İçerde ilkesiz ittifaklar; dışarıda demokratik dayanışma...

Cumhuriyet Halk Parsiti (CHP) ile Demokratik Sol Parti (DSP) arasında “seçim ittifakı” nihayet sağlandı.

Haberin Devamı

Dünün “flaş” haberi buydu. Böylece, çoktandır bazı medya organlarını fazlasıyla meşgul eden “solda birlik” sorunu çözülmüş sayılabilir.

Ancak, “sorun” tam da bu noktada başlıyor. Birincisi, her iki partinin “sol” olduğu hayli kuşkulu. “Sol” ve dolayısıyla “solda birlik”, daha ziyade “medyatik” bir kavram. Bunlara “sol” dendiği vakit “sol” olmuyorlar. Çünkü, bunları birleştiren ya da “ittifaka sevkeden” cinsten ortada bir “siyasi platform” yok. Hangi “sol zemin” üzerinde birleşecek ya da ittifaka gidecekler; bunun bir “siyasi” ve “ideolojik” ölçüsü mevcut değil.

“İttifak”, esas olarak milletvekili adaylığı pazarlıkları üzerinde cereyan etti. Bugüne dek birleşememeleri ya da ittifak yapamamalarının nedeni, “sol” tanımı üzerinde anlaşamamaları veya nasıl bir “gelecek” ve “Türkiye projesi” üzerinde uzlaşamamalarından kaynaklanmıyordu.

Haberin Devamı

Ya neden kaynaklanıyordu?

1- DSP’nin birleşme halinde “kurumsal kimliği”nden feragat edip etmeyeceği;

2- Etmeyecekse, CHP’nin kendi listelerinde ne kadar DSP’liyi “seçilebilir” yerden aday göstereceği üzerinde.

Yani, “ihtilaf” esas olarak “aritmetik”e ilişkindi. Dün varılan nokta, bu “aritmetik sorunu”nun çözülmüş olduğuna işaret ediyor. Bize ulaşan bilgiler şayet doğruysa, CHP; 24 DSP’liyi listelerine yerleştirmeyi kabullenmiş durumda. Oysa, düne kadar bu rakamın 12 üzerinde kalmasında ısrar ediyordu.

CHP’nin seçimler sonucunda parlamentoya girmesi durumunda ki, bunu bir “veri” olarak kabul edebiliriz- 20 dolayında DSP’linin parlamento üyesi olması, ilk fırsatta DSP’nin yeni parlamentoda bir “grup” olarak oluşma potansiyelini elde etmesi demek. DSP kapağı parlementoya attığı vakit CHP'den gelecek Deniz Baykal muhaliflerini de elde ettiği vakit, 20’nin de üzerinde bir güç ilegrup kurmak hesabı da var.

Deniz Baykal gibi deneyimli bir politikacı da, elbette, bunun farkında; o da TBMM’ye girecek DSP’lileri zaman içinde CHP içinde eritmeyi hesap ediyor olmalı.

Sonuç olarak, CHP ile DSP arasında dün varılan nokta, taraflardan birinin daha önce ilan ettiği gibi bir “evlilik” öncesi “nişanlılık” durumunu karşılıklı kabullenmek, yani “evlilik”e hazırlanmaktan ziyade, tarafların birbirlerini “aldatmak” hazırlığı olarak da algılanmaya müsait.

Haberin Devamı

Eğer, “seçim ittifakı” bir “siyasi-ideolojik platform” üzerine bina edilseydi, önce bir “proje” zemininde bir araya gelerek milletvekili aritmetiği üzerinde anlaşmaya varsalar idi, bu hükme varmazdık.

 

***

 

Aynı durum, “merkez” iddiasındaki DYP-ANAP izdivacı için de söz konusu. Bu “izdivac”ın “siyasi-ideolojik dayanağı” Ak Parti’nin “siyasi merkez”i dolduramadığı ve boşalttığı iddiası ve hesabında. Dolayısıyla, tanımı gereği, DYP-ANAP izdivacından üreyecek DP ya da “Yeni DP”, Ak Parti’ye gitmiş olduğu varsayılan “merkez-sağ” oylara göz dikmiş vaziyette.

Bu “izdivaç” da, CHP-DSP “seçim ittifakı”nın zaaflarıyla malul. Ortada, bir “gelecek” ve “Türkiye projesi” henüz yok. Bir takım isimlerle “vitrin dekorasyonu” yapmak, “siyasi proje eksikliği”ni kapatmakla eş değer değil. Üstelik, Ak Parti, pekala “merkeze oynayacağı”nı vurgulayan bir “vitrin dekorasyonu” yaparsa, “yeni DP”nin bundan ne şekilde etkileneceğini de bilemiyoruz.

Haberin Devamı

Bu bağlamda, Tayyip Erdoğan’ın dün Hürriyet’te Ertuğrul Özkök’e, Milliyet’te Taha Akyol’a yaptığı açıklamalar, Ak Parti’nin DP’nin altından halıyı çekebilecek biçimde “liberal-demokrat merkez”e doğru yelken açabileceğini gösteren nitelikte.

Tayyip Erdoğan, Ertuğrul Özkök’e, “merkezci vitrin yenilenmesi”ni ortaya koyacak isimlerden söz ederken, Taha Akyol’a, “halkın seçeceği” Cumhurbaşkanı’nın yetkilerini azaltacak yasal düzenlemelerin gereğinden söz etti. Bu “tez”i, bir süredir Cumhurbaşkanı’nı halkın seçmesinin sakıncalarından söz edenlerinden argümanlarına karşı yapılması gereken, atılması şart bir adım olarak, biz, bu köşede ve televizyon ekranlarında bir süredir dillendirmiştik.

Haberin Devamı

 

***        ***         ***

 

Bana kalırsa, dünün en önemli gelişmesi International Herald Tribune’da dün yayınlanan ”Avrupa’dan Türkiye’ye Umutla” (To Turkey from Europe with hope” başlıklı bildiri idi. Aralarında Joschka Fischer, Ana Palacio, Daniel Cohn-Bendit, Joost Lagendijk, Hans van den Brook, Cem Özdemir gibi Türkiye’ye dost siyasi şahsiyetler ile Timothy Garton-Ash, Ivan Krastev, Charles Grant, Kalypso Nicolaidis, Michael Emerson gibi kalburüstü Avrupalı entelektüellerin bulunduğu 35 imzalı açıklama, “27 Nisan askeri muhtırası”na güçlü bir biçimde karşı çıkıyor.

“Türk vatandaşlarının son günlerde Avrupa ve Amerika’da askerin muhtırasına karşı tepkileri dikkatle izlediğine” işaret eden açıklama, “bu şartlar altında Türk toplumuna tereddüde yer bırakmayacak bir mesaj göndermenin hayati önemi”ne vurgu yapıyor. Ve, “Türk kamuoyununtercihlerini ortaya koymanın, Türk sivil toplumuna ve Türkiye’deki siyasi sürece ait olduğunu” belirtiyor. Yani, “asker”e değil.

Haberin Devamı

Açıklama, “Sonuç olarak, Avrupa hükümetlerini AB’nin geçmişteki sözlerini ve taahhütlerini bir kez daha teyid etmeye davet ediyoruz. Türkiye’nin, hala, Avrupa standartlarını tutturması için yapması gereken çok şey var ama Türk demokratlarıyla dayanışma göstererek, AB, sürecin yoldan çıkmamasına yardımcı olabilir” sözcükleriyle sona eriyor.

Türkiye’de demokrasi, öncelikle bizim işimiz. Ancak, yalnız olmadığımızı bilmemiz gerekiyor. Bu arada, seçimlere doğru her partinin ölçümü, öncelikle, demokrasiye sadakati ile yapılmak zorunda.

Solda-sağda ittifak ve birlik olsun, Ak Parti’nin nasıl konumlanacağı olsun; bizim ölçümüz, “aritmetik hesapları” değil, “ilkeler” ve ortaya koyacakları “geleceğe ilişkin Türkiye projesi” olmak zorunda...

 

 

Yazarın Tüm Yazıları