Paylaş
Kandil’e benden önce sadece sadece Hasan Cemal 2009’da gidip Murat Karayılan’la uzun ve çok önemli bir görüşme yapmıştı. O görüşme, aynı yıl gerçekleşen “Açılım”a ciddi katkı sağlamıştı.
“Kandil rekoru”, bir başka deyimle Murat Karayılan’la “görüşme adedi rekoru” Hasan Cemal’de. 2009, 2011 ve bir ay kadar önce (2013) üç kez gitti Kandil’e. “Görüşme süresi rekoru” ise bende. 2010’da altı buçuk saat ile.
Şunun şurasında bir ay öncesine kadar hayli gizemli, gidip gelmesi riskli bir yerdi Kandil. Risk, iki türlüydü: fiziki ve yasal. Fiziki, zira “derin” unsurların “faili meçhulüne kurban gitme potansiyeli” taşırdı Kandil’e gidip gelmiş olmak. Murat Karayılan ya da bir başka PKK yetkilisinden haber ve söylem taşımak, “terör örgütünü övme” suçlamasıyla hakkınızda yasal bir süreç başlatılması için yeterli olabilirdi.
Pınar Öğünç, dünkü Radikal’de “Sözde terör örgütü, sözde gazetecilik” başlığı altında son zamanların en ironik ve çarpıcı yazılarından birine imza attı.“KCK Basın Davası” iddianamesinde 65 kez Kandil geçiyormuş. “Sözde üst düzey yönetim merkezinin bulunduğu Kandil” ibaresiyle. 942 kez Abdullah Öcalan, 32 kez Murat Karayılan, 31 kez de Duran Kalkan isimleri.
Türk medyasının “Kandil seferi”nden sonra, “KCK Basın Davası” çökmüş olmalıdır.
“Sözde terör örgütünün sözde üst düzey yönetim merkezi”nin bulunduğu Kandil’de Türkiye’nin ana akım medyasından 100’den fazla gazeteci gitmesinin bir de işin eğlenceli faslı vardı. Zaten Ezgi Başaran, Karayılan’ın “tarihi” Kandil açıklamasını yapacağı gün Radikal’de “Kandil’de wi-fi yoktur” başlıklı harika bir kara mizah örneği yazısıyla,“tarihi gün”de Karayılan’ın başına Türk medyası tarafından neler getirilebileceğini yazmıştı.
An be an, Kandil’deki gelişmeleri İstanbul’dan izlemeye çalışırken, Murat Karayılan’ın “tarihi basın açıklaması”nı yapmak üzere gelirken, Türk medyasının yarattığı izdihamdan ötürü ezilmekten zor kurtulduğu haberleri geldi.
Milyonlarca dolarlık Heron ve Predator istihbaratı üzerine onca yıldır F-16 savaş uçaklarının bombardımanlarının bir numaralı hedefi olan Murat Karayılan bunları atlattıktan sonra “barış dönemine geçiş” açıklamasını yapacağı sırada Türk medyasının aşırı ihtimamı altında ezilmekten zor kurtuldu.
Düşünsenize, şunun şurasında 4,5 ay önce Şemdinli kırsalında “gerillalar”la kucaklaşma fotoğraflarından ötürü BDP milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması gündemde iken, bundan bir ay önce, onlar ile o gerillaların en üst kademe yöneticileri Kandil’de PKK bayrağı ve Abdullah Öcalan posteri önündeki fotoğrafları Türk ana akım medyasında yayımlanıyor.
İki gün öncesinden başlayarak ise, neredeyse gazeteci sıfatı taşıyıp Kandil’e gidip Murat Karayılan, hatta Duran Kalkan ile görüşmemiş olmanın “mesleki ayıp” sayılacağı günlere geldik. Kandil, Türk medyasının “izdiham alanı” haline geldi.
O bakımdan, “silahlı mı çekilecekler, silahsız mı, nereden çekilecekler, nereye gidecekler”; bütün bu sorular artık birer ayrıntıdan öteye değer taşımıyorlar.
Önemli olan, “silahlı mücadele döneminin sona ermiş” olması.
Bitti mi yani? PKK’nın Türkiye’deki silahlı mücadelesi bitti mi?
Evet, bitti. Bunu, Abdullah Öcalan, 21 Mart’ta Diyarbakır’dan yüzbinlerce kişi önünde okunan “Newroz Deklarasyonu”nda ilan etmişti. Bunu yapabilme yetkisi sadece ona aitti. O yaptı. Kandil’de önceki gün Murat Karayılan tarafından gerçekleştirilen, “Öcalan kararı”nın pratik uygulamaya geçirilmesidir.
21 Mart günü NTV ekranında canlı yayında, “Öcalan Deklarasyonu”nu dinler ve yorumlarken, yaşadığımın anın “Abdullah Öcalan’ın meşrulaşması” olduğunu söylemiştim. Kandil’de önceki gün gerçekleştirilen “Murat Karayılan basın toplantısı” ise “PKK’nin meşrulaşması” diye yorumlanabilir.
PKK, Türkiye’nin en büyük ve bölgesel çaptaki en önemli ve en etkili Kürt örgütü olarak, Türkiye’deki “silahlı mücadelesi”ni sonlandırıp, “siyasi mücadele”ye geçiş dönemine girişini, Karayılan tarafından ilan etmiştir. Ya da bir başka deyimle, Karayılan, Abdullah Öcalan’ın talimatlarını önceki gün yerine getireceğini açıklamıştır.
Medyanın üzerindeki ayrıntılara dalarak boğulduğu “sınır dışına çekilme” konusu, PKK’nın “Türkiye’deki silahlı mücadelesini sona erdirmesinin sembolizmi”nden öteye –ki, bu önemli- bir anlam taşımıyor.
Murat Karayılan, Kasım 2010 tarihindeki o çok uzun görüşmemizde, bugün gelmiş olduğumuz noktanın, ancak Abdullah Öcalan tarafından sağlanabileceğini, kendilerinin onun direktiflerine uyacaklarını söylemişti. Söyledikleri aynen söz konusu oldu.
Bu arada, Ruşen Çakır’a Duran Kalkan’ın birkaç gün önce yapmış olduğu açıklamaların da olağanüstü önemini de kavramak gerekir. Duran Kalkan, “sınır ötesine çekilme”nin arka planını yansıtırken şunları söyledi: “Önder Apo’nun BDP, Avrupa ve bizimle yürüttüğü tartışmalardan sonra aldığı karar temelinde çekiliyoruz. Tabii bunun devlet yetkilileriyle İmralı’da yapılan görüşmelerle bağı var. En önemlisi Başbakan’ın da defalarca söylediği gibi ‘silahlar sussun, fikirler, siyaset konuşsun!’ Birisi bunu söylerse biz PKK olarak, çizgimiz gereği buna evet deriz. Karşıdaki güç siyasi mücadelenin önünü açarsa, PKK bunu reddedemez. Reddederse kendisine ters düşer ve kaybeder. Örneğin 14 Nisan 2009’da başlayan KCK operasyonları olmasaydı, süreç böyle gelişmezdi. Deniyor ki, ‘siyaset yapsınlar.’ Siyasetçi hapistedir, bu ortamda kim siyaset yapabilir?
Duran Kalkan’ın en çarpıcı sözlerinden biri PKK içindeki “şahinlik” ile ilgiliydi. “Şahinler HPG’dir (PKK’nin silahlı gücü). PKK’yi ister silahla, ister ideolojik/politik yollarla tasfiye etmek isteyenler hem zaman, hem güçlerini boşuna harcarlar. Ama PKK’yi anlayarak, onunla uzlaşarak, çok şey kazanabilirler. Biz buna açığız, esnek bir partiyiz…”
“Silahlı mücadele” devreden çıkınca, PKK, bir “siyaset aygıtı” olarak rüşdünü ispat etmek durumuyla karşı karşıya kalacak. Savaş örgütlerinin, sivil-siyaset örgütüne dönüşmesi zorlu bir “geçiş dönemi”ni ifade eder. Dolayısıyla, PKK’nin önünde şimdi yeni bir sınav var.
Ak Parti’nin önündeki sınav da eş oranda çetin. O da, PKK’nin savaş örgütü olmaktan çıkıp, bir sivil-siyaset aygıtına dönüşmesinin şartlarını hazırlamakla yani Türkiye’nin demokratikleşmesinin gereğini yapmakla yükümlüdür.
“Süreç”le birlikte Türkiye, yepyeni bir “paradigma değişikliği”nin eşiğinde. Birkaç ay önce şöyle bir gözlemde bulunmuştuk: “Süreç”, kendisini harekete geçirenlerin iradelerinden bağımsızlaşarak, kendi “dinamikleri”ni yaratacaktır.
Öyle oldu. Bu “Süreç” ve bugün vardığımız nokta, Tayyip Erdoğan’ın iradesi ve Abdullah Öcalan’ın vizyonu olmadan mümkün olamazdı. Bundan sonrasında ise hükümet, PKK ile bileşenleri ve toplum, kaçınılmaz “paradigma değişikliği”ni kavramadan ve ayak uydurmadan devam edemez.
Post-Kandil dönemi heyecanlı ve hareketli olacak.
Paylaş