Paylaş
Rakamların kuru dili 12 Eylül’ün nasıl bir siyasi-toplumsal felâket olduğunu yorumsuz anlatmak için yeterli aslında. Gözaltına alınan 650 bin kişi. Fişlenen 1 milyon 633 bin kişi. Açılan 210 bin dava. 6353 kişi için istenen idam cezası. 517 kişi için verilen idam kararı. İnfaz edilen 50 kişi. Bunların arasında yaşı büyütülen çocuklar da vardı. Cezaevinde hayatını kaybeden 299 kişi. İşkencede ölen 171 kişi. Açlık grevinde ölen 14 kişi. Kişilikleri işkence altında, baskı altında, zulüm altında öldürülmüş olan onbinlerce kişi. Solundan sağına, neredeyse tüm kurumlarıyla imha edilmiş olan Türkiye.
12 Eylül 1980, (27 Mayıs 1960-12 Mart 1971) parantezinden geçen Cumhuriyet tarihimizin askeri darbeler dizisinin en amansızı, en acımasızı idi. Darbeyi yapan Cunta’nın başında-hiyerarşik askeri düzen ile gerçekleştirilmiş olduğu için- Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kenan Evren vardı. 7. Cumhurbaşkanı. 98 yıllık uzun ömrünün ardından dün toprağa verilmiş olan...
Tarih dönemleri ve siyasi rejimler, kişilerinin isimlerinde simgeleşir, simgeleştirilirler. 12 Eylül’ün simge ismi de, aile fertleri nezdinde nasıl bir insan olmuş olursa olsun, Kenan Evren’dir. Zaten tam da o nedenle, cenazesini ailesinden başka kaldıran ve sahiplenen -Genelkurmay hariç- olmadı.
Ardından yazılmış çok sayıdaki yazının birinde gayet isabetle belirtildiği gibi “Tarihe insanlığın kara bir lekesi olarak geçecek, tıpkı Talât Paşa gibi. İşkenceden geçirttiği, öldürttüğü, mahpuslarda çürüttüğü insan sayısını tekrarlamaya gerek yok... Çok kötülük yaptı. Sonunda da yapayalnız öldü.”
Yapayalnız da gitti. Kendisinden bir sonra Cumhurbaşkanı sıfatını üstlenmiş olan Turgut Özal’ın, Ankara ve İstanbul’da mahşerî kalabalıkların, halkın katıldığı 22 yıl önceki cenaze törenlerini hatırlayın; bir de bırakın halkı, “protokol”ün bile uzak durmaya özen gösterdiği Kenan Evren’in cenaze törenini.
Kenan Evren’in damgasını vurduğu yıllarda Türkiye’nin bir kuşağı yok oldu. Ruhen yok oldu. Sakatlanmış, örselenmiş, işkenceden geçirilmiş, sadece vücutları değil kişilikleri de örselenmiş ve bundan böyle her an yeni tehditlere maruz bırakılabilecek ruhlardan oluşan bir toplumun ülkeye yeni ve olumlu bir soluk getirebilmesi çok zordu. Çünkü, 12 Eylül’de, yeni anayasa ile “yeni sistem” yerleştirilmişti.
“12 Eylül Anayasası” ile Türkiye’de “riyakârlık” toplumun uymak zorunda olduğu bir “siyaset kuralı” haline getirildi. 12 Eylül Anayasası’nın yüzde 90’ın üzerinde bir halk oyu ile kabul edilmesi, söz konusu “riyakârlık”ın yerleştirilme anıdır.
Kenan Evren’i Cumhurbaşkanı seçtiren, 12 Eylül Anayasa referandumudur. Bu, eş zamanlı ve içiçe bir oylama idi. “Anayasaya hayır” kampanyası yasaktı. Anayasaya hayır oyu çıkması ihtimalinin sonucu ise, Kenan Evren’in başında bulunduğu askeri cunta tarafından açıklanmıştı: Milli Güvenlik Konseyi’nin, yani cuntanın iktidarının devamı.
Anayasaya evet ve onunla birlikte Kenan Evren’in cumhurbaşkanı seçilmesi ise, bir yıl sonra yapılacak seçimlerle çok partili parlamenter sisteme dönüş olacaktı. Tüm partiler kapatılmış ve yeni partiler MGK onaylı olacak olsa bile “seçim sandığı” geri gelecekti.
Geçen yıl çok yüksek olmayan bir katılımla Tayyip Erdoğan’ı yüzde 52 ile cumhurbaşkanı seçmiş olan halkımız, 1982 yılında çok daha yüksek bir katılımla ve yüzde 90’ın üzerinde oy oranıyla hem 12 Eylül ya da diğer adıyla 1982 Anayasası’nı kabul etmiş ve hem de Kenan Evren’i cumhurbaşkanı seçmişti.
Diğer seçeneğe oranla daha kabul edilebilir bir tercih olarak “ölümlerden ölüm beğenmiş”, yani “uyanıklık” yapmıştı. Ama, bu şekilde “riyakârlık” da bir “siyaset düsturu” olarak siyaset kültürümüze kazınmıştı. Hem de hayli derinlere nüfuza ederek.
“Millet iradesi” ve “sandık” ile...
Öyle ki, Kenan Evren 98 yaşına dek yaşadı (Cumhurbaşkanı seçildiğinde 65 yaşındaydı); aradan geçen 33 yılda 12 Eylül Anayasası ortadan kaldırılmadı. Türkiye’de bu Anayasa’ya karşı olduğunu ilân etmiş ve Anayasa’yı değiştirme vaadinde bulunmuş olan bir siyasi parti 13 yıldır tek başına iktidar. Ama, 12 Eylül anayasal düzeninin Türkiye’yi “demokrasi özürlüsü” yapan en temel özellikleri korundu. Siyasi Partiler Kanunu ile Seçim Kanunu ortadan kaldırılmadı. Anti-demokratik ve utanç verici yüzde 10 seçim barajı duruyor.
Dahası,12 Eylül Anayasası’nı Kenan Evren’in bile kendisi için öngörmediği biçimde değiştirmeye Tayyip Erdoğan soyundu. 13 yıldır yüzde 10 seçim barajına, seçim kanununa, siyasi partiler kanununa elini sürmeyen, esas olarak 12 Eylül Anayasası’na sırtını yaslamış olan Tayyip Erdoğan, “Türkiye’ye özgü Tek Adam” sistemine geçiş anlamında bir “Başkanlık Sistemi”ne geçişe cevaz verecek yeni bir anayasa istiyor.
Bütün bunlara bakıldığında görülebilir ki, bırakın 1990’ları, AKP iktidarının damgasını vurduğu 2000’lerde de, 12 Eylül ve dolayısıyla Kenan Evren ile gerçek bir hesaplaşma olmadı. “Yüzleşme” yapılmadı.
Kenan Evren ile her yönüyle, sadece 12 Eylül yılları ile değil, getirdiği “12 Eylül sistemi” ile gerçek bir “yüzleşme” yapılmadan “Yeni Türkiye” de kurulamaz.
Öte yandan, tarihi ile “dürüst bir yüzleşme”den geçmeyen bir Türkiye’nin 12 Eylül ve Kenan Evren’le gerçekten yüzleşebilmesi de pek kolay değildir. Türkiye, 1915’le olması gerektiği gibi yüzleşmeden, Varlık Vergisi ile, 6-7 Eylül ile, 1964 Kararnamesi ile yüzleşmeden, 12 Eylül ile de doğru dürüst yüzleşemez.
12 Eylül ile doğru dürüst yüzleşememek ise şu demektir: Ülkeyi 12 Eylül’e götüren şartların, gencecik çocukların aynı silahlarla birbirlerini kırdığı o olayların yani provokasyonların arka plânı ortaya çıkartılmadan, 1990’ların “faili meçhul cinayetleri” de çözülemez.
Kaldı ki, Ergenekon ve Balyoz’un, iktidar mücadelesi için araçsallaştırmış olduğu bir dönemde, 12 Eylül ile hiç yüzleşilemez. Türkiye’nin “askeri darbesi” ile esaslı bir yüzleşme yapılamadığı için, “askeri darbe karşıtı” olarak “meşruiyet” oluşturmanın kolay ve maliyeti olmayan tek yolu olarak, Mısır’da Sisi’nin “askeri darbesi”ne karşı “Rabia” işareti yapmak kalır.
“Riyakârlık”, siyasi sistemimize 1982’deki Anayasa referandumu ile Kenan Evren eliyle sokulmuştu. O, 98 yaşında toprağa verilirken devam ediyor.
Umarız “ilelebed payidar” kalmaz...
Paylaş