
Kızıl Meydan’da 20 yıl aradan sonra “nostaljik” takılmak istedik. M.Ali Birand ile “ne güzel günlerdi” diye o günlere gönderme yaptık. Gorbaçov’un son, Yeltsin’in ilk demlerinde, yani Sovyetler Birliği’nin ortadan kalktığı, Rusya’nın yeniden doğduğu dönemde Moskova Büyükelçisi olan Volkan Vural ile de, “nostaljik” göndermelerde bulunduk. O da, şimdi Doğan grubu bünyesinde.
“Nostalji”miz Moskova’ya ait kaldı. Belki de orta yaş öncesi “gençlik heyecanlarımız”ı özledik. Sovyet komünizmini özlediğimizden çok emin olamayız. Zaten, böyle bir “nostalji”yi ancak Moskova’da hissedebilirdik. Türkiye’de yaşadığımız ortam, “nostalji” gerektirmiyor.
“10.yıl marşı”, Cumhuriyet’in 84. yılında 10.yılında olduğundan daha fazla biliniyor ve söyleniyor. Bizdeki “Mozole”,20 yıl önce, 1987’de yani “Ekim Devrimi’nin 70.yıldönümü”ndeki saygınlığını koruduğu kadar, hatta daha fazlasıyla koruyor.
Neyse, uzun lafın kısası, Türkiye’de 80 yılda bazı şeyler hiç değişmemişse de, dünyada 20 yılda çok şeyler değişti.
Moskova’da ve Moskova’ya giden Türklerde.
Kızıl Meydan, hep Kızıl Meydan. Yüzyıllardır.
Ve, Kızıl Meydan bile değişti...
Paylaş