Paylaş
Baskı rejiminin temellerini sallayan büyük ve çatışmalı sokak gösterileri şimdilik durdu. Anayasa Mahkemesi hükmündeki Şurayı Nigahban (12 üyesinden yarısı Khamenei tarafından atandı) oyların yüzde 10’unu tekrar saydırdıktan sonra, 12 Haziran seçim sonuçlarını bir kez daha onayladı ve konuyu kapattı ama “İran dosyası” kapanmadı.
Kapanmadığını önceki gün Mir Hüseyin Musavi’nin web sitesinde uzunca bir sessizlikten sonra yayımladığı ve hükümeti “gayrı meşru” ilan ederek halkı “yaratıcı yöntemler” ile “direnişe devam”a davet ettiği bildirisinden anlıyoruz. “Devrimin çocukları”nın serbest bırakılmasını isteyen Musavi, mücadelenin “İslam Cumhuriyeti rejimininin ortadan kaldırılması amacına yönelik olmaması” gerektiği uyarısında bulunuyor ama “iktidarın başka yol bırakmaması”nın tehlikesine de işaret ediyor.
Musavi’nin açıklamasına, vakit geçmeden “Reformist akım”ın lider şahsiyeti, eski Cumhurbaşkanı Seyyid Muhammed Hatemi ve eski Meclis Başkanı Mehdi Karrubi’nin benzer doğrultudaki açıklamaları eşlik etti. Karrubi de hükümeti “gayrı meşru” ilan ettikten gayrı, “her yol ve her araçla mücadele edeceğini” duyurdu.
İran’daki baskı rejimi, seçim sonuçlarını protesto edenlere kaba bir karşılık verdi. Kendi açıklamalarına göre gösterilerde 20 kişi öldü, 1032 kişi tutuklandı. Tutuklananlar arasında ülkenin kalburüstü aydınları, gazeteciler, akademisyenler vs. bulunuyor.
Ağır baskı, sokak gösterilerinin önünü alsa da, geceleri evlerinin damlarından Tahran semalarında yükselen, iktidarı protesto anlamındaki ve 1979 Devrim dönemini hatırlatır biçimde “Allahu Ekber” nidalarının önüne geçemiyor.
Bununla birlikte, gösterilerin önlenmesiyle “rejim” iktidar sahipleriyle birlikte şu an için bir “devrilme tehdidi” altında değil. Ancak, Musavi, Hatemi ve Karrubi’nin pozisyonlarında da bir değişiklik yok. İktidarla bir “uzlaşma” söz konusu olmadı. “Yönetici elit”teki çatlak giderilemediği gibi, derinleştiği de söylenebilir.
Dolayısıyla, mevcut iktidarın “meşruiyeti” tartışılır durumda. Nereden baksanız, karizmayı çizdirdiler.
*** *** ***
İranlı tanınmış aydınlardan biri Twitter üzerinden bana, birkaç ay önce bu köşede yansıttığım Liechtenstein’daki İran konulu toplantıya katılmış olan bir İranlı ortak dostumuzun tutuklandığını haber verdi. Tahran’ın çok değerli şahsiyetlerinden biri.
O toplantıda Hatemi dönemindeki İran Cumhurbaşkanı Yardımcısı Hüccetülislam Abtahi de vardı ve toplantı oturumlarına diaan adamı kıyafeti ile katılıyordu. Diğer İranlı katılımcıların hepsi –tutuklandığını öğrendiğim dostumuz başta olmak üzere- Amerikalıların ve genel olarak Batılıların İran politikasını ve “nükleer program”a karşı takındıkları tavrı eleştiriyorlardı.
Bunları şunun için yazıyorum: Hiç kimse bana İran’daki muhalefetin “Batı oyunu” olduğunu anlatamaz. İranlı muhalifler sapına kadar İranlıdır ve İran’da iktidarı sağlama almak için işi seçim hilebazlığına vardırmış olan “baskı rejimi”ne karşı harekete geçmiş vatanseverler topluluğudur.
İran iktidarı, muhalefeti, “Batı’nın uzantısı” göstererek gözden düşürmek bakımından eline koz geçiriyor. Nüfusu bizim gibi Müslüman ülkelerde bu kozun getirisi var. Türkiye’de önemli bir ağırlığı bulunan İslami-Muhafazakar çevreler, Khamenei-Ahmedinejad hattının oltasının ucundaki bu yeme takılıyorlar.
Türkiye’de “askeri vesayet rejimi”ne karşı seslerini yükselten kesimden, İran’daki “baskı rejimi”ne karşı itiraz işiten var mı?
Türkiye’nin anti-Ak Parti laik çevreleri ise, muhalefeti “İslami siyasi kalıplar” dışında pek görmedikleri için ya olan-biteni anlamadıkları için yanıbaşımızdaki gelişmeler konusunda kayıtsızlar veya İran’daki gelişmeleri Türkiye’nin iç siyasi gündemine göre araçsallaştırmaya baktıkları için saçma sonuçlara varıyorlar.
Örneğin, 1979’dan bu yana İran’da meydana gelen en büyük kitle gösterileriyle bizdeki “Cumhuriyet mitingleri” (2007) arasında paralellik kurmak gibi.
Oysa, Türkiye’deki ideolojik-Kemalist “askeri vesayet rejimi”nin İran’daki muadili, Khamenei-Ahmedinejad isimlerinde simgelenen “baskı rejimi”.
*** *** ***
“İran dosyası”nı kapatmayan, açık tutan iki önemli olgu var:
1. Yönetici siyasi elit içindeki çatlak. Bu, kolay giderileceğe benzemiyor. Buradaki, Hatemi’nin, Karrubi’nin, Mir Hüseyin Musavi’nin hatta Rafsancani’nin dahil olduğu “muhalif unsurları” tıpkı Sovyet komünizmini “reforme etmeye” çalışan Gorbaçov ve arkadaşları gibi İslam Cumhuriyeti’ni “reforme etmeye” ve “güncelleştirmeye” çalışan şahsiyetler olarak görmek mümkün. Ancak, İslam Cumhuriyeti rejimi içindeki iktidar ile muhalefet arasında bir “uzlaşma”ya varılması, “İran dosyası”nın uzunca bir süre için kapanmasını sağlar.
2. İran toplumu ile yönetim arasında açılan mesafe. İktidarın halksızlaşması bir yandan iktidarın tümüyle Devrim Muhafızları ve Besiç örgütlerine dayanan bir “güvenlik rejimi” haline dönüşmesine yol açıyor, diğer yandan “rejim için muhalefet”i de ayakta tutuyor. Ancak, bu dinamik, rejimin sonunu getirme potansiyelini de barındırıyor.
İşte bu nedenle. İran’da gösterilerin durmasına rağmen, “dosyanın kapanmaması” yani direnişin ve mücadelenin devamı “muharebeyi kaybettik ama savaşı kazanmak için yola çıktık” şeklinde bir muhalefet sloganına zemin oluşturuyor.
Türkiye’de Ak Parti hükümeti, muhtemelen, en çok İran konusunda sıkışacak ve açmaza düşecek. “İran dosyası” bu hali, bu görüntüsüyle açık kaldıkça, Ak Parti hükümeti için “aşağı tükürse sakal, yukarı tükürse bıyık” açmazı söz konusu olacak.
12 Haziran akşamüstü, Khamenei’den bile daha hızlı hareket ederek Ahmedinejad’ı kutlama gereksizliği ve münasebetsizliği, daha sonra Tayyip Erdoğan’ın “İran’da bütün taraflara eşit uzaklıktayız” açıklamasıyla bir nebze tamir edilmek istendi ama “İran dosyası” açık kaldıkça, gelişmeler Türkiye’yi zorlayacak.
Bunu, şu an tutuklu bulunan Tahran’ın önde gelen aydınlarından olan dostumun ailesinden aldığım mesajdan anlıyorum. “Hiçbir ülke Türkiye kadar, bu İran iktidarı üzerinde nüfuz sahibi değil” diyerek, tutuklunun serbest bırakılmasında Abdullah Gül ve Tayyip Erdoğan’dan medet umuyorlar.
Türkiye’nin yöneticileri, Tahran’daki “siyasi sermayeleri”ni demokratik değerler doğrultusunda ne kadar kullanabilirler? “İran’ın içişlerine karışmamak” gibisinden “Realpolitik doğrular” ve “komşularla sıfır sorun” diye formüle edilen Türk dış politikasının Davutoğlu mührünün İran konusunda Türkiye’yi bir “pasif seyirci” konumuna getirmesi ihtimali de mevcut.
Böyle bir politikanın kısa vadede Türkiye’ye olumsuz etkisi olmaz. Ya orta ve uzun vadede?
Belki de, Türkiye’deki “askeri vesayet rejimi”nin üstesinden geldiğimiz takdirde, ancak bundan sonra, çevremizdeki “baskı rejimleri”ne ilişkin olarak “moral ağırlığımız” artacak...
Paylaş