Kıbrıs’ın iki yanında...

Kendi iç sorunlarımız içine kadar gömülmüş, Kıbrıs’ı “radar ekranı”mızdan çıkaralı ne kadar uzun süre geçmiş meğerse. O yüzden her anı dolu dolu geçen üç günlük Kıbrıs gezisi, sanırım, o geziye katılan herkese çok iyi geldi.

Haberin Devamı

Kıbrıs derken, bu kez, pek nadiren de olsa bunu “KKTC” anlamında kullanmıyorum. Zira, Kıbrıs’ın her iki kesiminde de bulunduk. Hatırladığım kadarıyla, Ledra Palas barikatından geçerek Lefkoşa’nın Rum tarafındaki Cumhurbaşkanlığı Sarayı’na gidip, orada Rum Cumhurbaşkanı Dimitri Hristofyas ile üç saate yakın görüşen kalabalık bir Türkiyeli heyet hiç olmadı. Aynı kalabalık Türkiyeli heyet, Lefkoşa’nın Rum Belediye Başkanı Eleni Mavru tarafından, Lokmacı barikatı ya da yeni adıyla Lokmacı kapısına çok yakın bir noktada öğle yemeğinde de ağırlandı.

Ledra Palas kapısından girip, Lokmacı kapısından geri döndük ve Lefkoşa’nın Türk tarafında tarihi bir konak olan Bohçalıyan binasında Rum tarafının en zengini, Klerides’e yakın Dinos Lordos, Klerides’in kızı, Bayan Kathy Klerides, aralarında profesörler, birkaç Rum entelektüeli birlikte uzun bir sohbete oturduk. Tekrar edeyim, Türk tarafında.

Haberin Devamı

Bizim Kıbrıs gezisi, Rum tarafına odaklanmış değildi. Ağırlık, Türk tarafındaydı. Gider gitmez, Kıbrıs Türk Ticaret Odası Başkanı Hasan İnce tarafından ağırlandık; çok yararlı bir ekonomi ağırlıklı brifing aldık. Daha onu “hazmedemeden” KKTC Cumhurbaşkanı Özel Temsilcisi, Türk tarafının Görüşmecisi Özdil Nami ve Dış Temaslar Özel Temsilcisi Kutlay Erk’ten (bir önceki Lefkoşa Belediye Başkanı), Kıbrıs sorununa çözüm girişimlerinin son durumuna ilişkin 2 saati aşan bir başka brifingde bulunduk.

Nefes alamadan, kendimizi Girne’den Lefkoşa’da, Cumhurbaşkanı M.Ali Talat’ın ikametgâhında bulduk. Gece yarısına dek onu dinledik. Ertesi sabah uyanır uyanmaz, Lefkoşa’nın Rum kesimi, dönüşte Rum entelektüellerinin ardından KKTC Başbakanı Ferdi Sabit Soyer ile gece yarısına sarkan bir akşam yemeği; ertesi gün M.Ali Talat’ın Ada’nın en doğu noktasındaki yazlık evinde “mangal” yaparak upuzun bir öğle yemeği ve üç günlük temasların muhasebesinin tartışması.

İçimiz dışımız Kıbrıs’la ve Kıbrıs sorunu ile doldu. İyi de oldu. Kıbrıs sorununun çözümsüzlüğünün, Türkiye’nin AB yolundaki en önemli “prangası” olduğunu bir kez daha hissetmek ve kavramak fırsatı doğdu. Dikkatlerimizi yine Kıbrıs üzerine çevirdik.

Haberin Devamı

“Biz” derken, en yaşlımız, KKTC’nın doğumunun, 1983’te Türkiye Dışişleri Bakanı olarak“fikir babası” olan İlter Türkmen, aramızda tartışmasız Kıbrıs sorununun bugünkü Türk basınındaki “bir numaralı uzmanı” Erdal Güven başta olmaz üzere, Türkiye medyası ve akademyasının tanınmış isimlerinden oluşan 20 kişilik bir topluluk...

 

***                          ***                     ***

 

M.Ali Talat, ilk karşılaşmamızda Hristofyas’la 21 Mart’ta bir araya gelip, sorunun çözüm çabalarına “umut verici” ilk startı verdiği görüşmede kendisine “Yoldaş Dimitri” diye söze girip, “Ya ikimiz Kıbrıs sorununun çözümünü getireceğiz veya Ada’nın bölünmesine imza atarak, mühürleyeceğiz” diyerek “ortak” ve belki de “nihai tarihi sorumlulukları”nın altını çizdiğini aktarmıştı.

Haberin Devamı

Hristofyas’ın da benzeri bir algılaması var. Bu kez, sorunun çözülebilirliğine ilişkin oluşan umutlar, hiçbir dönemde olmadığı kadar, Kıbrıs Türk ve Rum liderlerinin “benzer dalga boyunda” olmasından ve birbirleriyle yıllardır yakın, dostane ilişkiler kurabilmiş olmalarından kaynaklanıyor.

Her iki liderin (ya da tarafların şu dönemdeki lider kadrosunun) bir başka ve önemli ortak özelliği ise, sorunun çatışmalı hatta kanlı geçmişinde ve çözümsüzlüğü sürecinde doğrudan sorumluluk üstlenmemiş, tersine “çözüm yanlısı” olarak kendi taraflarında bilinen ve dolayısıyla “geleceğe bakan” kişiler sayılmaları.

Örneğin, İstanbul’a yaz okullarına gelip Türkçe öğrenen Lefkoşa’nın AKEL’li bayan belediye başkanı Eleni Mavru, 24 Nisan (2004) referandumunda, şu andaki Rum İçişleri Bakanı gibi, partisi tarafından “kınama cezası” almasına rağmen “evet” kampanyası yürütmüş ve buna rağmen belediye başkanı adayı gösterilip kazanmış birisi.

Haberin Devamı

Hristofyas’ı Başkan seçtiren, “Rum tarafının Denktaş’ı” olarak isim yapan Papadopulos döneminin kapanmasına yol açan Kıbrıs Rum başkanlık seçimlerinde, “çözüm yanlısı” oy oranının yüzde 70’e ulaşması da, geleceğe ilişkin umutları besleyen bir gelişme.

Ne oldu da, Rumların genel havasında, çözüme istekli olmalarında yüzseksen derecelik bir dönüş oldu?

M.Ali Talat’la ve referandumda Türk tarafının yüzde 65 üzerinde “evet” oyu vermesiyle birlikte, KKTC “ahlâki üstünlük” sağlamışı ve İngilizce deyimle “moral highground”a yükselmişti. Tabii, Türkiye de. Bu fotoğrafın devamı, Rumların Papadopulos’un ardından gitmekten vazgeçmesine yol açtı.

Gerçi, izolasyonlar buna ve AB Konseyi’nin referandumdan 48 saat sonraki 26 Nisan 2004’deki kararına rağmen kalkmış değilse de, AB vatandaşları Ercan’a gelmeye, Ercan’dan Ada’ya girerek Rum tarafına geçmeye başladılar. Hatta buna devlet adamları da dahil, eski Almanya Başbakanı Gerhard Schröder bunlardan biri. Ayrıca, AB, KKTC’ye yönelik bir “mali yardım tüzüğü” yayınladı. “Doğrudan Ticaret Tüzüğü” tartışılıyor. Türk tarafının yürürlüğe koyduğu “Yeşil Hat Tüzüğü” ile iki taraf arasında insan ve mal geçişleri başladı.

Haberin Devamı

Dahası, Talat’ın dış temaslarında kabul düzeyi yükseldi ve en önemlisi KKTC’de kurulan Mal-Mülk Komisyonu’na –ki, AİHM bunu “yerel çözüm” olarak ilân etti ve meşrulaştırdı- 300 Rum başvurusu yapıldı ve bunların 30’u karara bağlandı.

Bütün bunlar, Ada’nın bölünmesinin önüne geçilmez bir süreç olduğuna ilişkin Rumların kaygılarına arttırdı ve Rum tarafı, bugüne dek görülmemiş bir ivmeyle, vakit kaybetmek istemiyor ve çözüme hevesli görünüyor. Hristofyas’ı başkanlığa taşıyan da, bu ivme ve bu ivmeye dayandırdığı seçim kampanyası.

 

***                                 ***                         ***

 

Konu Kıbrıs olunca “pembe düşler” görmekten de sakınmak gerekiyor. Her iki tarafı saatlerce dinledikten ve tartıştıktan sonra, Kıbrıs sorununda çok fazla sayıda “ayrıntı” olduğunu ve “şeytanın ayrıntılarda gizli olduğu” deyişini hatırlayarak, çok sayıdaki ayrıntının içinde yıllar içinde o ayrıntılara derinliğine yerleşmiş çok sayıda “şeytan” bulunduğunu görmezden gelmek imkânsız.

Nitekim, önceki gün M.Ali Talat, Hristofyas’a ilişkin izlenimimizi sorduğunda kendisine “Konuşmasına komünist olarak başladı, Rum olarak bitirdi” dedim. Talat da, Hristofyas’a ilişkin bakış açısında aynı kanıda.

Tarafların her ikisi de aynı ideolojik kökenden gelseler de, Kıbrıs sorunu, yapısı itibarıyla ve özünde iki ayrı ulusal topluluk zemininde oluşmuş bir sorun olduğu için, tartışma ilerleyince, görüşleri ne olursa olsun; Rumlar, Rum gibi, Türkler, Türk gibi duruma bakıyor ve “çözüm öncelikleri” de buna bağlı olarak, birbirine zıt noktalarda beliriyor.

O kadar ki, taraflar, aynı gelişmeyi bile farklı şekillerde aktarıyorlar. Örneğin, 8 Temmuz 2006’da BM Temsilcisi Gambari’nin girişimiyle bir araya gelen Talat ve Papadopulos, ortak teknik komiteler ve çalışma grupları kurulmasını kararlaştırmışlardı. Görev tanımları ve yapıları konusunda bile anlaşılamadı ve iki yıl bu alanda tek bir milim ilerleme kaydedilmedi. Oysa, 21 Mart 2008’deki Talat-Hristofyas görüşmesinin ardından 8 teknik komite ve çalışma grupları derhal kuruldu ve çalışmalarına başladılar. Gelgelelim, Türk tarafı, komite ve grup çalışmalarının gayet güzel ilerlediğini bize anlattılar; Hristofyas ise, “Maalesef, çalışma gruplarında hiçbir adım atılamadı” dedi. Bunu bildirdiğimiz Türk yetkililer hayretlerini gizleyemediler.

Ne olursa olsun, bir Rum Cumhurbaşkanı’nın 20 kişilik bir Türkiyeli grubu kabulü, Rum tarafında onlar şerefine Belediye Başkanı’nın yemek vermesi, ya Rumların bu kez “çözüm iradesi”ne sahip olduklarına ilişkin bir sinyal ya da “moral highground”u tekrar elde etmek için giriştikleri bir PR hareketi. İster ilki, ister ikincisi olsun, Kıbrıs sorununda Papadopulos döneminde görülmesi mümkün olmayan bir hareketlenmenin işareti.

Konuya devam edeceğiz. Şu kadarına söyleyerek noktalayalım:

Kıbrıs, 2008 Mayıs ayında olabildiğince güzeldi. Jakaranda ağaçlarının, okaliptüslerin, servilerin süslediği güzel toprağına yayılan hoş kokular, Akdeniz’in alabildiğine göz alıcı laciverdi, Beşparmakların, kıyıya paralel uzayan ve gözü okşayan görkeminin efsununa kapılarak, Kıbrıs’ta esen bu “umut verici siyasi hava”nın “çözüm müjdecisi” olduğunu düşünebilirsiniz.

Hayaller güzel ama gerçeklerden kopmamak şart. Kıbrıs’ta çözüm, çok zor. Halâ, her şeye rağmen çok zor.

Yarına...

Yazarın Tüm Yazıları