Önceki gün ABD’nin en etkili gazetelerinden biri olan Wall Street Journal’da Türkiye’de “kansız bir iç savaş”ın cereyan ettiğine dair çok önemli bir yazı yayımlandı. Başlığına da “kansız iç savaş”ı çıkartan Marc Champion imzalı yazı, içinden geçtiğimiz, rol aldığımız ve bizlerin gayet iyi bildiği bir durumu oldukça doğru biçimde yansıtmış.
Bir süredir yakın çevreme aynı gözlemi dillendiren biri olarak başlığı görünce ve yazıyı okuyunca dehşete kapılmadım. Çünkü gerçekten bir “kansız iç savaş”ın içinden geçiyoruz. Lübnan iç savaşını, savaşa giden günlerinde, savaşın kendisinde ve en kötü dönemlerinde içinden izleyerek yaşadım. İspanya ve Yunanistan iç savaşları hakkında da çok okudum. Birinde yaşadığım, diğer ikisi hakkında da bir hayli bilgi edindiğim söz konusu örneklere baktığımda, oralardaki iç savaşlardaki “fay hatları” ne kadar derin ve geniş ise, Türkiye’deki de o kadar. Tanık olduğum bir “iç savaş” da “Yugoslav iç savaşı” diye nitelenebilecek Sırpların Bosna’da yürüttüğü savaştı. Dinleri farklı, dilleri bir ve aralarında etnisite farkları olmayan ve çok uzun yıllar iç içe yaşamış insanların arasındaki “kan banyosu” anlatılamaz boyutlardaydı. Her ülkenin ve her tarihi dönemin farkları, abartmalı analojilere başvurmayı gerektirmez. Zaten bizdeki o yüzden bir “kansız iç savaş” ve dua edelim, böyle kalsın. Ve, iyi ki, bizimki “kansız”. Gerçi, güvenlik güçleri ile PKK’nın taraf olduğu ve 40 binin üzerinde can alan “düşük yoğunluklu savaş”a gönderme yapılarak, bizdeki “daha ne kadar kanlı olsun ki?” diye bir soru akla gelebilir ve Kürt siyasetçiler, ısrarla, “savaş”tan söz ediyor olsalar da, “iç savaş” toplumsal boyutlara ulaştığı için “iç savaş”tır ve “vahşet oranı” yaşamayanların kolay kolay anlayamayacağı kadar insan havsalasının ötesindedir. Her şeye rağmen, hiç kimse “Türkler ile Kürtler” arasında bir “iç savaş”tan söz edemez. Türkiye’de böyle bir durum, herşeye rağmen yok ve iyi ki yok. “İç savaşlar” düşman ülkeler arasındaki savaşlardan bile daha kanlı ve acımasız olurlar. O yüzden, bizdekinin “kansız iç savaş” olmasına sevinelim ve öyle kalmasına gayret edelim. *** *** *** “Kansız iç savaş” elbette bir “metafor”. Türkiye’deki ayrılığın, çatışmaların ve ruhi ihtilafların derinliğini, genişliğini ve en önemlisi uzlaşmazlığını vurguluyor. Türkiye’de bir “kansız iç savaş” cereyan ettiğini anlamak için her gün gazeteleri okumak yeterli. Köşe yazarlarına bakmak yeterince uyarıcı. Köşe yazarlarının her gün birbirlerine sataştığı, köşe yazarlarının her gün konu olarak birbirlerini yazdığı ve her gün köşelerinde “kişilik katli” yaptıkları başka bir ülke yok herhalde. Medyanın serencamı, toplumun her kurumunun içindeki “savaş”ın yansımasından başka bir şey değil. Erzurum’daki davanın yargının “iç savaşı” olduğundan başka bir açıklaması olabilir mi? Erzurum’daki davanın baş sanığının mahkemeye gelme tenezzülünde bulunmayan bir ordu komutanı olduğu ve mahkeme sırasında binanın üzerinden savaş uçaklarının “olağan tatbikat uçuşu”na çıkmalarını “devletin içindeki” savaş ile izah etmek yanlış mı olur? Ergenekon soruşturması çevresinde, polisin kendi içinde, polis ile jandarma arasındaki dışa vuran “derin çatlaklar”ı yine “devletin içinde savaş”la tanımlamak mümkün değil midir? Ergenekon soruşturması, Silahlı Kuvvetler içinden sızdırılan lahikalar, çeşitli isimler altında operasyon, darbe vs. planları olmadan bugün eriştiği boyutlara erişebilir miydi? Bu fotoğraf, Silahlı Kuvvetler içindeki, yani “devlet içi” bir savaş cereyan ettiğine dair “metafor” kullanmayı doğrulamaz mı? Parlamentonun haline bakın; anayasa değişiklik paketi üzerinde gelişen, giderek Atatürk ve İnönü isimlerini de kapsayacak kadar keskinleşen polemikler ve bu polemiklerin kışkırttığı milletvekillerinin TBMM Genel Kurulu’nda yumruklaşmalarını nasıl tanımlamalıyız? “TBMM içinde bir savaş” değil mi bu? Milletvekillerinin Genel Kurul salonuna silahla girmeleri mümkün olsa, bir diğerine küfredecek ve yumruklayacak kadar nefret dolu olan “kanun koyucular”ın birbirlerine silah doğrultmasından doğal ne olabilirdi? İşte bu yüzden bu “iç savaş”, kansız bir iç savaş. Küfürlü, yumruklu, bol siyasi taktik manevralı. *** *** *** Ve bu “kansız iç savaş”, Türkler arasında bir savaş. Bir “kansız Türk iç savaşı”... Öyle keskin ki, eski dostlar, en yakın arkadaşlar, aynı toplumsal tabakanın, aynı sınıfın mensupları birbirlerini görmez, birbirleriyle konuşmaz, birbirlerine tahammül edemez durumdalar. “Fay hatları” öyle derin ki, “üçüncü yol” aramaya kalkışan ve kendilerini tarafsız zannedenler de, taraflardan biriyle aynı saflara düşüveriyorlar. Savaşın doğası böyle. O nedenle, hafta başında TBMM’deki oylamada yer almayan BDP’liler, tutumlarını anlatmak için sonradan bin dereden su getirmeye çalışsalar da, “Ergenekon hattı”na ve CHP-MHP hattı ile aynı siperlere düşmüş oldukları gerçeğini silemediler. Kürtler için “kansız iç savaş” söz konusu değil. Bir Türk-Kürt savaşı şeklinde bir “iç savaş” yok ama “Devlet-Kürtler savaşı” yeterince kanlı bir savaş. Bununla birlikte, aynı ülkede, aynı devlet egemenlik alanında yaşadıkları için, Kürtlerin “Türkler arası kansız iç savaş”ın sonuçlarından kendilerini arındırmaları da mümkün değil. Bu “savaş”a yanlış saflarda dahil oldukları takdirde, bunun “kanlı sonuçları”na onlar maruz kalacaklar. Üstelik, “kaybeden taraf”ta yer aldıkları için bunun fiyatını misliyle ödeyecekler. Niye mi “kaybeden taraf”; bu “kansız iç savaş”ta kaybeden kazanan belli oldu mu ki? Büyük ölçüde evet. Çünkü Cumhuriyet’in kuruluşundan beri “devlet iktidarı”nı oluşturan güçler “hamle üstünlüğü”ne sahip değiller. Savunmadalar. Katı ve sert bir direnç ortaya koyuyorlar ama savunmadalar ve adım adım geriliyorlar. “Türk iç savaşı”nın niteliği “kansız” olduğu için, savunmadan çıkıp Türk hasımlarına karşı “hamle üstünlüğü”nü elde etmek için, “kanlı hamleleri”ni “Kürt müttefikleri”yle birlikte, onların “kanlı provokasyonları” sayesinde gerçekleştimeyi hesap ediyorlar. Bu hesabın “kanlı faturası”nı Kürtlere ödetmek üzere. Kürt siyasetçilerin, ne yaptıklarını ve ne yapacaklarını tekrar tekrar düşünmelerinde yarar var...